“Din, Caminin Dışına Çıkmamalı” imiş!
Televizyon programlarına katılan anlı-şanlı ve unvanlı bir katılımcı şöyle dedi: “Dini caminin dışına çıkarmamak lazım. Said Nursî, dini caminin dışına taşımak istedi.”
Ben bu sözü bugün biraz analiz etmek istiyorum. Bu sözün ilk cümlesi külliyen yanlıştır. İkinci cümlesi ise doğrudur. Yanlış olan cümleden yani “dini caminin dışına çıkarmamak lazım” cümlesinden küfür ve inkâr kokuları geliyor. Neden? Çünkü bu sözün altında Allah’ın ve O’nun son Rasûlü Hz. Muhammed’in (s.a.v) emir ve iradesini beğenmeme, yanlış bulma, kabul etmeme gibi bir anlayış saklıdır.
Allah’ın dini göndermekte ki maksadı, muradı neydi? Hz. Muhammed (s.a.v), o büyük mücadeleyi caminin içi için mi verdi? Doğruluk, adalet, samimiyet, ahlak ve fazilet, caminin içi için mi lazım, dışı için mi, yoksa her ikisi için mi? İçki, kumar, zina ve adam öldürmek gibi günahlar caminin içinde mi işleniyor, dışında mı?
Yüce Allah dini, sosyal ve siyasal hayata, ticarî hayata, eğitim ve öğretime nizam, intizam, doğruluk, adalet, sevgi, saygı, şefkat haya ve iffet kazandırmak; helallerle yetindirip haramlardan sakındırmak için göndermemiş midir? Bu düzenlemeleri yapmak için de Peygamberini görevlendirmemiş midir? Peygamberimiz de hayatı boyunca bunun mücadelesini vermemiş midir?
Din caminin içinde kalmalı diyenler, Allah bizim işimize karışmasın, Peygamber bizim işimize karışmasın. Biz onlardan daha iyi biliriz, demiş olmazlar mı? Bu düşünce inananın düşüncesi olabilir mi?
Katılımcının: “Said Nursî, dini caminin dışına taşımak istedi” cümlesi doğrudur. Dini, camiye hapseden zihniyeti kınanmaya, dini ve dinin ahlakını caminin dışına taşıyan zihniyeti de yürekten alkışlanmaya layık görüyorum.
Dini caminin dışına taşımak isteyenlerde zorbalık yoktur. Ama dini camiye hapsetmek isteyenler zorbalık yapmışlar, dine hiçbir yerde göz açtırmamışlardır. Senin yerin ya vicdan ya da camidir, demişlerdir. Bu anlayış hem Allah’ın sünnetine ve hem de Rasûlullah’ın sünnetine aykırıdır.
Din siyasete alet edilmemelidir; ama dinsizlik de siyasete alet edilmemelidir. Din ülkemizin ortak değeridir. Herkes onu her yerde istediği gibi yaşamalıdır. Hiç kimse, hiç kimseye inancını veya inançsızlığını dayatmamalıdır. Bediüzzaman ve benzeri alimlerimiz, tebliğ yapmışlar, anlatmışlar, asla dayatma yapmamışlardır. Akıllara kapı açmışlar, iradeleri zorlamamışlardır. Gücü ve fikri olanlar fikirle Bediüzzaman’a karşı çıkmalıydılar. Buna güçleri yetmedikleri için kaba kuvveti ve zulmü Bediüzzaman’a ve talebelerine reva görmüşlerdir. Zulüm de ancak ve ancak acizlerin silahıdır.
Dini camiye hapseden zihniyeti kınamakla beraber, aynı zamanda bu zihniyeti, “din vicdan işidir” diyerek dini vicdanlara hapsedenlerden daha insaflı buluyorum.
“Dini caminin dışına çıkarmamak lazım” diyen zihniyet, bu da insafsız ve izansız bir zihniyettir, ama dini vicdana hapseden zihniyetten daha insaflıdır. Hiç olmazsa birincisi camiyi kabul (!) ediyor. İkincisi yani din vicdan işidir, diyen bîvicdanlar ise camiyi de kabul etmiyorlar. Onun içindir ki bunlar bu memlekette camileri lüzumsuz gördüler, ezanları susturdular, Kur’an alfabelerini toplattılar, Kur’an öğrenimini ve Kur’an’ın dili olan Arapçayı yasakladılar. Bu hizmetleri ifa edenleri idam ettiler.
“Din, caminin dışına çıkmamalı” ve “vicdanda kalmalı!” diyen bu zavallı mantığın, her şeyin sahibi ve yaratıcısı olan Allah’a ayırdığı yer, işte bu kadar: vicdanın veya caminin içi.
Sormak lazım: Pekiyi, vicdanın ve caminin dışı kimin?
Allah’ın.
Şu koca dünyanın ve kâinatın sahibi kim?
Allah.
Allah’ın yerinde Allah’a yer vermemek, Allah’ın mülkünde gezip, onun nimetleriyle beslenip onu tanımamak, Onun sadece vicdanda ve camide olması gerektiğini düşünmek, dinin sosyal hayata kazandırdığı iyilik ve güzellikleri görmezlikten gelmek akılsızlık ve nankörlük değil midir?.
Camide Allah’la olacaksın, camide doğru olacaksın, ama caminin dışında her haltı karıştıracaksın. Camide Müslüman olacaksın, ama caminin dışında gayr-i Müslim gibi yaşayacaksın. Bu iki yüzlülüğü, bu nifakı, bu ahlaksızlığı, bu hiyaneti ve bu cinayeti, her şeyin sahibi, yaratıcısı olan ve herkesten her yerde doğruluk, dürüstlük isteyen Allah kabul eder mi?
Bediüzzaman ve benzeri âlimlerimiz, işte bu akılsızlıklarla mücadele etti. Dini caminin içine hapsederseniz, dinin hayrını, bereketini, rahmetini ve cennetini göremezsiniz. Dini caminin içine, hatta vicdanlara hapsettiğiniz içindir ki, ülkeniz cehenneme döndü. Anarşi ve terör elli bin insanı aldı, götürdü. Ocakları söndürdü. Ülkenin kalkınmasına engel oldu. Aile hayatı huzura, eğitim iffete hasret kaldı. Gayr-i meşru birliktelikler, gayr-i meşru eğlenceler, israf ve ahlaksızlık öldürücü bir zehir oldu.
Bediüzzaman, “büyük kafaları gaflet içinde görüyorum” derken, bunları ve bu sonucu önümüze koyanları kast ediyordu.
14 asır karanlıklara ışık tutmuş, adil devletler ve ihtişamlı medeniyetler kurdurmuş, şefkatli ve ahlaklı süper güçler oluşturmuş, hiçbir şeyi eskimemiş, zararı görülmemiş bir dini; vicdana ve camiye hapsetmek, devleti ve milleti anarşi ve terörün kucağına atmak gaflet değildir de, dalalet değildir de nedir?
Dinin sadece kurumlardan değil, milletin hayatından ve dünyadan sökülüp atılmak istendiği bir devirde Bediüzzaman, “dinsiz dünyada hayır yoktur.” “Din hayatın hayatı, hem nuru hem esası, ihyayı dinle olur, bu milletin ihyası” demiş, gaflet ve dalalet ehlinin korkulu rüyası, Müslümanların da şevk ve ümit kaynağı olmuştur.
Ne iyi etmiş de Bediüzzaman bunları söylemiş. Ya söylemeseydi, ya vakarlı, sessiz ama yiğitçe bir duruş ve direniş göstermeseydi, din vicdanda ve camide kalsaydı, ülke tamamen anarşist ve teröristlerin eline geçecekti. Taş üstünde taş, omuz üstünde baş kalmayacaktı.
Bediüzzaman gibi yiğit âlimleri, din kahramanlarını bu ülkeye nasip eden, onların elleriyle Kur’an’ını sahipsiz ve cemaatsiz bırakmayan Allah’a Zat’ı, sıfatı, esması ve tecellileri sayısınca hamdolsun. Bu üstadların önderi şanlı Rasul’e de sonsuz salat ve selam olsun.
Vehbi Karakaş / Risale Haber