14 Mayıs 1950, Ak Devrim, Yeter Söz Milletindir…

 Mehmet Abidin Kartal

1950’in  bahar ayları Türkiye ayaktaydı. Yaklaşan değişimin, yeni dönemin ayak sesleri seçim meydanlarında çınlıyordu. Kitleler heyecanlı kıpır kıpırdı. Seçimler yaklaşırken İstanbul ve Ankara’dan iki cenaze kalktı. Birincisi  eski başbakanlardan Recep Peker’di. İnönü’nün sert tabiatlı Başbakan’ı, hükümetten olduğu gibi, dünyadan da sessiz sedasız çekilip gidiveriyordu. Ama ikinci cenaze hiç o kadar sessiz sedasız olmadı. Kurtuluş savaşında yaptıklarından dolayı kahraman olarak tanınan, cumhuriyet kurulduktan sonra dindarlığına rağmen yapılan manevi tahribatların ortağı olduğu için bazı çevrelerce iyi anılmayan, Millet partisi lideri Mareşal Fevzi Çakmak’ın cenazesinde olaylar çıktı. Çakmak önemli isimdi. Ama iktidar başta cenazeye önem vermedi. Radyolar neşeli müzik yayınına devam ettiler. Birden halk sokaklara doluverdi, olaylar çıktı. Bu iki cenaze iki partinin; DP ve CHP’nin kamuoyu yoklaması oldu. Değişimin, yeni dönemin rüzgarı sert esmeye başlamıştı. CHP`de kendinden emin bambaşka bir hava hakimdi. Erken bir zafer sarhoşluğu partilerin başını döndürüyordu. İnönü’yü İstanbul’daki miting yanıltıyordu. İnönü’yü İstanbul Taksim’de on binler karşıladı. İstanbul valisi F.Kerim Gökay  kürsüye çıktı ve ‘İste Paşam, İstanbul’ dedi. Oysa bu kalabalık o gün İnönü’yü alkışlayıp üç  gün sonra oyunu DP’ye verecekti. Türkiye, bu atmosfer içinde 14 Mayıs seçimlerine gitti. Bu seçimler 1946’dan çok farklıydı. Açık oy gizli tasnif tarih sayfalarında yerini almış, millet gizli oy açık tasnif oyunu belli etmişti. Türkiye’ye on iki yıldır damgasını vuran  ‘Milli şef ‘ İsmet Paşa, Ankara’da Çankaya Köşkü’nden seçim sonuçlarını takip ediyordu. Gelen ilk haberler İnönü’nün canını sıkarken, DP cephesinde bir bayram havası meydana getiriyordu. Adnan Menderes, heyecanlı… Seçim sonuçlarını takip ettiği yer Aydın’da Şevke Hasırcı’nın evi. Seçim sonuçlarını radyodan dinliyordu. Gelen haberlere pür dikkat kesiliyor, heyecandan oda içinde bir oraya bir buraya gidip geliyordu. Gece saat 01.00 sıraları Ankara’dan Fuat Köprülü, Menderes’i arayarak müjdeli haberi verdi.

            “Ağam olanlar oldu. Dik şapkanı başının üstüne.Çık sokağa ilan et. Daha şimdiden sayılan oylarla memlekette oyların % 64’ünü  kazandık. Hemen atla bir vasıtayla Ankara’ya gel. Ankara’ya geldi parti merkezi dolup taşıyordu…”[1]

14  Mayıs 1950 seçim sonuçları aşağıdaki tablodaki gibidir.

 

Adnan Menderes’in  yakın dostu, milletvekili, bakanı olan Mükerrem Sarol’un Bilinmeyen Menderes isimli kitabında 14 Mayıs 1950 gününü şöyle anlatılıyor.
“Vatandaş hasretle 14 Mayıs’ı bekledi.14 Mayıs 1950 Pazar günü sabaha kadar Türkiye uyumadı. Tarlasına suyunu çeviren köylü, ecelle randevusu olan hasta, kalkıp seçim sandığı başına gitti. Ve oyunu kullandı. Çünkü 1946’da yapılan oy hırsızlığı ortaya dökülmüştü ve millet, oyunu çalmaya hevesleneceklerin başına seçim sandıklarını geçirmeye kararlı idi. Çok şükür, kimsenin başında seçim sandığı parçalanmadığı gibi, otuz yıldan beri devleti elinde tutan ve iki muhalefet partisinin başını yiyen CHP tepetaklak oldu; Demokrat Parti bütün yurtta seçimleri kazandı…”

Türkiye’nin demokrasi açısından dönüm noktası olan ilk çok partili hür seçimlerin yapıldığı, demokrasinin milâdı kabul edilen gün. 14 Mayıs 1950 günü siyasî tarihimize “Beyaz ihtilâl” “Ak devrim” olarak geçti. CHP’nin 27 yıllık tek parti diktasını halkın oylarıyla deviren bu seçim zaferi, aynı zamanda Türkiye’de yeni bir dönemin başlangıcı oldu. Türkiye gerçek manada cumhuriyet rejimiyle, demokrasiyle 14 Mayıs 1950 günü tanıştı.

      14 Mayıs 1950’de CHP tepetaklak oldu; Demokrat Parti bütün yurtta seçimleri kazandı. Türkiye’de ‘Beyaz ihtilal’ yaşanıyordu. İhtilalcılar beyaz elbiselerine hiçbir leke sıçratmadan sandıkların içinden çıkmış Ankara sokaklarını doldurmuştu. Herkes birbirini öpüyor, kucaklıyor, tebrik ediyordu. Bütün yurtta şenlikler başlamıştı.

1950’ye kadar, köylere fazla bir şeyler götürülmediği için, köylüler, çiftçiler kentlere gelmeye başladılar. Onların çocukları da okumaya, meslek sahibi olmaya ve siyasete girmeye başladılar.”Öküz Anadolulular” çiftçilik ve askerlik dışında da iş yapmaya başladılar. Milleti sürü sayan zihniyet bundan rahatsız olmaya başladı. Demokrat Parti iktidarı, ayrıcalıklı zümreye ve çocuklarına rezerve edilmiş mevki ve makamları `Hasolar`, `Memolar` veya `ağzı çorba kokanlar`la paylaştırmaya başladı. 1950’lerde halkın; CHP’lilerin DP’lileri kast ederek;” Ne yani ülkeyi Hasolar, Memolar mı yönetecek” sözünü affetmeyip DP yi büyük bir güçle iktidara getirmeleri buna bir misaldir. Millet kendine değer verenlere, hizmet edenlere her zaman destek olmuş onları baş tacı yapmış ve yapmaya da devam etmektedir.

14 Mayıs tarihi, Türkiye’de devlet- parti özdeşliğine dayanan bir bürokratik diktatörlükten, öznesini milletin meydana getirdiği yeni bir siyasete geçişi temsil etmektedir. Ancak bu tarihten sonra Türkiye”de “halk” cumhuriyetçi retoriğin sırf bir malzemesi olmaktan çıkıp kamu siyasetinde kısmen de olsa belirleyici bir rol edinmeye başlayabilmiştir. “Millet”in kağıtlara yazılı olan “egemenlik”i ancak bu tarihten sonra işlevsel olmaya, “Millet”in bireyleri “vatandaş” haline gelmeye başlamıştır. “Devlet ve aydınları” bu gelişmeyi kabul etmemekte direndikleri için, bu süreç bugün de hala devam etmektedir. Türkiye”de yönetimin meşruluğunun yegane kaynağının halk veya millet olduğu herkesçe kabul edilmediği sürece de, bu mücadele devam edecektir. [2]

Bazı tarihlerin toplumlar için bir dönüm noktası olduğu açıktır. Demokrasi mücadelesinde kalın harflerle not edilmesi ve üzerinde düşünülmesi gereken birkaç tarihten biri de 14 Mayıs’tır. Demokrasi yolundaki uzun ve dolambaçlı mücadele sürecinde 14 Mayıs 1950 tarihinde yapılan genel seçimlerde, Türkiye tarihinde ilk defa, evet ilk defa, vatandaşın kullandığı oylarla ortaya koyduğu eğilimle siyasi iktidar kadrosu belirlenmiş ve iktidar el değiştirmiştir. İktidar kadrosunun seçim yoluyla, barışçı bir biçimde ve milletin istediği biçimde el değiştirmesi siyasi gelişmenin en önemli göstergesi ve merhalesidir. Demokrasiyi anlamlı ve tercih edilebilir hale getiren belli başlı temel ilkelerden biri ve en önemlisi iktidarın sandık yoluyla ve milletin istediği biçimde barışçı şekilde el değiştirmesidir. Demokrasi siyasi iktidarı kullanacak kadroları belirleme sorununa basit, anlaşılabilir ve pratik bir çözüm getirmektedir. İktidarı kullanacak olanlar toplum üyelerinin kendi hür tercihleriyle belirledikleri kadrolardır. Seçimlerde ortaya çıkan halkın iradesine göre iktidar el değiştirmektedir. 14 Mayısta iktidar ilk defa barışçı yolla el değiştirmiştir… Türkiye`de ilk defa sandık yoluyla iktidar 14 Mayıs 1950’de el değiştirmiştir. Bu tarihten önce de seçimler yapılmıştır; halk sandıklara gitmiş, oy kullanmış, temsilcilerini seçmişlerdir. Cumhuriyet döneminde birden çok partinin katıldığı ilk seçimler 1946 genel seçimleridir, fakat bu seçimlerde halkın iradesiyle iktidar el değiştirmiş değildir. ‘Yeter söz milletindir’ sloganıyla yola çıkan bir ekibin 14 Mayıs 1950 seçimlerinde milletten büyük bir destek alarak iktidara gelmesi ve on yıl kaldığı iktidarda gerçekleştirdiği icraatlar hala milletin hafızasındadır.

14 Mayıs 1950 ‘de Adnan Menderes’in  Demokrat Partisi 69’a karşı 408 milletvekili çıkararak,  CHP’ye tarihi bir ders verdi. Bu öyle bir dersti ki, CHP zihniyeti  bir daha tek başına iktidar yüzü görmedi.

Artık millet söz sahibiydi. Millet söz sahibi olduğu içinde, yıllar yılı onun rağmına yapılan icraatlara son veriliyor,  milletin  istediği işler yapılmaya başlıyordu.14 Mayıs 1950’de Menderes dönemi başlıyordu.

Çarıktan medeniyete geçişin adıydı Menderes dönemi. Kimi “Beyaz ihtilâl” “Ak devrim” dedi ismine, kimi “altın yıllar”….Asırlardır hizmete susamış Anadolu insanı; baraja, yola, fabrikaya, okula, suya, elektriğe onunla kavuşmuştu.Anadolu insanı  Ezanına, Kur’an-ı Kerimine de onunla kavuşmuştu. Sevinç gözyaşları içinde duygularını yaşamıştı… Bunun için ona “İslam Kahramanı” denmişti. Artık millet huzurluydu, mutluydu..Mahsul para ediyor, elleri nasır tutan köylünün yüzü gülüyordu. Sefaletin, Anadolu’nun kaderi olmadığını anlıyordu artık insanlar. Halk horlanıp itilip kalkılmaz olmuştu. Devlet dairelerinin kapıları milletin girebilmesi için sonuna kadar açılmıştı. Sadece halkın değil, ülkenin itibarı da zirveye yükseliyordu. Türkiye için yeni dünya düzeninde öylesine bir ülke öngörenlerin hesaplarını şaşırtıyordu Menderes. Kendi halinde bir ülke gömleği dar gelmeye başlıyor, adeta geçmişteki şanlı yerine doğru başını yeniden doğrultuyordu Türkiye…[3]

Türk siyasi hayatının on yılına Başvekil  olarak damgasını vuran Adnan Menderes… Türk demokrasisinin geleceğini, “fikir, inanç ve teşebbüs Özgürlükleri”nde görmüştür. Türkiye’nin ekonomik kalkınmasının ancak geniş bir özgürlükler ortamında mümkün olabileceğini vurgulamıştır.

l3 Nisan 1949’da yapılan DP Aydın İl Kongresi’nde “Üyelerden biri, ‘Sefaletin bulunduğu yerde hürriyet olamaz’ dedi. Ben, aksini söyleyeceğim. Hürriyetin olduğu yerde sefalet olamaz.” diyen Menderes, CHP iktidarlarında temel hak ve özgürlüklere getirilen kısıtlamalara da karşı çıkmıştır:

“Vatandaşın, söz, fikir ve vicdan hürriyeti, demokrasinin temelini teşkil eder. Bir memlekette demokrasi vardır diyebilmek için de bu hürriyetin her türlü tehditten masun olması şarttır. Bu hürriyetlerin tehdit altında bulunması veya bulunabileceği korkusunun kalplerde hakim olması, kanunlarda yazılı olanlar ne olursa olsun o memlekette demokrasinin yer bulmamış olmasının şaşmaz delilidir…”[4]

14 Mayıs 1950’den itibaren millete karşı yürütülen dinî baskılar, dine yönelik yasak ve engellemeler DP gelince son buluyordu. Menderes hükümeti daha ilk ayında 18 yıllık aslına uygun olarak okutulması yasaklanan ezana hürriyetini veriyor, ezan serbest bırakılıyordu. İktidarın iki ayı dolmadan da radyoda dinî program yasağı kaldırılmış ve haftada iki gün Kur’ân okunmasına başlanmıştı.

Vatandaşların, dinlerini gereği gibi yaşamaları artık büyük ölçüde mümkün oluyordu. Kur’ân derslerine kadar uzanan yasaklamalar kalkmış, kimse başörtüsü yüzünden sokak ortasında polis hücumuna uğramaz olmuş, okullarda din dersi okutulmaya başlanmıştı. Halk Partisinin sattığı 800 camiye karşı, DP iktidarının ilk yedi yılında 1500 cami inşa edilmiş, camilere ayrılan bütçe ödeneği arttırılmış, viran kalmış camilere tamir yardımı yapılmıştır. İmam Hatip okulu sayısı 19’a çıkarılmış, cumhuriyet tarihinde ilk defa bir Yüksek İslâm Enstitüsü açılmıştı. Dinî yayıncılık serbest bırakılmıştı.

Başbakan Adnan Menderes’in dine ve dindarlara tavrı ise açık ve kesin idi. Daha 1951’de “irtica” iddiasıyla dindarlara baskı yapılmasının hesabını kuranlara karşı, “DP, vicdan hürriyetine riayet edeceğini beş yıl evvel programıyla millete vaad etmiştir” cevabını veriyordu. “Türk Milleti Müslüman dır ve Müslüman olarak kalacaktır. Evvela kendine ve gelecek nesillere dinini telkin, onun esasını ve kaidelerini öğrenmesi, ebediyen Müslüman kalmasının münakaşa götürmez bir şartıdır” diyen Menderes’ti. Ezanın aslına çevrilmesine sebep olduğu için Bediüzzaman Menderes’e, “İslâm kahramanı” demiştir.

Demokrat Parti’nin 14 Mayıs 1950 seçimlerini kazanıp iktidara geldikten sonra yaptığı ilk icraatlardan birisi, on sekiz yıldan beri inananları rahatsız eden ezanın Arapça aslıyla okunması yasağının kaldırılması olmuştur.

Seçimden 20 gün sonra yayınlanan demecinde Menderes; herkesin dinî vecibe ve ibadetlerini yerine getirebilmesini, vicdan hürriyetinin gereği ve laikliğin esası olarak ifade etmiştir. Bu yüzden ezanın asıl şekliyle  okunması yasağının devamı laikliğin gereği değil aksine, bunun ihlâli olduğunu beyan etmiştir. Ayrıca, bu yasak devam ederken cami içinde bütün ibadet ve duaların Arapça olarak yapıldığını ifade ederek, bir bakıma yasağın mantıksızlığına dikkat çekmiştir.

Menderes Hükümetinin bir ayı dahi dolmadan meclise kanun teklifi vererek yasağın kalkmasını sağlaması ve Ramazan ayının başına tevafuk eden serbestiyetin sağlanması, halk nezdinde büyük bir memnuniyete vesile olmuştur. Bediüzzaman Hazretleri, Ezan-ı Muhammedi’nin (a.s.m.) neşriyle Demokratların on kat güçlendiğini beyan etmiştir.

Çünkü, ezanın hikmeti sadece Müslümanları namaza çağırmak değildir. Onun yanında bütün insanlık namına, insanlığın ve kâinatın yaradılışının büyük neticesi olan tevhid ve rububiyete karşı, ubudiyetin izahına vesiledir. Bunun yerini de ezandaki mübarek ifadelerden başka hiçbir şey tutamaz.

Anadolu köylüsünün şartlarını, tarım ekonomisine dayanan Türkiye’de toprağın, toprakta çalışan insanın durumunu çok iyi bilen Menderes, bu ülkenin fakir tabakalarının, köylüsünün, şehirlisinin, kasketli, çarıklı, poturlu, ve şalvarlıların hayat şartlarını çok iyi bildiği için, çok kısa zamanda Türkiye gerçeğini, tepeden görüldüğü gibi değil, tabanda yaşandığı gibi çok iyi kavrayabilmiştir. Türkiye’de hürriyet içinde refah, demokrasi içinde medeniyet mücadelesini yapmanın imkân dahilinde olduğunu göstermiş bir iktidarın parlak başbakanıdır.

Menderes devri, demokrasi, hürriyet ve dini inkişaf devri olduğu kadar, fakirlikten kurtuluşun diğer bir adıydı…

Menderes dönemi gerçeğinin rakamlardaki ifadesi ise gözler kamaştırıyordu. Cumhuriyetin ilk 27 yılında en fazla % 3’lerde ve genel ortalama % 2’lerde kalan büyüme hızı, DP ile birlikte % 12’lere fırlamıştı. Ülke, CHP’nin 20 senede getirdiği yere, DP’nin dört senesinde gelmişti. Bu devirde ülke çapında bir imar ihtilâli yaşanıyordu. Tarım ve sanayide, eğitimde, sağlıkta büyük yatırımlar, temel altyapı yatırımları yapılıyordu. Büyük hidroelektrik santralleri, liman inşaatları, sulama tesisleri, şehir içinde, şehirler arasında, köylerde karayolu yapımına bu dönemde büyük önem verilmiştir. Köylü cebine para girince, yapılan yollarla şehre, kasabaya giderek sosyal ve ekonomik hayatında olumlu değişiklikler yaşamıştır. Tek parti devrinin bir iki göstermelik barajına karşılık, Menderes Türkiye’ye 42 yeni baraj hediye etmiştir.[5]

DP Türk tarihinde, köylerdeki fakirlik ve cehalet fasit dairesini kırmayı başarmış ilk siyasî partidir. Uyguladığı ekonomi politikası sonucu kalkınma hamlesini köylere kadar götürebilmiş en başarılı ilk Türk hükümetidir.

Türkiye’nin 14 Mayıs 1950 tarihinde yaşadığı barışçı-demokratik iktidar  değişikliği, halkın iradesini ilk defa siyaset düzeyine intikal ettirmesi  bakımından tarihî bir olaydır. Bundan dolayı 14 Mayıs’ı Türk Demokrasisi’nin  “milâdı” olarak yorumlamak yanlış olmaz. Türkiye’de demokrasinin doğum  tarihinden bu yana zaman zaman gel-gitler, tereddütler, siyasî “irtica” girişimleri olmuş olmakla beraber; 1950 öncesine dönüş yolunun kesin olarak  kapanmış olması, demokratik süreci zaman zaman kesintiye uğramasına rağmen demokrasideki olgunluk gösteriyor ki, artık demokrasiden geriye dönülemez. Demokraside karar kılmış olmak ise dayanaksız bir ilkeye “romantik” bir bağlılıkla değil, somut sonuçlarıyla da temellendirilebilecek bir başarıdır.  Ancak demokrasi sayesindedir ki; Türk insanı “vatandaş” konumuna  yükselebilmiş, temel hak ve özgürlüklerine kavuşabilmiş, yönetimi kendi  iradesi doğrultusunda yönlendirilebilir hale gelmiştir. Türkiye iktisadî, sosyal ve kültürel kalkınmasını da büyük ölçüde demokratik dönemde  gerçekleştirmiştir. Türk vatandaşı, hayat standartlarının yükselmeye  başladığını ancak bu dönemde hissetmiş; yoksulluğu,  kendi iradesiyle değiştirebileceğini görmüştür.

Günümüzde ve gelecekte kalıcı ve istikrarlı bir demokrasi için, halkın demokrasiyi kararlı ve şuurlu bir şekilde savunması, müdahalelere, teröre, her türlü vesayete de teslim olmaması gerekiyor. Demokrasinin temeli, sözde, kararda milletindir. Millet 14 Mayıs 1950’de seçimle  ilk başbakan olarak Adnan Menderes’i, 10 Ağustos 2014 tarihinde Recep Tayyip Erdoğan’a, oyların %52 sini vererek seçimle ilk ve Türkiye’nin  12. Cumhurbaşkanını seçmiştir. Bu seçimler Türk demokrasi tarihinde, demokrasinin gelişmesi ve milat olması  açısından önemlidir. Millet seçtiklerine sahip çıkmalıdır. İdareciler milletin hizmetkarıdır. Devlet millete hizmet için vardır.

[1] – Darağacı-Demokrasi Kahramanı Menderes, Mehmet Abidin Kartal, İskenderiye Kitap, İstanbul 2015, s.73-74

[2] – Tercüman, 16.05.2005-Mustafa Erdoğan

[3] – Darağacı-Demokrasi Kahramanı Menderes, Mehmet Abidin Kartal, s.19-20

[4] -Demokrasinin Temelleri, Adnan Menderes, Vatan Gazetesi, 22 Haziran 1946.

[5] – Demokrat Partinin İktisat Politikası [1950-1954] Mehmet Abidin Kartal, İstanbul Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Master Tezi, İstanbul-2000)

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: