15 Temmuz Meydan Muhasebesi

15 temmuzda vukua gelen, süfyaniyetin dördüncü ve son rüknü olan “Fetö” ve şakirtlerinin eliyle gerçekleştirilen ve “kaderce” darbe olarak tescillenen vak’a-i ciğersûz hadisenin sene-i devriyesinin maddi-manevi bir muhasebesini icra edeceğimiz şu günlerde, bu süreç zarfında yaşadığımız bazı hadiseler maalesef sabık darbenin artçısı olmakla birlikte, kalb ve ruh dünyamızda yaptığı manevi tahribatları ise anlatmaya sözcükler kifayetsiz kalıyor..

Nasıl izah edilebilir ki; 250 şehit ve binlerce gazi verdiğimiz bir büyük ihanet ve işgal kalkışmasına; hala utanmadan, sıkılmadan “kontrollü darbe” yahut “tiyatro” diyebilen dalalet-alud bir zihniyetin iflas etmiş, kokmuş kalb ve vicdanlarına..

Kırk yıldır memleketin türlü maddi ve manevi emeğine göz dikmiş, bunları çalıp çırpmak suretiyle hırsızlamış fetönün hacı-hoca görünümlü eşkıyalarının; devletimizin türlü kurumlarından temizlenmesi davalarına karşı çıkmak suretiyle bu zalimler güruhuna acıyıp, şefkat ve merhamet etmeye kalkışan vicdansız hacı-hocalara nasıl anlatmalı peki..

Peki.. Ya, kafasına “adalet” külahını takmış, zulümleri yüzyıldır hala dillerde destan olmuş, dinimize ait ne kadar mukaddesat varsa hepsini tahrip eden ve yıllardır yaptıkları bu tahribatları henüz tamir edilememiş, “parti” görünümlü bir zındıka komitesinin mühürlenmiş kalblerine ne demeli..

Diğer taraftan, vatan ve milletin mukaddesatına dair milli ve manevi ne kadar değerimiz varsa; Avrupa kâfir zalimlerine satmaya ve Asya münafıklarına peşkeş çekmeye çalışmakta birbiriyle yarışan milliyetsiz, vatansız, dinsiz sefihlerin hakikate karşı kapalı, duymayan sağırlaşmış kulaklarına anlatmaya ne hacet..

Beri taraftan, değerli ama sahipsiz bir kavmi dinsizleştirmek için Avrupa kafir zalimleri tarafından içimize sokulan, “vatanperver” ve “milliyetperver” kılıklı bir “eşkıya” çetesinin; cami cemaati görünümlü bedbaht duayenlerininin görmeyen gözlerine nasıl göstermeli..

İşte ahirzamanın fitne ve fesat şebekesinin, ülkemizdeki temsilcilerinden malum dört ayağını, dört zındıka komitesini yahut bu şeytani dört derin yapıyı Nasıl anlatmalı..

Sorular ve Sorgular.. Cevabını bekleyen bitmek bilmeyen sualler..

Bediüzzaman hazretlerinin, “İslâmiyet’e darbe vuranların başlarında öyle müdhiş bir patlayış olacak ki, kıyamete kadar unutulmayacak..” gaibane ihbar ettiği ve böylece Rabbimizin “Müntakim” isminin tecelli ettiği çok kıymetli günleri geride bıraktık..

Bütün bir İslam alemine çok ucuz düşmekle birlikte, kaderce takdir edilmiş pahada çok ağır “eyyamullah” tabir edilen bu çok kıymettar 15 Temmuz sürecinin; tüm yönleriyle muhasebesi yapılarak, her bir vatan evladının üzerine farz olan vazifeleri bihakkın ifa etmesi, namus borcumuz olsa gerektir..

Zira Yüce Rabbimiz şöyle buyurmuştu: “Ey iman edenler! Allah’ın size olan nimetini hatırlayın. Hani bir topluluk size el uzatmaya yeltenmişti de Allah, onların ellerini sizden çekmişti. Allah’a karşı gelmekten sakının. Müminler yalnızca Allah’a güvenip tevekkül etsinler. Mâide, 5/11

Hendek Savaşı’nda Yüce Allah’ın, İslâm ordusunu melekleriyle “takviye” ve müşrik ordusunu da “korku” ile tecziye ettiğini bildirmek için nazil olan müjdeli bir zafer ayetidir; ibret alanlarca.

Saklı tarihin nice demlerinde hayat bulan bu vaad-i ilahi gibi, “Onlar ağızlarıyla Allah’ın nûrunu söndürmek istiyorlar. Hâlbuki kâfirler istemeseler de Allah nurunu tamamlayacaktır. Saff, 61/8” buyuran Rabbimizin bu müjdeli ayetine mazhar olan, en son ve en büyük vaadi olan 15 Temmuz Zaferinin nurlu tecellilerini ise, bir senedir gündelik hayatın her alanında bilfiil yaşamakta ve yaşattırmaya azm-u cehd ediyoruz..

Evet, Yahya Kemal Bayatlı merhumun, “Senin uğrunda ölen ordu, budur yâ Rabbi. Tâ ki yükselsin ezanlarla müeyyed nâmın. Galib et, çünkü bu son ordusudur İslâm’ın.” muhteşem dizeleriyle tarif ettiği, yeryüzünün son İslam ordusu ve İslam’ın yegâne ve tek bayraktarı Türkiye’nin bu aziz ve necip Anadolu milleti olarak, bundan bir yıl önce 15 Temmuz’da, Allah’ın bu nurani vaadinin gerçekleştiğine yeniden şahit olduk; şükür elhamdülillah.. O gece ülke ve millet olarak, süfyan ve deccallerin ortaklığıyla, maddi-manevi büyük bir ihanet ve işgal teşebbüsüne maruz kaldık.

Karanlık gece dalgalarını andıran “münafık fetö kılıklı” korkunç küfür ve ilhad kâbusunun, Müslüman dünyasını ve dolayısıyla memleketimizin herbir mahallesini kaplamak üzere olduğu o tehlikeli günlerde, yatağından fırlayan bir arslan gibi, yanardağları andıran bir kükreyişle maddi ve manevi cihad meydanlarına atıldı; kalbinde zerre kadar din, iman, vatan, millet, namus ve bilumum mukaddesatlardan nasiblenmiş asımın nesli olan bu garib ve mazlum halkın evlad-ı fatihanı..

Bu karanlık gecede Allah’ın lütuf ve rahmetini, yardım ve inayetini bizlerden esirgemediğini bir kez daha müşahede ettik; genç-ihtiyar, kadın-erkek her bir vatan evladınca..  İşte bundan dolayıdır ki, 15 Temmuz’un sene-i devriyesini icra ettiğimiz şu nurani günlerin hatırasını yaşamak adına; millet olarak bize düşen en önemli vazife, Allah’ın lütuf ve inayetini, rahmet ve Nusret’ini asla unutmamak ve unutturmamaktır. Kıyamete kadar unutulmayacak, süfyaniyetin ve bilumum avanelerinin mağlub olmaya mahkûm olduğu/olacağı bu çetin iman ve küfür savaşında, “hakiki” müminler olarak üzerimize düşen en büyük vazife; Yüce Rabbimize olan hamd ve şükrümüzü ziyadeleştirmek adına, efendimizin(a.s.v) açtığı o nurani iman ve istikamet yolunun yolcusu ve müşterisi olmaktır.Demek “hakiki” Müslüman olmanın zaman ve zemini gelmiş ey kardeşlerim..Omuz omuza “ittihad-ı islam” sancağının altında, ahirzaman mehdisi hazreti bediüzzamanın o nurani, nurlu muhabbet sofralarına müşteri olmakla gelin hep beraber dâhil olalım..Ya da süfyan ve deccallerin damına düşeceğinizi her daim akılda tutmak icab ediyor, ey akıl sahipleri.. Bediüzzaman hazretlerinin ikaz ve irşadıyla; “Şimdi bu zamanda bilfiil İslâmiyet’e dehşetli darbeleri vuran ve binler lanete, nefrete müstehak olanlara ehemmiyet vermemek gibi bir halet, mü’min ve müdakkik bir zâtın vazife-i kudsiyesine muvafık gelemez…”

Demek iman ve islamiyete darbe vuran, bütün bir islam coğrafyasını maddi-manevi işgal altına alan ve mukaddesat namına ne varsa her hepsini o pis ayakları altına alıp çiğneyen, ahirzamanın en büyük nifak ve zındıka şebekesi olan FETÖ ve şakirtlerinin, bütün bir islam ümmetine yaptıkları bunca tahribatları görmezlikten gelemiyoruz..

Nisyan ile malül olan hafızayı beşere, bu dehşetli münafıklık çetesinin tahribatlarını tamir etmek adına, kıyamete kadar unutturmamak; beşerin hayat-ı içtimaiyye ve şahsiyesinde her bir vesile ile hatırlatmayı, en büyük bir insanlık ve vatan borcu olarak görüyoruz..

Bizler Bediüzzaman misali, herbir din kardeşimize karşı ziyadesiyle şefkatliyizdir.

Zira Onlar mü’minlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı güçlü ve onurludurlar. Maide 54” buyuran Rabbimizin bu sözlerini, birer kesin “emir” telakki edip “rehber” edinmişiz, hayatın her anında; şükür elhamdülillah..

Bütün bir islam ümmetinin elemleriyle elem çektiğimiz gibi, İslâm dünyasının dört bir yanında hürriyet ve istiklal için can veren, fedai İslâm mücahidlerinin acılarıyla muzdarib oluyoruz..

Aynen onun gibi, 15 Temmuz savaşı misalinde bilfiil müşahade edilen, Kur’an ve İslâmiyet’e yapılan darbeler ânında maddi-manevi çok ızdırablar çektiğimiz çokça vuku bulduğu gibi..

Millet-i İslâm’ın ebedî refah ve saadeti için, dünyada rahatlık görmemek pahasına dahi olsun dinimize ve bütün bir mukaddesatımıza reva görülen iç ve dış istibdad ve zulümler sona ermedikçe, âlem-i İslâm kurtulmadıkça bizim ızdırabımız hiç dinmeyecektir.

Ta ki yüce Rabbimizin, “İnkâr edenlere de ki: Siz mağlûp olacak ve Cehenneme sürüleceksiniz. O ise pek kötü bir yataktır. Al-i İmran 12” ferman-ı celalisinin tahakkuk edeceği güne dek..

Ancak, yaşadığımız süreçte dehşetli acıların te’siratıyla, bu aziz milleti türlü ateşlere atan vicdan yoksunu, dinsiz ve imansız süfyan komitesi olan fetö misali münafıkane hareket eden küfür ve zındıka komitelerine karşı zalimlerin karşısında dik durup, mazlumların safında yer almakla; her daim “son nefesimize” kadar maddi-manevi cihad meydanlarında bunlarla mücadele etmeyi; Rabbimizden kesin bir emir telakki ediyoruz..

Yüce Rabbimiz, türlü kılıklardaki ama gerçekte tek bir millet olan bu gafil bedbahtlar topluluğunun kabil-i ıslah olmayan akıbetlerini haber vermekle beraber gerçek yüzlerini de ayrıca ifşa etmiştir, mukaddes kitabımızda..

Ne güzel de “gören” gözlere göstermiş ve henüz sağırlaşmamış “duyan” kulaklara fermanını tebliğ etmiş; “Andolsun biz, cinlerden ve insanlardan birçoğunu cehennem için yarattık. Onların kalpleri vardır ama onlarla KAVRAYAMAZLAR; gözleri vardır ama onlarla GÖREMEZLER; kulakları vardır ama onlarla İŞİTEMEZLER. Onlar hayvanlar gibidir, hatta daha da sapkındırlar. İşte asıl GAFİLLER onlardır.. Araf 179”

İşte Rabbimizin bu yüce buyruğunda ifade edildiği üzere, bizim fasıklar, münafıklar ve kâfir zındıklarla bir işimiz yahut alış-verişimiz yoktur, olamaz..

Bizler ancak bu bedbahtların arkasından şuursuzca peşisıra giden, bu fasıkların kanalizasyonlarından beslenen ve dahi aklını kullanmayan, safderun olup cehaletini mazur gören devekuşu kılıklı halk tabakasına bir parça seslenmek istiyoruz..

Zira fetö misali zındıklardan ders alan “malum” münafıklar, yine şeytan hesabına Kur’an güneşini üflemekle söndürmeğe, aptal çocuklar gibi ahmakane ve divanecesine geçen bir yıl boyunca çalışmaları hikmetiyle, bizlere gayet sıkı ve sıkıcı ve sıkıntılı bir halette bu mezkûr mesaile dair gelen hakikatler yazdırıldı tahmin ediyorum.

Deniliyor ki: Deve kuşuna demişler; “Kanatların var, uç!” O da kanatlarını kısıp, “Ben deveyim” demiş, uçmamış. Fakat avcının tuzağına düşmüş. Avcı beni görmesin diye başını kuma sokmuş. Hâlbuki koca gövdesini dışarıda bırakmış, avcıya hedef etmiş.

Sonra ona demişler: “Madem deveyim diyorsun, yük götür!” O zaman kanatlarını açıvermiş, “Ben kuşum” demiş, yükün zahmetinden kurtulmuş. Fakat hâmisiz ve yemsiz olarak avcıların hücumuna hedef olmuş.

İşte Ey ahirzaman ebu cehillerinin torunları..!

Aynen onun gibi; münafıklıkta “medine münafıkları” misali maharet kazanmış ve böylece “sabah başka, akşam başka” kılıklara bürünen adamların kör olan akıl gözlerine nasıl gösterilebilir; hak ve hakikatın gurubu olmayan güneşinin ezeli nurunu..

Ebu cehil dediğim için alınmayın.. Zira ebu cehil çok akıllı bir adam olduğu halde, iki cihan güneşine “inadına” ilgisiz kalması ve O ezeli güneşten gelen hakikat nurlarına gözlerini kapadığı için “cahillerin babası” ünvanına liyakat kesbetmişti..

Küfr-ü inadi hastalığına mübtela olmuş kalbi hastalıklı olan ey ehl-i dalalet..!

Ne zamana kadar, meydanlara dökülen nice hakikatlerden bigâne kalıp, iki cihan saadetini te’mine medar olacak bu parlak nurani hakikatlere karşı, deve kuşu misali gözünüzü “inadına” kapatmayı sürdüreceksiniz..

Taktığınız manasız isim ve resimlerle, ahlaksız lakap ve düzmece yalan-dolan ve iftiralarınızla; oyun içerisinde oyun ve tuzaklarınızla, hak ve hakikat güneşini asla yok edemeyeceksiniz..

Millet uyandı ve uyanıyor.. zira güneş balçıkla sıvanmaz dı..

Yüzyıllardır içerideki fetö misali “satılmışlar” ve dışardaki “zındıka komitelerinin” ortaklığıyla, ellerine verdiğiniz türlü oyuncaklarla oyalayıp uyuttuğunuz bu necip millet küllerinden doğuyor..

40 yıldır münafıkane yaptığınız tüm kirli iş ve oyunlarınız, tüm çıplaklığıyla artık görünüyor, görmek isteyen gözlere.. daha kimseyi kandıramazsınız..

Zira Bediüzzamanın veciz beyanatıyla ifadatı, “Takdir-i Hudâ, kuvvet-i bâzu ile dönmez. Bir şem’a ki, Mevlâ yaka, üflemekle sönmez.” Veyahut “İslâmiyet güneş gibidir, üflemekle sönmez. Gündüz gibidir, göz yummakla gece olmaz. Gözünü kapayan, yalnız kendine gece yapar.” şeklindeki beliğane izahatı, meselemize çok kuvvetli bir şahid-i sadıktır.

Son sözü, felâket ve helâket asrının adamı bediüzzaman hazretlerinin çağları aşan çok kıymetli bir kısım müjdeli ihbaratına bırakırken; bütün bir vatan sathındaki şehitlerimize rahmetler dilerken yüce Rabbimizden, gazilerimizin de selam ve selamet ve hastalıklarına şifa temennilerimizi dualarımıza dahil ediyoruz her daim..

Farz-ı muhal olarak, Allah etmesin, eğer bizi parça parça edip öldürseler; emin olunuz, biz yirmi olarak öleceğiz, üçyüz olarak dirileceğiz.

Başımızdan rezail ve ihtilafatın gubarını silkip, hakikî münevver ve müttehid olarak kervan-ı benî beşere pişdarlık edeceğiz.

Biz, en şedid, en kavî ve en bâki hayatı intac eden öyle bir ölümden korkmayız.

Biz ölsek de, İslâmiyet sağ kalır. O millet-i kudsiye sağ olsun.

Musibet, şerr-i mahz olmadığı için, bazan saadette felâket olduğu gibi, felâketten dahi saadet çıkar.

Eskiden beri i’la-yı kelimetullah ve beka-yı istiklaliyet-i İslâm için farz-ı kifaye-i cihadı deruhde ile, kendini yek-vücud olan âlem-i İslâma fedaya vazifedar ve hilafete bayraktar görmüş olan bu devlet-i İslâmiyenin felâketi, âlem-i İslâmın saadet-i müstakbelesiyle telafi edilecektir.

Zira şu musibet, maye-i hayatımız ve âb-ı hayatımız olan uhuvvet-i İslâmiyenin inkişaf ve ihtizazını hârikulâde ta’cil etti.

Biz incinir iken, âlem-i İslâm ağlıyor.

Avrupa ziyade incitse, bağıracaktır.

Şayet ölsek, yirmi öleceğiz, üçyüz dirileceğiz.

Hârikalar asrındayız.

İki-üç sene mevtten sonra meydanda dirilenler var. (Bediüzzaman, Tarihçe-i Hayat)

Hasan TAYFUR

20 Şevval 1438