21. Asır Kuran Aşıklarına Mektup

Yaklaşık 7000 sayfayı bulan ve belgeleri konuşturan 6 ciltlik eseri bitirmek üzere olan kardeşinize, yakın dostlarım bir Son Söz kaleme al dediler. Kısacık aklımla kendime göre bazı şeyleri tasavvur ettim ve kalem oynatacaktım ki, elime Bedîüzzaman’ın vefatından sonra, Risâle-i Nur hakkında yapılan doğru-yanlış konuşmalara ve bazan da iftiralar üzerine, Risâle-i Nur’un rükünlerinin kaleme aldığı Yirminci Asır Kur’an Âşıklarına Mektup isimli lahika geçti. O kadar muhtevâlı buldum ki, Son Söz yerine bu lahikayı koymayı daha münasip görüyorum. Kitapta neşretmeden, hele hele sapla samanın birbirine karıştığı şu günlerde, bu önemli mesajları, bütün Müslüman kardeşlerimle paylaşmak istedim.

Bu lahika mektubunda Nur Talebelerinin Bedîüzzaman’a ve Risâle-i Nur Külliyâtına bakışı özetlenmekte; diğer İslam âlimleri ve İslâmî eserler hakkında Nur Talebelerinin olması gereken yaklaşımları anlatılmakta; dünyevî, siyasî ve sosyal hayatın bütün safha ve şartlarında Nur Talebelerinin müsbet hareket tarzı hülâsa edilmekte ve nihâyet Bedîüzzaman ve Nur Külliyâtının sadece Anadolu insanları için değil, bütün Âlem-i İslâm için ve hatta bütün beşeriyet için Kur’an’ın dersi olduğu izah edilmektedir.

Bu lahika mektubunu kimin kaleme aldığı bizce henüz malum değildir. Ağabeylere soracağız. Ancak sonunda, elimizdeki nüshalardan birinde sad harfi ve diğerinde ise sin harfi bulunmaktadır.

YİRMİNCİ (VE YİRMBİRİNCİ) ASIR KUR’AN ÂŞIKLARINA MEKTUP

Aziz, Sıddık ve Muhterem Kardeşlerimiz!

Bu defa memleket aktârında her beldedeki en güzîde simaları görmekle bir Said yerinde binler Said’in hizmet-i Kur’aniyede saf tuttuklarını müşâhede ederek nihayetsiz mesrûriyet içinde Rabb-i Rahîme şükrettik. Bilâd-ı İslâmiyenin her köşe ve bucağında ulvî kalbleriyle, müstakim akıllarıyla, nâtık lisanlarıyla, parlak kalemleriyle, temiz niyet ve vicdanlarıyla, yüksek metânet ve fedakârlıklarıyla dinin hâdimi olan aziz kardeşlerimizi en derin kalblerimizde hürmetle yad ediyor ve vazife-i kudsiyelerinde muvaffakıyet temenni ediyoruz. İnşallah a’zamî gayret, sebat ve fedakârlıklarıyla Nur-u İlâhînin taa be kıyamet devamına vâsıta ve ihtişamına dellâl olurlar.

Evet, Aziz Kardeşlerimiz! Mu’azzez Üstadımızın Dâr-ı bekaya teşriflerinden sonra muazzam bir cemâ’at-i nuraniye olarak kendini gösteren Risâle-i Nur Talebelerinin karşısında, kökü ecnebide vatan ve millet aleyhindeki bazı cereyanların tahribâtına mukabil, Risâle-i Nurdan ders alarak kardeşlerimiz, her biri a’zamî bir şevk bir gayert içinde çalışarak envâr-ı imaniyeyi her tarafa neşrettiler. Bilhassa Risâle-i Nurun bir vazifesi olan Hatt-ı Kur’aniyeyi muhafazaya çalıştılar. Evet hakaik-i imaniye ve Kur’aniyeyi ilmî ve mantıkî şekilde tam ders alıp vermek ve sonra da ders alan talebelerin her biri bir muhitte hizmet etmek suretiyle yeni yeni isti’dâdların inkişafına koştular. Bilâd-ı islâmiyenin her bir köşesine dağılarak şems-i Nübüvvetin tecellisine yardım ettiler. Madem elimizdeki Risâle-i Nur gayet kuvvetli ilmî ve mantıkîdir; tek başıyla kırk seneden beri dünyaya meydan okuyor; Kur’anın i’câzını âleme neşretmiş; hiçbir ceryana hiçbir hâdiseye tâbi olmayarak bilakis bütün cereyan ve hâdiselerin fevkınde kâinat üstünde ezel ve bedin mu’azzam meselesi ve bir hâdise-i Muhammediye ve hakikat-ı Kur’aniye olarak görülmüş; bütün başlar ve akıllar üstünde Nur-u İlâhiyeyi tebliğ etmiş; ve bugün âfâk-ı İslâmiyeyi nuruyla ihâta etmiş; böylece cüz’iyetten çıkıp külliyet kesbeden şümullü ve umumî Kur’anî bir hakikat mahiyetini almıştır; şimdi bize düşen en mühim vazife, bu haşmetli Nur’a karşı âyineliktir.  Bulunduğumuz her yerde her zamanda her makam ve vazifede kulluk vazifemizi ifa etmek, bu zamana kadar üzerimizde tecelli ve te’âlî eden ni’metlere karşı talebelik borcumuzu yerine getirmektir. Bizim imdadımıza gelen  bu nur-ı iman hakikatlarını muhtaç kardeşlerimizin vatandaşlarımızın ellerine ulaştırmaktır.

O aziz ve azim Üstad ki, vefatından bir ay önce İstanbul ve Ankara’daki son dersinde hülâsatan verdikleri dersde hizmet-i hakikiyemizi göstermekle beraber, Risâle-i Nurun geçmiş ve gelecek devrelerine işaret buyurmuşlardır:

Kardeşlerim! Hastalığım pek şiddetli, belki pek yakında öleceğim veyahut bütün bütün konuşmaktan -bazan men’olduğum gibi- men’ edileceğim. Onun için benim Nur âhiret kardeşlerim, ehven-üş şerr deyip bazı bîçare yanlışçıların hatalarına hücum etmesinler. Daima müsbet hareket etsinler. Menfî hareket vazifemiz değil.[1]

Aynı zamanda şöylece ilave ediyor, teşcî’ ve teşvik ediyor:

Onun için Cenab-ı Hakk’a şükür Kur’an-ı Hakîm’in işarat-ı gaybiyesi ile kahraman Türk ve Arab milletleri içinde lisan-ı Türkî ve Arabî ile bu asrı kurtaracak bir mu’cize-i Kur’aniyenin Risale-i Nur namıyla bir dersi intişara başlamış. Ve onaltı sene evvel altıyüzbin adamın imanını kurtardığı gibi, şimdi milyonlardan geçtiği sabit olmuş. Demek Risale-i Nur; beşeri anarşistlikten kurtarmağa bir derece vesile olduğu gibi, İslâm’ın iki kahraman kardeşi olan Türk ve Arab’ı birleştirmeye, bu Kur’anın kanun-u esasîlerini neşretmeğe vesile olduğunu düşmanlar da tasdik ediyorlar. [2]

Vefatından sonra çeşitli hâdislerin tazyikiyle ve câzibedâr meşgalelerin te’siriyle fütura düşmek ihtimaline biâen bizleri ikaz ediyor:

Kardeşlerim, belki ben öleceğim. Bu zamanın bir hastalığı daha var; o da benlik, enaniyet, hodfüruşluk, hayatını güzelce medeniyet fantaziyesiyle geçirmek iştihası, tiryakilik gibi hastalıklardır. Risale-i Nur’un Kur’andan aldığı dersin en birinci esası: Benlik, enaniyet, hodfüruşluğu terk etmek lüzumudur. Tâ ihlas-ı hakikî ile imanın kurtarılmasına hizmet edilsin. Cenab-ı Hakk’a şükür, o a’zamî ihlası kazananların pek çok efradı meydana çıkmış. Benliğini, şan ü şerefini en küçük bir mes’ele-i imaniyeye feda eden çoktur.

Madem mesleğimiz a’zamî ihlastır; değil benlik, enaniyet, dünya saltanatı da verilse, bâki bir mes’ele-i imaniyeyi o saltanata tercih etmek a’zamî ihlasın iktizasıdır. [3]

Evet Aziz ve Mübârek Kardşlerimiz!

Nurlardan aldığımız hakikat-ı imaniye dersiyle ve himet-i imaniyede bulunmaktan gelen küllî alâkadarlık ve münâsebet ile herkesin ev, bahçe ve dükkân gibi cüz’î dairesine bedel İslâmiyet, Âle-i İslâm ve kâinat kadar geniş ma’nevî hayatı ve vucudî daireleri var. Herkes ihlâsına, hizmetteki himmet ve niyetine göre, âyine-i ruhuna in’ikad eden bu geniş ve ebedî âleme sahip oluyor. Bu hakikatı İhlâs Risâlelerine ve Hutbe-i Şâmiye’deki hizmet-i islâmiyeye dâir altı mes’eleye havale ediyoruz.

Bilhassa İkinci Kelime’de izah edilen imandan gelen kuvve-i ma’neviyenin dersi ve Beşinci kelimedeki meşveret-i şer’iye dersleri, herbirimiz için ne kadar elzem hakikatlar olduğu malumdur. Şu tek cümle dahi bu hakikatı ifadeye kâfidir:

Çünki bir adamın kıymeti, himmeti nisbetindedir. Kimin himmeti milleti ise, o kimse tek başıyla küçük bir millettir.[4]

Bazılarımızdaki dikkatsizlikten ve Ecnebilerin zararlı seciyelerini almamızdan kuvvetli ve kudsî İslâmî milliyetimizle beraber, herkes nefsî nefsî demekle ve milletin menfaatini düşünmemekle ve menfa’at-i şahsiyesini düşünmekle bin adam bir adam hükmüne sukut eder. Müslümanların hayat-ı ictimâiye-i islâmiyedeki saadetlerinin anahtarı olan meşveret-i şer’iyeye dair Altıncı Kelime ise, bir düstur-u hakikattır.

Hem herbirimiz bulunduğumuz köy, kasaba ve şehirde bu Altıncı Meselenin ihtarıyla aramızda bir şûrây-ı ma’nevî ile hareket etmekle İhlâs Risâlesinde beyân edilen;

Güya on hakikî müttehid adamın herbiri yirmi gözle bakıyor, on akılla düşünüyor, yirmi kulakla işitiyor, yirmi elle çalışıyor bir tarzda manevî kıymeti ve kuvvetleri vardır. [5]

manasını elde etmeye çalışmalıyız.

Bu defa Cenab-ı Hakk’ın inayetiyle ve muhterem kardeşlerimizi dualarıyla yaptığımız umumî ziyaretlerde yakinen gördük ve anladık ki, Cenab-ı Hak nihayetsiz rahmet ve keremiyle İslâm diyârını Nurunun ayrı ayrı tecellilerine mazhar has kullarıyla, Kur’an hâdimleriyle, islâmiyet fedakârlarıyla donatmış. Her yerde, her mekânda, her beldede Nurun âşıkları, imanın fedâkâr bülbülleri var. Cenab-ı Hak ebediyyen pâyidâr eylesin, muhâfaza ve devam ettirsin. Âmîn.

Evet Aziz Kardeşlerimiz! Bir hakikat-ı Kur’aniye ve mu’cize-i Furkaniye olan Risâle-i Nur enzâr-ı âleme dersini vermekte devam ediyor. Bir zaman ehemmiyetli bir vakitte, şimdi ne yapacağız diye Nurlardan tefâülde şu fıkralara karşımız çıktı:

Risale-i Nur’la mübareze edilmez, o mağlub olmaz. Yirmi senedir en muannid feylesofları susturuyor. İman hakikatlarını güneş gibi gösteriyor. Bu memlekette hükmeden, onun kuvvetinden istifade etmek gerektir.

Benim ehemmiyetsiz şahsımın kusurlarıyla beni çürütmek ve ihanetlerle nazar-ı âmmeden düşürmek; Risale-i Nur’a zarar vermez, belki bir cihette kuvvet verir. Çünki benim bir fâni dilime bedel Risale-i Nur’un yüzbin nüshalarının bâki dilleri susmaz, konuşur. Ve hâlis talebeleri, binler kuvvetli lisanlar ile o kudsî ve küllî vazife-i Nuriyeyi şimdiye kadar olduğu gibi, inşâallah kıyamete kadar devam ettirecekler. [6]

Demek değişen her hâdisede ve tahavvülde bizim vazifemiz, yalnız ve yalnız hizmet-i Kur’aniye ve imaniyedir.

Prof. Dr. Ahmet Akgündüz

www.NurNet.org