28 Şubat ”KAFAYA YENİLMİŞ BİR DARBE”

Her sene yazdığım gibi yine  28 Şubatın devri senesinde bir şeyler yazmak istiyordum.Zihnimden  o dönemi ve o dönemin etkilerinin günümüze yansıyan yönlerini anlatacak çok şeyler geçiyordu.Başörtülü-Kadınlar
Fakat  e-mail kutusun da bana gönderilen yazıyı görünce fikrim değişti. Bana o dönemin etkilerini özlü bir şekilde anlatan o dönemi yaşamış bir genç kızın dilinden yazılmış çok güzel bir yazı gönderilmişti. Benim aktarmak istediklerimin tümünü içeren son zamanlarda yaşanan olaylara az da olsa atıfta bulunan çok güzel bir yazıydı. Bu yazıyı hiç bir ekleme yapmadan size aktarmak istiyorum.
” Orta ikinci sınıftayım. Yaş kaç oluyor… 13 mü? Öyle bir şey. Eyüp Anadolu İmam Hatip Lisesi. Kocaman başörtülü, ayağa kadar uzanan pardösülü ablalarımız var. Gruplar halinde davalarını anlatıyorlar. Kimisi Risale okuyor, kimisi Ali Şeriati okuyor, kimisi Erbakan hocayı anlatıyor, kimisi İsmet Özel, Sezai Karakoç okuyup edebiyat takılıyor. Çoğu dediklerini anlamıyorum ve anlamadığımı belli etmemek için akşam eve gidince deli gibi kitap okuyorum. İmam hatipten hatırladığım şey öğretmenler değil o kocaman ablalar. Devletin 100 kişilik sınıfları idare etsinler diye idareten gönderdiği kifayetsiz memurlar diye kodlamış beynim imam hatip öğretmenlerinin çoğunu. Eskiden öyle değillermiş. Ama artık devlet doğru düzgün hoca tayin etmiyormuş. Birkaç tane bir şeyler öğretmek için çırpınan hoca da 6.000 kişilik okula yetmiyormuş. Böyle anlatıyordu ablalar.
O kocaman ablalardan epey şey öğrendim. 16-17 yaşındaki kocaman ablalar.
Hafızlar vardı mesela aralarında. Bir tanesini hatırlıyorum, teneffüs aralarında diğer hafız arkadaşına tekrarını yapar, derse başlayınca da kırk yıllık akademisyen edasıyla hocayla münazaraya tutuşurdu.
Mesela bir grup kız vardı. Her öğlen arasında bir araya gelirler, akşamları evde okudukları edebi metinleri tartışırlardı.
İnanıyorlardı. Memleketi kurtaracaklardı. İnandırılmışlardı. Saflardı gerçekten. Hayatımda bir daha o kadar zeki, o kadar donanımlı, o kadar inançlı kızlar görmedim. Deli gibi çalışıyorlardı. Delilerdi gerçekten.
Okul vızır vızırdı. Öbek öbek gruplardan sesler gelirdi. Felsefe, tarih, edebiyat, Kur’an, siyer, dinler tarihi…
Muhtemelen şehrin başka bölgelerindeki deli olmayan akranları romantizm nedir onu keşfediyordu o sıralarda.
İşte tam o zamanlarda bir şey oldu. Ne olduğunu bilmiyorum. Sessizliğe büründü okul. Sadece okul değil genel olarak her yerde bir sessizlik peyda oldu. Fısıltılar sardı her yanı.
Bir tane hocamız vardı. Meryem hoca. Devletin tayin ettiklerinden değil, para almadan gelip bildiklerini öğretmek için çırpınan o numune hocalardan. Şu eskiden çok olan, artık kalmayanlardan. Parkta bir tane banka oturmuş, etrafını sarmışız. Artık gelemeyeceğini söylüyor okula. “Biz de gelmeyelim o zaman hocam, siz yoksanız biz de yokuz!” diyoruz.
Meryem hoca gitti tabii. Biz kaldık. Sonra biz de gittik. Sonra o deli kızlar da gitti. Kimse kalmadı.
Tamam olana çare yoktu. Ama olacak için bir şeyler yapmalıydı.
Babam, imam hatiplerde başı kapalı okunamayacağını öğrenince bir çare aramaya koyuldu o sıralarda. Sadece benimki değil binlerce babanın arayışı aynıydı. İmam hatiplerin yerine kolejler o zamanlarda keşfedildi. Bir de katsayı meselesi var.
Neyse oklar kolejleri gösteriyor. Okları takip edecek gücü olanlar takip ediyor. Ellerinden alınan dini eğitim yapan, muhafazalı okul imkanına mukabil, buldukları kolej fırsatından faydalanmak için evini, arabasını satan veliler biliyorum.
Dindar nesil yetiştirmeyi isteyenler onlardı. O zaman istiyorlardı. Tek dertleri buydu: Dindar nesil yetiştirmek. Henüz ayağa düşmemişti böyle şeyler.
Sonra ne oldu özetleyeyim.
Füru at diye biri geldi önce. Bütün teferruatlarımızdan arındık zamanla. Türkiye’nin dört bir yanına yayılan United states of cemaat’in bedelli askerleri olarak kıyafet inkılabına uyum sağladık. İnkılaplar bununla kalmadı elbette. Bazı kelimelere yasak geldi. Kitaplardan arındırıldık. Modernleşmek için elimizden geleni yaptık. Bunlar tedbirdi elbette. Başımıza bir bela gelmesin diye. Sorun şuydu ki, çok sevdik biz o modernleşmeyi. 13 yaşında teneffüslerde Hz. Hatice’nin ahlakını konuşan gençler, artık Titanic’le yatıp kalkıyordu, Lacoste’larını yarıştırıyordu.
Zira dindar nesil yetiştirmek için ev satan babalar da her fani şey gibi bitmişti. Artık moda cihat değil taahhüt idi. Güngören, Zeytinburnu, Fatih akın akın Florya’ya, Bahçeşehir’e hicret ediyordu.
Mide bulantılarımın başlangıcı tam olarak o zamanlara rast gelir.
Geçmedi hâlâ.
Hiçbir şey geçmedi.
16 yıl önce bugün yapılan o hareket başarılı olmuştur.
O dünyayı kurtaracağına inanan deli kızlar, delikanlılar o zaman da mazlumdu şimdi de mazlum. Kayboldular, kayıplara karıştılar, kaydılar.
Zalim sadece tebdil-i kıyafet yaptı.
Özetle 28 şubat, birçoğu için doğrudan kafaya yenilmiş bir darbedir. Yenilmişizdir.
Dindar nesil yetiştirmek meselesi var ya hocam…
Onu konuşuruz yine, şu ihalelere bakalım biz.”
Zeynep SEVDE