4 Hatve Notları-1 ( Bediüzzaman’ın Manevi Tarîki )

[Bu küçücük zeylin büyük bir ehemmiyeti var. Herkese menfaatlidir.]

Cenâb-ı Hakk’a vasıl olacak tarîkler pek çoktur. Bütün hak tarîkler Kur’andan alınmıştır. Fakat tarîkatların bâzısı, bâzısından daha kısa, daha selâmetli, daha umumiyetli oluyor. O tarîkler içinde, kasır fehmimle Kur’andan istifâde ettiğim “Acz ve fakr ve şefkat ve tefekkür” tarîkıdır. Evet, acz dahi, aşk gibi, belki daha eslem bir tariktir ki: Ubûdiyyet tarîkıyla mahbubiyyete kadar gider. Fakr dahi, Rahmân ismine îsal eder. Hem şefkat dahi aşk gibi, belki daha keskin ve daha geniş bir tarîktir ki, Rahîm ismine îsal eder. Hem tefekkür dahi aşk gibi, belki daha zengin, daha parlak, daha geniş bir tarîktir ki, Hakîm ismine îsal eder. Şu tarîk, hafî tarîkler misillü, “Letâif-i Aşere” gibi on hatve değil ve tarîk-ı cehriyye gibi “Nüfus-u Seb’a” yedi mertebeye atılan adımlar değil, belki “Dört Hatve”den ibarettir. Tarîkattan ziyâde hakikattır, şeriattır. Yanlış anlaşılmasın: Acz ve fakr ve kusurunu Cenâb-ı Hakk’a karşı görmek demektir. Yoksa onları yapmak veya halka göstermek demek değildir.

Şu kısa tarîkın evrâdı: İttiba-ı sünnettir, feraizi işlemek, kebâiri terketmektir. Ve bilhassa namazı ta’dil-i erkân ile kılmak, namazın arkasındaki tesbihatı yapmaktır.

Birinci Hatveye:” Felâ tezekku enfüsekum ” (Necm suresi, 32)

âyeti işaret ediyor.

İkinci Hatveye: ” Ve lâ tekûnü kellezine nasullâhe fe ensahum enfüsehum ” ( Haşir suresi, 19)

âyeti işaret ediyor.

Üçüncü Hatveye: ” Mâ esâbeke min hasenetin fe minallah ve mâ esâbeke min seyyietin fe min nefsike ” (Nisa suresi, 79 )

âyeti işaret ediyor.

Dördüncü Hatveye: ” Küllü şey’in hâlikün illa vechehu ” ( Kasas suresi, 88 )

âyeti işaret ediyor.

* Tarik: Hakikat ve Hakk yolu; insanı Hakka ve Hakikate ulaştıran yol demektir. Bu manada genel boyutuyla yolu, tarik kelimesi ifade eder. Hakka, selamete ve rüşde eriştiren yola Kur’anda, sebil denilir.[1] Hidayet caddesine ise, sırat denilir.[2]

* Cenâb-ı Hakk’a vâsıl olacak: Yani Hakk’a aynalık seviyesine ulaştıran, Hakk’ın yanında kılan, Hakkın insanın yanında olduğu hissettirecek yol demek…

* Hak tarikler Kur’ân’dan alınmış: Hak tarik, Hakka eriştirir. Fakat bâtıl tarikler, Hakka götürmezler, insanı yoldan çıkarırlar. Bütün gerçek tarikatlar, Kur’anın bir tefsiri; sünnetin bir cephesidir. Kur’an her karakterde insana hitap eden bir kitaptır. Karakter farklı ise, yol da farklı olacak… Muhataba göre Kur’an yol haritası çizecek. Kur’an işi uzatmıyor, bilakis muhatabın yapısı öyle istiyor. Hastaya göre ilaç verilmesi ve tedavi yapılması gibi… Hakikate, insanı ulaştırana Üstad denilir; Hakka eriştirene ise, Mürşid denilir. Kur’an, bir mürşiddir. İnsanları Hakka ayna kılacak şekilde irşad ediyor.

* Daha selâmetli: Demek nefsin oyunlarından, şeytanın hilelerinden daha muhafazalı… Bu yol peygamberlerin yolunu ifade eder. En kısa ve en selâmetli yol, herkesin talep edeceği yoldur. Yollar içinde en umumisi daha makbuldür. Çünkü o yolda gidenler ve gitmişler daha çoktur. İnsan kendini daha bir emniyette hisseder. İşte acz, fakr, şefkat ve tefekkür peygamber yoludur. Acz ve fakr, kişi ile Allah arasındaki yolu ve yolculuk seyrini ifade eder. Bu yolculuk gaybda bir yolculuktur. Bu yolla, Hakikate yetişilir. Şefkat ve tefekkür ise, şehadet âleminde bir yolculuktur. Bu yol, kişinin hakikati ile diğer kulların hakikatleri arasındaki bir yoldur. Bu yolla, Hakka erişilir. Acz ve fakr, velâyet yoludur; şefkat ve tefekkür, risalet yoludur. Acz ve fakr, Hakikati enfüste buldurur, Hakikat ile cüz’î bir muhatabiyettir. Şefkat ve tefekkür ise, Hakikati âfâkta buldurur. Dıştaki bu İlâhî tecelliye “ Hakikat ” değil Hakikatü’l-Hakaik denilir.[3] Bu âfâkî ilerleme, Allah ile külli bir muhatabiyettir.

* Kasır fehim: Yani kısa anlayışımla Kur’andan bunları görebildim, belki daha kısa yollar da vardır demektir. Nitekim İhlas Risalesi’nde Üstad Hakk yolunu 2 adıma indirir: İhlas ve Uhuvvetİhlas, enfüsü; Uhuvvet, âfâkı aydınlatır. İhlas, acz ve fakrı kabullendirir; uhuvvet ise, şefkat ve tefekkürle yapılır… Hakikat yolunu ise Üstad, 1 adımı indirir: “ İhlas, en kısa bir tarik-i Hakikattir. ” ( 21. Lem’a )

* Acz <-> Kudret… Fakr <-> Gına… Acz, kula; kudret, İlah’a has… Fakr, kula; gına, İlah’a mahsus…

* Şefkat <-> Gaddarlık… Tefekkür <-> Gaflet… Şefkat, âciz ve fakir olana karşı yapılır. Tefekkür de, böyle birisini gafletten kurtarma içindir. Ona hak hikmeti göstererek, onu irşad etmek hedeflenir.

* Üstad, acz, şefkat ve tefekkürü, aşk ile kıyaslıyor. Fakrı, aşk ile kıyaslamıyor. Çünkü aşk, fakr yolunun ürünüdür.

* Acz, ubudiyet yoludur; fakr, memlûkiyet yoludur. Acz, hiçlik yoludur; fakr, yokluk yoludur. Acz, tevazudan başlar, mahviyetten geçer, fena fillahta son bulur. Yani acz yolu, maddeden soyutlanmak, kudretin tayin ettiği karanlık “ vücud ” elbisesini çıkarmak; ruhun nurlu hiçliğinde yürümektir.

* Acz, kişiyi, ruhlaştırır. Fakr, kişiyi kalpleştirir. Âciz Ruh, Allah ismine; âşık kalb, Rahman ismine mazhardır. Şefkat, Rahîm ismine mazhardır. Tefekkür eden bir akıl da, Hakîm ismine mazhardır. Ruh, Allah’a; kalb, Rahman’a; nefis, Rahîm’e; akıl da, Hakîm ismine mazhar olur. Böylece hakiki bir hizmet, Besmeleye mazhar olmakla olur. Bu seviye istenilen hedeftir. Böyle biri ruhları, irfan ve sabır ile tecliye; kalpleri, mukaddes aşk ve şükür ile tasfiye; nefisleri, kudsi şefkat ile tezkiye; akılları hakikat ilmi ve hak hikmeti ile tâlim ve irşad eder.

* Acz, aşktan daha selametlidir; manevi tehlikesi yoktur. Kula, hiçliğini ders verir. Kul maddeten âciz olduğu gibi manen de âcizdir. Bu cihetten, “ hiç-ender-hiç ” tir. Şefkat, aşktan daha keskindir. Tıpkı bir bıçak ve kılıç gibi… Aşk nefsi tam öldüremez ama şefkat nefsin bencilliğini tam manasıyla gebertir. Çünkü aşk, kendinden daha mükemmele karşı bir histir. Oysa şefkat kendinden daha kötüye karşı yaşanan bir histir. Mükemmelde fena kolaydır; fakat nakıs ve kusurluda fena nefis için Cehennem gibidir. Hem şefkat daha geniş alanlıdır. Aşk ise, bir kişiye karşıdır. Şefkat ise, bütün var edilenlere karşıdır. Tefekkür, aşktan daha zengindir. Çünkü 1001 Esmaü’l-Hüsna, tefekkür ile incelenir, cilveleri seyredilir, sırları ve hakikatleri tesbit edilir. Fakat aşk, Cemil ve Kâmil isimlerini bilir. Hem tefekkür daha parlaktır; çünkü aşk, Zâta odaklanırken tefekkür bütün tevhid mertebelerini ve onların nurlarını da gösterir. Tefekkürde eser-fiil-isim-vasıf-şe’n-Zât şeklinde bütün cihetler vardır. Hem tefekkür daha geniş alanlıdır. Âşık, maşukuna bakarken, tefekkür Halıka da bakar mahluka da; enfüse de bakar âfâka da; dünyaya da bakar ukbaya da…

* Hafî tarik: Enfüsî cihette giden ve zikrini de sessiz ve içten yapan tarikat demektir. Nakşibendîler, Bektaşîler v.s. bu yol üzeredir. Bunlar 10 latifeyi esas alırlar. 5’i âlem-i halka, 5’i âlem-i emre aittir.[4] Halk âlemine ait olanlar toprak, hava, su, ateş ve bunlardan meydana gelen nefistir. Bu 5 ciheti terbiye ile nurlandırmaya çalışırlar. Enfüsteki toprağı nurlandıran âfâktaki toprağı da nurlandırır. Bir mana olarak enfüsteki hava, “ hevâ ” dır. Enfüste hevâya binen, Süleyman olur; âfâktaki havaya biner. Hevâ, “ Nefsin düşkün ve tutkun olduğu şeyler ”  demektir. Toprak, “ gıda ve yiyecek ”; su, “ içecek ”; ateş, “ şehvet ” olabilir. Bu 4 madde, nefsi meydana getirir. Emir âleminden olanlar ise, kalb, ruh ( kalbin hakikati ), sır ( kalb   gözü ), hafi ( kalbin göz bebeği ) ve ahfâ ( kalbin kulağı ) dır. Gaye bunların her birini, bir ism-i İlâhîye ayna kılmaktır. Onları işlevsel hale getirmektir. Kalb, akıl ve fuaddan meydana gelir. Kalb, akıl ile düşünecek, bilecek; fuad ile hissedecek, sevecek, ünsiyet edecek. Ruh ise, odaklanacak, her şeyi Allah için bırakacak, terk edecek. Sır ve hafi, Matlub ve Mahbub-u Zü’l-Cemâli; Mergub ve Mâşuk-u Zü’l-Kemali görecek, müşahede edecek. Ahfa ise, O kusursuz Sevgili’yi işitecek. Diğer bir latife ise, Onunla konuşacak. Çünkü kalb telefonunun sesi alıcı özelliği, “ ahfâ ” dır; verici özelliği başka bir latife olmalı… Bu latife ile Seven ve Sevgilisi arasında konuşma başlar. Buna “ mükâleme-i kalbî ” denilir. ( 4. Şua )

* Cehrî tarik: Âfâkî cihette giden ve zikrini de sesli ve dıştan yapan tarikat demek. Kadirîler, Rufailer v.s. bu yol üzeredir. Bunlar 7 nefis mertebesini esas alırlar. Emmâre ( Yusuf Suresi ), levvâme ( Kıyamet Suresi ), mülheme ( Şems Suresi ), mutmainne, râdıyye ve mardıyye ( Fecr Suresi ), sâfiye veya sâlime veya zekiyye ( Saffât ve Kehf Suresi )…

*  Hafi tarikler daha uzun, 10 adımdır. Cehrî tarik daha kısadır, 7 adımdır. Üstad’ın tariki ise, 4 adımdır. Hafi tarikler, enfüste işe başlarlar bitince âfâka geçerler. Aynı işi âfâkta da yaparlar. İçte ehadiyet üzere bulunanları, kâinattaki vâhidiyetleri ile buluştururlar. Kalb ve Arş; ruh ve Kürsi; sır ile Kâbe; hafi ile Hacerü’l-Esved gibi… Cehrî tarikler ise, âfâkı bitirince içe girerler. Âfakta gördüklerini içte de müşahede ederler. Üstadın yolunda ise acz ve fakr, enfüsü; şefkat ve tefekkür ise âfâkı aydınlatır. Daha kısa bir yol olan İhlas ve Uhuvvet’te ise, İhlas, enfüsü; Uhuvvet ise âfâkı aydınlatıyor…

* Şu kısa tarikin evrâdı: Her tarikatin bir virdi vardır. Yani zikir haricinde devamlı diline doladığı, okuduğu ve yaptığı iş… Nur hizmetinin evrâdı ise, “ ittiba-ı sünnet ” tir. Yani gerek acz ve fakr cihetiyle ubudiyete dair sünnetlerin; gerekse şefkat ve tefekkür gibi risalete dair sünnetlerin tamamına tâbi olmaktır. Ubudiyete dair sünnet boyutu ise: Farzları işlemek ve kebâiri terk etmektir. Farzlar, birer elmastır, pırlanta şekline gelecek tarzda iman hakikatleri ve marifetullah ile içi doldurularak işlenir. 9. Söz gösterir ki, namaz marifetullah ile gerçek manada kılınır. Namazın miraç olması bu sırra bina edilir. Bu cadde neden en geniş: Çünkü nafileler bu yolda vurgulansa herkes gelemez. Farzlar herkesin mecbur yapacağı şeydir. Zaten nafileler farzların içini doldurmak amaçlıdır. Nafilede akrebiyet ve rıza yoktur; ama farzlarda rıza ve akrebiyet kesindir. Amaç akrebiyeti inkişaf ettirmek ve akrebiyet-i külliyeye yükselmektir. Yani acz ve fakrını gördün ve hissettin; şefkat ve tefekkür ile her şeyin ve herkesin acz ve fakrını gör ki, Allah’ın kudret ve gınasının külliyetini, her yerde hazır ve nazır olduğunu görebilesin. 9. Söz’ün 2. Nüktesi tamamen bu enfüsî ve âfâki acz ve fakrı işler. Yani şefkat ve tefekküre dayanan risalet, külli ubudiyet, külli rıza, külli akrebiyet, külli huzuru meyve verir. Dikey miraçtan yatay miraca geçilir. İlk miraç, kalbi açar. Bu ikinci miraç ise, ruhu açar. Ruh açılınca, bast-ı zaman ve tayy-i zaman meydana gelir. Günah insanı, daraltır; kalbi ve ruhu köreltir. Hele bir de büyük günahsa… Bu hizmette küçük günahtan kaçmak esas olsaydı çoğu kişi tutunamazdı ve yol dar olurdu. Kebâir, hakkında hüküm kesin olan ve yapılmadığında Allah’ın rızası ve akrebiyeti kesin olan bir ameldir. Takva, amel-i salihten daha önemlidir. Kişiyi, “ maiyyet ” denilen rıza ve akrebiyete daha hızlı eriştirir.[5] Çünkü amel-i salihe, riya girebilir ama takvaya nefis karışamaz. Çünkü nefis, takva sahibi olan ruh ve kalbe düşman kesilir, ona kızar.

* Ferâiz içinde en mühim ve daimisi, namazdır. Bu yolun şartı, namazı tadil-i erkân ile kılmaktır. Yani namaza özen göstermek, namazın içini fikir, dua ve zikir ile doldurmaktır. Namaz sonundaki Sübhanallah, Elhamdülillah ve Allahu Ekber tesbihatını yapmak elzemdir. Çünkü bunlar tarikat-i Muhammediye’dir.[6] Nur yolu, tamamen Hz. Peygamber’e (ASM) aynadır. Hz. Peygamber’in (ASM) velayet cephesi, Ahmediyettir. Hakikat-i Ahmediye, acz ve fakr esaslarına dayanır.[7] Hz. Peygamber’in (ASM) risalet cephesi ise, Muhammediyettir. Hakikat-i Muhammediye, şefkat ve tefekküre dayanır.[8] Risalet, tefekkürle yapılır; İslamiyet ise şefkat ile yaşanılır…

* Bu sondaki tesbihat namazın içini doldurur, onu takviye eder. Buna dair, 9. Söz’ün 1. Nüktesi okunmalı…

* 1. Âyet, acze bakıyor. “ Asla nefsini aklama, tezkiye etme… Sen, âciz bir zavallısın. Fakat kendini kudretli zannediyorsun ” diyor. Emmâre –> Levvâme…

*  2. Âyet fakra bakıyor. “ Kendini kendine yeterli görenler, dünya ile yetinenler Allah’ı unuturlar. Allah da onlara sonsuz fakrlarını unutturur. Sen böylelerinden olma. Dünya ve Âhiret insanın fakrı ve ihtiyacı için kuruldu. Bunu da tatminin yolu insanın çalışmasıdır ” diyor. Levvâme –> Mülheme…

*  3. Âyet şefkate bakıyor: “ Âciz bir kişi var edemez. Var edemezse, hüsün veremez. Hüsün veremezse, o ancak hüsnü alır. O halde hüsnü Ona bir Kadir verir. Fakat âciz kişi bu hüsnü yüzüne gözüne bulaştırır, kabahat işler. Bu sefer cezayı hak eder. Seyyieler Onun yüzündendir. Bu halde insan şefkat edilecek bir çocuk konumundadır. Bu beceriksiz ve çaresiz haliyle nefse acınılır ” der. Mülheme –>Mutmainne… Nefs-i mutmainneye acınılır.[9]

* 4. Âyet tefekküre bakıyor: “ Her şey, maddi vücuda gelmiş her nesne, ister canlı olsun ister cansız, kudret cilvesiyle vücuda gelir. Onun aslî yönü ilme dayanan hakikat ve iradeye dayanan zâtiyettir. Ki bu ikisinin toplamına şe’n denilir. Yani İlâhî bir potansiyel… Bu potansiyel kudret ile sabit bir vücud bulur. Bu kudret ise, helâk ( tükenme ) kanununa tâbidir. Kendisi için yaşayan, kudret ve vücuda yapışır, maddeci olur; Hakk için yaşayan, hakikat ve zatiyet, ilim ve iradeden gelen ruha tutunur, manacı olur. İlki eriyen buz misali, kudretin tükenişi ile tükenir ve biter; yokluğa gider. İkincisi ise, Hakk’a odaklanarak, Onun rızasını arar ve Onun razı olacağı yani teveccühte bulunacağı bir hale girmeye çalışır. Ta ki irtibat kavi olsun ve irtibatın devamı ile beka kazansın. Bu nefis, beka ve devam diler. Buna da, rıza ile ulaşacağı cevabını ilhamla alır. Tefekkürle, Hakikati bulur. Buna, vücud ( bulma ) denilir. Hakikati bulması ile Vâcid olur; Hakikati kendi aynasında buldurmakla Mevcud olur. Bu aşama kalbin gözünü açar. Hem tefekkürle Hakkı görür. Buna, şuhud ( görme ) denilir. Hakkı görmesi ile Şâhid olur; Hakkı kendi aynasında göstermesi ile de Meşhud olur. Vâcid ve Şâhid ile, Hakk’ın rızasını arayan bir kurbiyet eridir. Mevcûd ve Meşhûd olarak da, Hakk’ın rızasına ve teveccüh-ü ehadiyetine ermiş bir akrebiyet eri olur. ” Mutmainne –> Râdıyye –>Mardıyye…

[1] Maide suresi, 16; A’raf suresi, 146.

[2] Fatiha suresi, 6.

[3] Sözler, 30. Söz, Ene Risalesi; Emirdağ Lahikası-1, 59. Mektub.

[4] A’raf suresi, 54.

[5] Nahl suresi, 128.

[6] Kastamonu Lahikası,70. Mektub.

[7] Sözler, 7. Söz.

[8] Nokta Risalesi, 1. Bürhan.

[9] Sözler, 24. Söz, 5. Dal, 1. Meyve.

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: