4. Uluslararası Bilimler Işığında Yaratılış Kongresi DPÜ’de Başladı

Kongreye Türkiye’den 30 yurt dışından da 3 üniversitede görev yapan akademisyenler olmak üzere 33 üniversiteden 85 bildiri ile katılım gösterildi.

YARATICIYI VE YARTALIŞI ANLAMAK İNSANIN ASLİ GÖREVİDİR
Kongrenin açılış konuşmasını yapan Prof. Dr. Kâzım Uysal
Yaratıcıyı ve yaratılışı anlamak her insanın en asli görevidir. Çünkü akıl yürütme, olaylar arası ilişki kurma, sebeplerden sonuç çıkarma, sanattan sanatkârı anlama, eserden ustayı bilme, kitabı okuyup yazarı merak etme ancak insana mahsus özelliklerdir. İnsanoğlunun bu temel özelliklerinden dolayı en eski uygarlıklardan günümüze tüm insan toplumlarında hep bir İlah arayışı olmuştur. İnsanoğlu bazen doğru yöntemler kullanamamış ve yaratanı bulma duygularını tatmin için ay, güneş, ateş, inek ve putlar gibi varlıkları İlah edinmişlerdir.

İnsanoğlu Yaratan’ı ararken Yaratan da açık bir şekilde kendini tanıtmıştır. Yaratıcı insana üç yolla kendini tanıtmış ve tanıtmaktadır. Bunlardan birincisi; elçi ve öğretmen olarak gönderdiği peygamberler,ikincisi; kelam sıfatının eseri olarak gönderdiği kutsal kitaplar, üçüncüsü ise; kudretinin eseri olan kâinat kitabı ve bu büyük kitap içinde yer alan varlıklardır. Varlık âlemini inceleyen tüm bilimlerin konusu Allah’ın kudret kitabı olan varlık âlemidir. O halde varlık âlemini inceleyen ilimler de bize tıpkı sevgili peygamberimiz Hz. Muhammed (sav.) ve kutsal kitabımız Kur’an-ı Kerim gibi Rabbimizi tanıtabilir ve sevdirebilir. Mesela her insan akıl yürüterek, olaylar arası ilişki kurarak, sebeplerden sonuç çıkararak Yaratıcıyı bulabilir ve bilebilir. İçinde yaşadığı bu muhteşem sisteme bakıp Yaratıcının büyüklüğünü ve azametini görebilir. Kendi yaptığı gül resmi ile bahçesindeki gülü karşılaştırıp Yaratıcının sanatını ve kemalatını karşılaştırabilir. ‘Bir iğne ustasız olmaz, bir harf kâtipsiz olmaz, bir köy muhtarsız olmaz’ deyip etrafımızda bulunan garip varlıkların ustasını, sahibini tanıyabilir.

“HER HÜCRE, HER ÇEKİRDEK, HER ÇİÇEK, HER BÖCEK ALLAH’IN ANTİKA SANAT ESERLERİDİR”
Peygamberimiz de Kur’an-ı Kerim de bize Allah’ın sonsuz ilim ve kudret sahibi olduğunu söylüyor. Bu, anlamsız ve akıldan uzak bir tarif değildir. İspatı; yaptığı işlerdir, ortaya koyduğu eserlerdir. Zira içinde yaşadığımız bu muhteşem kâinatın ve bu acayip sistemin inşası elbette sonsuz bir ilim ve kudret ile olabilir. Gözle görünmeyen küçücük bir hücrede her saniyede insanın yapmasından aciz olduğu binlerce biyokimyevi reaksiyon yapan ve belli bir amaca hizmet eden maddeler sentezleyen ilim ve kudret elbette sonsuz olmalıdır.

Yine hem sevgili peygamberimiz hem de Kur’an-ı Kerim Allah’ın ezeli ve ebedi olduğunu söylüyor. Bunun ispatı da aslında Rabbimizin yaptığı işlerde ve ortaya koyduğu eserlerdedir. Madde ve yaratılmışlar ezeli ve ebedi olmadığına göre, Yaratanın ezeli ve ebedi olması gerekir. Milyarlarca yıldır varlığı bilinen ve yine milyarlarca yıl devam edeceği hesaplanan kâinat denen bu muhteşem sistemi kuran ve devam ettiren elbette ezeli ve ebedi olacaktır. Üstünde yaşadığımız dağılmaya ve parçalanmaya müsait taş, toprak ve sudan oluşan dünyayı uçak hızından yaklaşık yüz kat hızlı döndüren, cansız, akılsız ve şuursuz olan büyük bir kütleye akıllı ve şuurlu işler yaptıran elbette sonsuz bir hikmet, sonsuz bir ilim ve sonsuz bir kudret sahibidir.

İnsan, ihtiyaçlarının karşılanmasına ve ikram edilen nimetlere bakıp Rabbi tarafından bilindiğini ve sevildiğini anlayabilir. Akılsız ve şuursuz mahlûkatın insan hayatı için yaptığı hizmetlere bakıp sebeplerin arkasında Rabbini görebilir ve bulabilir. Hâsılı, kâinat ve içindeki tüm varlıklar bize Allah’ın varlığını ve sıfatlarını bildirmekte ve İlahi mesajlar vermektedir. Her insan en küçükten en büyük varlıklara kadar her neye baksa Allah’ın varlığına ve sıfatlarına ait çok manalar anlayabilir. Her hücre, her çekirdek, her çiçek, her böcek Allah’ın antika sanat eserleridir ve şuurlu insanlara sanatkârlarını gösteriyorlar. Kâinat ve içindeki varlıkları incelemek de ilmin konusu olduğuna göre biz ilmin ışığında Yaratıcıyı ve yaratılışı anlayabiliriz.

İSLAM ÂLEMİ ‘OKU’ EMRİNE UYMADIĞI İÇİN İLİM VE TEKNOLOJİDE GERİ KALMIŞTIR
Hâl böyle iken maalesef İslam âlemi Allah’ın kâinat ve varlık kitaplarını yeterince okuyamamıştır. Oysa O yüce Yaratıcı insan için gönderdiği Kur’an-ı Kerim’de ilk emir olarak ‘Oku’ der. Bu ilahi emre uymadığı için İslam âlemi ilimde ve teknolojide geri kalmıştır. Daha da vahimi; İslam âlemi ilmi verileri ve gerçekleri materyalist felsefe ile takdim eden batı etkisinde kalmıştır. Materyalist felsefe ile yoğrularak yazılan kitaplar, hazırlanan belgeseller ve filimler olduğu gibi alınmıştır. Hâl böyle olunca kendi ayağımıza sıktık, nesillerimizi ifsat ettik. Son iki yüz yıldır tüm eğitim sistemleri iman esaslarını yıkmayı esas alan pozitivizm, materyalizm ve komünizm gibi cereyanların tesiri altında kalmıştır. İşin en garip tarafı ise, ateizmi esas alan bu felsefî ekoller ve düşünceler ilmî bir bilgi gibi takdim edilmiştir. Kısacası bilim, ateizme alet edilmiştir.

Son yüz yılda, Batılılaşma adına İslami olan değerlerden büyük oranda uzaklaştık. Batı âleminde olan fen ve tekniği böyle elde edeceğimizi zannettik. Ya da bize öyle telkin edildi. Yaklaşık bin yıl İslam’a hizmet eden ve böylece bütün dünyada adalet, huzur ve barışı sağlayan ecdadımıza ait iyilikler ve güzellikleri bıraktık. Gördük ki, bizi biz yapan değerlerden uzaklaştıkça bataklığa saplanıyoruz. Memleketin refahı ve huzuru için yetiştirdiğimiz gençlerden bazıları bize ve vatanımıza düşman hale geldiler. Şimdi anlıyoruz ki biz eğitimde büyük hata yaptık. Bütün eğitim sistemimizi Batı dünyasının eğitim sistemine göre şekillendirdik. Hâlbuki Batı eğitim sistemi özellikle imanımızı zedelemekte, aile yapımızı perişan etmektedir. Yaratanını inkâr eden, ceddinin hayvan olduğuna inanan, güçlü olanın haklı olacağını savunan, insani değerlerin sonradan kazanıldığını ve gereksiz olduğunu düşünen bir felsefi düşüncenin mensuplarının icat ettiği eğitim sistemi ve aile yapısından ne beklenebilir?

Günümüzde fen ilimleri ateist felsefeye göre takdim edilmektedir. Bütün eğitim kurumlarındaki fen ve sosyal ders kitaplarında olaylar; tabiatın, sebeplerin veya tesadüflerin eseri olarak sunulmaktadır. Eşyanın yaratılmasında ilim, irade, kudret sahibi bir yaratıcının varlığı bu anlatım tarzı ile unutturulmaktadır. Gerçek yaratıcı olan Âlim, Hakîm, Kadîr bir zatın varlığından gaflet edilerek, bunun yerine akılsız, şuursuz, cansız varlıklar, tabiat ve sebepler gerçek fail ve özne gibi takdim edilmektedir.

Devam edecek
DPU haber

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: