Dilaver amca sabah namazını kılmış pencerenin dibinde günün aydınlanmasını bekliyordu, Zehra teyze “çorba hazır bey” diye seslendi, Zehra teyze ile birlikte çorbasını kaşıklayan Dilaver amca, eşinin helallığını alarak evinden çıktı.
Ambara girip ekeceği buğdayları heybesine koyup tarlasının yolunu tuttu. Heybeden durmadan sesler geliyordu, Dilaver amca gelen seslere kulak verdi.
– Çok ağırsın in sırtımdan
– Ne yapayım başka yer mi var
– Sabredin arkadaşlar, birazdan hepimizi ayrı ayrı yerlere koyacaklar.
Tarlasına varan Dilaver amca heybesini yere koyup biraz soluklandı, ardından hemen işe koyuldu.
Bismillah diyerek tohumları önceden sürdüğü tarlasına savurmaya başladı, torbaya tohum almak için her elini attığında “Bismillah” diyor, her savurduğunda da “Bereketli olsun inşallah” diye dua ediyordu.
Dilaver amca İşini bitirdi, epey yorulmuştu. Gelecek yıl biçeceği mahsulün bol bol olduğunu, ambarlarının dolup taştığının hayalini kurarak evinin yolunu tuttu.
Tarlada yeni bir hayat başladı, toprak ve içinde bulunan kimler varsa hep birlikte buğday tohumlarına hoş geldiniz diyordu.
Tohumlar durumlarından oldukça memnundular.
Fakat daha önce hiç olmayan şeyler oluyordu, “evet evet karnım gurulduyor acıktım dedi” biri, diğerleri hep bir ağızdan “bizde acıktık” , dediler.
Toprak, içinde bulunan aşçılara “misafirlerimizin yemeklerini ikram edin lütfen” diye seslendi. Karınları doyan tohumlar bu kez “biz çok susadık” demeye başladılar.
Bu sesi duyan rüzgar, su dolu bulutu tarlanın üzerine getirdi, bulut, musluklarını açarak hepsini suladı. Hepsi birbirinden ayrı olduğu için gece olunca biraz korkmuştu ama güneş bu durumu önceki yıllardan da bildiği için sabahın ilk ışıklarını tarlada bulunan tohumların üzerine çevirdi.
Günler bir birini kovalıyordu, havalar gittikçe soğumaya başladı. Tohumlar bu kez “çok üşüyoruz” demeye başladı. Rüzgar bu kez kar dolu bulutu tarlanın üzerine sürükledi, bulut üzerinde bulunan tüm karları tohumlarını üzerine yaydı. Adeta bir yorgan gibi örtmüştü hepsini.
Acıkınca karınları doyan, suları tedarik edilen tohumların üzerindeki karlar erimiş güneşin ısısı da arttmıştı. Yaşasın ! bahar gelmiş, O ne öyle, her bir tohumun içinden onlarca, yüzlerce buğday tanesi çıkmaya başladı, başaklar durmadan doluyordu, toprak hepsine yetecek kadar yemek temin ediyor, bulut sularını indiriyordu.
Aşçılar toprağa “kilerimiz boşalmaya başladı” demeye başlamıştı ki. Dilaver amca tarlanın başında sırtında heybesi ile gözüktü, bu kez heybesi buğday tohumu değil, başakların içindeki buğdayları beslemek için gübre doluydu.
Besmele ile, dualar ile Dilaver amca bütün buğdayları teker teker besledi. Havalar epey ısındı, terlemeye başlamıştı başaklar, öylesine şişman oldular ki nerde ise ayakta zor duruyorlardı. Dilaver amca bu kez elinde büyük bir tırpanla geldi. Ya Allah Bismillah, diyerek bütün başakları biçti. Başaklar baştan canları acıyacak zannettiler biraz korktular ama hiçte umdukları gibi olmadı, biraz gıdıklandılar o kadar, çok da iyi oldu, tarlada canları sıkılmaya başlamıştı zaten.
Dilaver amca onları toplayarak öbek öbek tokurcunlar yaptı.
Biraz zaman öyle bekleşen başaklar, bu kez Dilaver amcanın getirdiği batozun içine atılarak saman ve tohumlar birinden ayrılıyordu. Bu ayrılık biraz hüzünlü oldu ama ölene kadar birlikte yaşamaları mümkün değildi zaten, çünkü samanları inekler yiyecek bebeklere, çocuklara süt yapacaktı. Buğdaylar doğruca değirmene taşındı, bu kadar işi Dilaver amca yalnız başına yapamayacağını anlayınca yanında bir kaç arkadaşını da getirmişti. Bir önceki gün Dilaver amcayı yanı başındaki tarlada görmüştü tahumlardan biri, “benzettin” demiştik, oysa haklıymış, demek imece usulu sıra ile bir birlerine yardım ediyorlarmış, tıpkı toprağa yardım eden aşçılar, tıpkı buluta yardım eden rüzgar gibi.
Durmadan dönen taşların arasına giren buğday taneleri un olarak dökülüyordu. Dökülen unları gördükçe Dilaver amcanın yüzü gülüyor, keyfi yerine geliyordu.
Unlar çuvallara koyulup doğruca fırına taşındı.
Çuvallardan bazıları fırında çalışan ustalar tarafından hamur makinasına döküldü, içlerine biraz su ve maya dökülerek uzun uzun karıldı.
Buğdaylar, önce un şimdide de hamur olmuştu, hamurlar ustaların elinde şekilleniyordu. Sıcak fırına atılan hamurlar, fırından ekmek olarak çıktı.
Dedesi ile birlikte camiden dönmekte olan Hamza ile Ahmet ekmeklerin mis gibi kokusunu fark ettiler, hemen fırına doğru koşup kucaklarına birer ekmek alarak evlerine doğru koşmaya başladılar…
Çetin Kılıç