Abdülkadir Geylani Kimdir?

Asıl adı Muhyiddîn Ebû Muhammed Abdülkadir b. Ebî Sâlih Mûsâ Zengîdost el-Geylânî dir. 1077 yılında Peygamberimizin vefatından 445 yıl sonra, Hazar denizinin güneybatısındaki Gîlân eyalet merkezine bağlı Neyf köyünde doğdu. Annesi Ümmü’l-Hayr Emetü’l-Cebbâr Fâtıma Babası Ebû Sâlih Mûsâ’dır. Annesi Devrin tanınmış zâhid ve sûfîlerinden Ebû Abdullah es-Savmaî’nin kızıdır. Baba tarafından soyu Hz. Hasan’a (r.a.) dayanmaktadır.

Abdülkâdir Geylânî hazretleri daha doğmadan, ilerde büyük bir zât olacağına dâir alâmetler, işâretler görülmüştü. Babası rüyâsında Peygamber efendimizi (sav) gördü. Peygamber efendimiz(sav) kendisine; “Ey Ebû Sâlih! Allahü teâlâ bu gece sana kâmil, olgun ve derecesi yüksek bir erkek evlâd ihsân etti. O benim oğlum ve sevdiğimdir. Evliyâ arasında derecesi yüksek olacak.” buyurdu. Yine oğlu hakkında;”On iki imâm dışında bütün velîler doğacak olan oğluna itâat edecekler, onun ayaklarını boyunlarına koyacaklar. O yüksek derecelere kavuşacak, ona itâat etmeyenler Allahü teâlâya yakınlık devletinden mahrûm kalacaklar.” diye müjdelendi.

Ramazan ayında doğan Abdulkadir Geylani güzel ahlak, edep hayâ yönünden başka çocuklara benzemiyordu, Geylani hazretleri Ramazan günlerinde annesinden süt emmiyor hatta yöre halkı Ramazan’ın geldiğini veya Ramazan ayının bittiğini onun bu durumundan anlıyordu. Geylani hazretleri küçük yaşta babasını kaybetmiş olduğundan annesi ve dedesinin yanında büyümüştür. Tahsiline devrin en önemli ilim ve kültür merkezi olan Bağdat’ta devam etmek istiyordu.18 yaşına gelince annesinden izin alarak Bağdat’a gitti.

Tanınmış âlimlerden hadis, hukuk, edebiyat dersleri aldı. Mezhepler hakkında geniş bilgi sahibi oldu. Ebü’l-Hayr Muhammed b. Müslim ed-Debbâs vasıtasıyla tasavvufa intisap etti. Kaynaklar onun damadı olduğunu bildirirler. Hocası Ebû Saîd’in kendisine tahsis ettiği Bâbülerec’deki medresede hadis, tefsir, kıraat, fıkıh ve nahiv gibi ilimleri okuttu ve vaaz vermeye başladı.

Bütün bunları bırakarak 25 yıl sürecek olan inzivaya çekildi. Kırk gün bir şey yemediğini öğrenen Ebû Saîd el-Muharrimî onu evine götürüp doyurmuş ve daha sonra da kendisine şeyhlik hırkasını giydirmiştir. Tarikat silsilesi Cüneyd-i Bağdâdî’ye ulaşmaktadır. Abdülkadir-i Geylânî, Bağdat’a gittiği zaman mensup olduğu Şâfiî mezhebini bırakarak mizacına daha uygun gelen Hanbelî mezhebine girmiş, bununla birlikte hayatının sonuna kadar her iki mezhebe göre fetva vermiştir. Ahmed b. Hanbel rüyasında Abdülkadir’den, o sırada zayıf durumda bulunan Hanbelîliği canlandırmasını istemiş, o da Hanbelî mezhebine girerek bütün gücüyle bu mezhebi ihya etmeye çalışmıştır. Yaşadığı dönemde Hanbelîler’in imamı olmuş ve bundan dolayı kendisine dini ihya eden manasına gelen Muhyiddin unvanı verilmiştir.

Orta boylu, zayıf bünyeli, geniş göğüslü, ilim için vefâkârlıkta emsâli az bulunur bir velî idi. Bir kere Abdülkâdir Geylânî şöyle bir ses işitti: “Ey Abdülkâdir! Ben senin Rabbinim! Sana haramları mubah, serbest kıldım.” Bir rivâyete göre; “Başkasına yasak olan şeyleri sana helâl kıldım.” diyordu. Bunun üzerine Abdülkâdir Geylânî Eûzü çekti. “Kovulmuş şeytandan Allahü teâlâya sığınırım. Sus ey mel’ûn!” diye bağırdı. Bunun üzerine aynı ses; “Ey Abdülkâdir! Rabbinin izni ile çeşitli yerlerde bana aldanmayarak, şerrimden, kötülüğümden kurtuldun. Hâlbuki ben bu yolda yetmiş kişiyi yoldan çıkardım.” dedi. Onun şeytan olduğunu nasıl anladığını sorduklarında; “Sana haramları helâl ettim, sözünden anladım. Çünkü Allahü teâlâ böyle şeyleri emretmez.” buyurdu.

O, her an Kur’an ve hadislere uygun hareket etmeyi şart koşar. Ona göre bir zâhidin hayatında görülebilecek derunî haller dinî ölçülerin dışına taşmamalıdır. Müridlerine hep, “Uyun, uydurmayın; itaat edin, muhalefet etmeyin, yakınmayın; temizlenin, kirlenmeyin” şeklinde tavsiyelerde bulunurdu. Kur’an’ın telhin ve teganni ile değil, tertil ve tecvid üzere okunmasını ister, aksine hareket etmeyi yasaklardı. Gazzâlî’nin geliştirdiği Sünnî tasavvuf, onun tarafından devam ettirilmiştir.

Açık havada verdiği vaazlarını dinlemek için yetmiş bin kişinin Bağdat’a geldiği, arka saflarda bulunanların ön saflardakiler kadar sesini rahatlıkla işittikleri rivayet edilir. Karşılaştığı kimseleri hemen tesiri altına aldığı için “Bâzullah” (Allah’ın şahini) ve “el-Bâzü’l-eşheb” (avını kaçırmayan şahin) unvanıyla da anılan Abdülkadir’e bu unvan, Demîrî’ye göre şeyhi Debbâs’ın meclisinde verilmiştir. Vaazlarında dinleyicilerine kurtuluşu ve cenneti vaad ettiğini, bu konuda onlara teminat verecek kadar inançlı ve kesin konuştuğunu, hitabetinin son derece etkili olduğunu kaynaklar görüş birliği içinde zikrederler.

Daha sağlığında birçok kerametlerinden bahis edilir. Tasarruf ve kerametlerinin ölümünden sonra da devam ettiğine inanıldığı için, müridlerinin darda kaldıkları zaman söyledikleri,“Medet, yâ Abdülkadir!” sözü bir tarikat geleneği olmuş. Abdülkadir-i Geylânî de Türk halk edebiyatı ve folklorunda önemli bir yer tutmuştur. Yunus Emre’ye nisbet edilen, 
Seyyâh olup şu âlemi arasan.
Abdülkadir gibi bir er bulunmaz” mısralarıyla başlayan şiir ile Eşrefoğlu Rûmî’nin,
Arısının balıyım bahçesinin gülüyüm
Çayırının bülbülüyüm yâ şeyh Abdülkadir!
Gibi şiirlerinde ona karşı duyulan derin hayranlık terennüm edilmiştir.

İbnü’l-Arabî, Abdülkadir-i Geylânî’nin karşılaştığı kimseleri kokusundan tanıdığını, zira “ricâlü’r-revâih”ten olduğunu iddia eder ve onu Melâmetî sayar. Gerek vaazlarında gerekse eserlerinde son derece sade bir üslûp kullanan Abdülkadir-i Geylânî, kendisinden önceki sûfîlerden nakiller yaparken bunları herkesin anlayacağı örneklerle açıklar. Bu sebeple eserleri tasavvuf edebiyatının güzel örneklerinden sayılır. Tema olarak ağlatıcı ve ürpertici konuları tercih eder. Konuşmalarında samimi yakarışlarını dile getiren dua ve niyazlara yer verir. Cemaata cenneti müjdeleyerek onlara ümit ve şevk verir, nefsin zayıf taraflarını başarılı bir şekilde tasvir eder, şeytanın insana nüfuz etme yollarını canlı örneklerle anlatır. Bilhassa el-Fethu’r-rabbânî ve Fütûhu’l-gayb’da insanı duygulandıran ve heyecanlandıran tablolar çizer. Tarikatının ve tesirinin bütün İslâm âlemine yayılmasında, uyguladığı bu metodun payı büyüktür.

İlmi ile amel ederdi. Konuşması gayet açık ve pek tesirliydi. Sorulan zor sualleri, rahatlıkla, doyurucu bir tarzda cevaplandırırdı. Az konuşur, çok susardı. Kim olursa olsun, kapısını çalan herkesi kabul ederdi. Cuma günü hariç, evinden dışarı çıkmazdı. Doğruyu söylemekten asla çekinmezdi. Zamanın halifesi, Said isminde birini kadı tayin edince, minberde; “Müslümanlara en zalim birini kadı tayin ettin. Yarın âlemlerin Rabbi huzurunda bakalım ne cevap vereceksin?” diye haykırdı. Orada bulunan halife bu doğru sözü işitince çok ağladı ve hemen adı geçen kadının vazifesine son verdi. Merhametsiz bir kimse onu görünce kalbi yumuşar, korku ve heybet hissederdi. Zayıflara yardım eder, fakirleri doyurur, misafirsiz gece geçirmezdi.
Buyurdu ki: Küçüktüm. Arife günü çift sürmek için tarlaya gittim. Öküz ile tarlayı sürüyordum. Bir ara “Sen bunun için yaratılmadın ve bununla emir olunmadın.” diye bir ses duydum. Korktum, hemen eve döndüm ve anneme gidip; “Beni Hak tealanın yolunda bulundur ve izin ver Bağdat’a gidip ilim öğreneyim.” dedim. Annem sebebini sorunca, işittiklerimi anlattım.
Annem ağladı, babamdan miras kalan 80 altının 40 tanesini kardeşime ayırıp kalanını da koltuğumun altına dikip gitmeme izin verdi. Doğruluktan ayrılmamam için benden söz aldı; beni Bağdat’a uğurladı. “Haydi Allah sana selamet versin oğlum. Allah için senden ayrıldım. Kıyamete kadar bir daha yüzünü göremem.” dedi. 
Küçük bir kafile ile Bağdat’ın yolunu tuttum. Hemedan yakınlarından eşkıya yolumuzu kesti. İçlerinden biri; “Ey fakir! Senin bir şeyin var mı?” dedi. Kırk altınımın olduğunu söyledim. İnanmadı. Alay ettiğimi zannederek bırakıp gitti. 
İkincisi gelince ona da aynı cevabı verdim. İki eşkıya, reislerine gidip durumu anlattılar. Reis beni çağırdı. Yanına gittim. Paran var mıdır? Dedi. Kırk altınım olduğunu söyleyince, dediğim yeri söküp, altınları çıkardılar. Reisleri; “Niçin doğru söyledin?” deyince; “Anneme doğru olmak için söz verdim. Hıyanet edemem.” diye cevap verdim. Eşkıyaların reisleri bunları duyunca çok ağladı. “Bu kadar senedir ben, beni yaratıp yetiştirene verdiğim söze hıyanet ediyorum.” dedi. Tövbe etti. Kafilede bulunan diğer eşkıyalar da tövbe edip aldıkları malları geri verdiler.

Abdülkâdir Geylânî’nin tasavvuf anlayışı Kur’ân ve Sünnete dayanır. Onun tasavvuf anlayışında beş kural vardır.
1) Himmeti (niyet ve düşünceyi) yüceltmek,
2) Haramlardan kaçınmak, 
3) Hizmeti güzelleştirmek, 
4) Azmi artırmak,
5) Nimete saygı göstermek.
Himmeti yüce olanın derecesi yükselir. Haramlardan kaçınanları Allah korur. Hizmeti güzelleştiren keramet sahibi olur. Azmi artıranın hidayeti sürekli olur. Nimete saygı gösterenin nimeti artar.
Menâkıb kitapları Abdülkadir-i Geylânî’nin bin kadar eseri bulunduğunu kaydeder fakat bugün ona nisbet edilen eserlerin sayısı elli civarındadır.
Abdülkadir Geylani hazretlerinin yazmış olduğu pek çok kıymetli eserlerinden bazıları.
1) Günyet-üt-Talibin
2) Fütuh-ul-Gayb
3) Feth-ur- Rabbani
4) Füyuzat-ı Rabbaniyye
5) Hizb-ül-Besair
6) Cila-ül-Hatır
7) El-Mevahib-ur-Rahmaniyye
8) Yevakit-ül- Hikem
9) Melfuzat-ı Geylani
10) Divanu Gavsi’l A’zam dır

Abdülkadir-i Geylânî’nin, Kalâidü’l-cevâhir’e göre, yirmi yedisi erkek kırk dokuz çocuğu olmuştur. Bugün Türkiye sınırları içinde yaşayan Kadirî seyyidler, Osmanlı Devleti tarafından XIX. yüzyılın başında Irak’taki Girdigân’dan getirtilerek bölgedeki asayişi sağlamak maksadıyla Bitlis, Siirt, Van ve Beytüşşebap gibi şehirlere yerleştirilmişlerdir. Güneydoğu Anadolu illerinde yaşayan Kadirî seyyidlerinin çoğu son zamanlarda bu bölgeden ayrılarak İstanbul, Ankara, Bursa ve Mersin gibi şehirlere yerleşmiş, ilim ve öğretim işini bırakarak daha çok ticaretle uğraşmaya başlamışlardır. Bunların Kadirî tarikatıyla fazla ilgileri de kalmamıştır.

Abdülkadir Geylani’nin sözleri.
Âdemoğlunun başına gelen her türlü belâ, rabbinden şikâyet etmesi yüzündendir. 
Yerini bilmeyene kader yerini öğretir.
Bilgi hayat, bilgisizlik ölümdür.
Kendine bir ağırlık veren kimsenin hiçbir ağırlığı yoktur. 
Nasibin olanı kaybetmezsin, onu senden başkası yiyemez. O başkasının nasibi olmaz. Nasibini ona hırs göstermekle elde edemezsin. 
Kabirleri ziyaret ediniz. Salih kimseleri de ziyaret ediniz. Hayırlı işler yapınız. Böyle yaparsanız, her şeyiniz düzelir. 
Allah teâlâ rızıkların taksimini bitirmiştir. Rızıkta zerre miktarı artma ve eksilme olmayacaktır.
Allah’tan başka her şey puttur. 
Resulullah hariç her mahluk perdedir; Resulullah ise kapıdır.
Sevenle sevmeyen rıza halinde değil, hoşnutsuzluk halinde belli olur.
Bir şeyi hatırlamak Allah’ı unutturuyorsa, o şey o kişi için uğursuzdur.
Kaderin gelmesinden rahatsız olma, onu kimse döndüremez ve kimse engel olamaz. Takdir olunan şey mutlaka gerçekleşir. 

Hz. Abdulkadir Geylani 91 yıllık(hicri yıla göre) muhteşem bir ömür yaşadıktan sonra 1166 yılında, Bağdat’ta vefat etti. Kabri Bağdat’tadır. Cenaze namazını kılmak üzere görülmemiş bir kalabalık toplandı. Cenaze namazını oğlu Abdülvehhab kıldırdı.

Abdûlkadir Geylani (ks)’nin doğum tarihi, yaşı ve vefat tarihi ile ilgili olarak şu beyit düşürülmüştür:
Sufiler sultânı Bâzullâh,
Aşk”ta geldi, kemâl de vefât etti. 
Buradaki a-ş-k a=70 – ş= 100 – k=300 harflerinin ebcet hesabıyla toplamı Hz Abdûlkadir Geylani (ks)’nin doğum tarihi olan 470’e tekabül eder. Ke-m-â-l harflerinin toplamı da yaşı olan 91’e denk gelir. Bu ikisinin toplamı ise vefat tarihi olan 561 eder ki, bu da “kemâl-i aşk” demektir.

Allah ondan râzı olsun. Onu da râzı etsin. Bizi de, onu da, âhırette kendi İlâhî meclisinde bir araya getirsin.
Allah onun Şefaat himmet ve de tasarrufundan bizi ayırmasın. Âmin.

Derleyen Çetin KILIÇ

Prof. Dr.Abdülhakim Yüce
İslam ansiklopedisi
Turbe
Mumsema
Geylanı vakfı
Biyografi
Söz kimin
Uşak Haber
Dinimiz İslam

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: