Abdullah Yeğin Ağabeyden Nur Hizmeti İle İlgili Bazi Bilgiler

Abdullah yeğin abi:Gayemiz bir ise hepimiz biriz

Nur Talebeleri arasındaki gruplaşmaları nasıl değerlendiriyorsunuz? Birleşme olmayacak mı?

Üstadımız derdi ki mesleklerde ve meşreplerde ittihad mümkün olmadığı gibi caiz de değildir. Gaye bir ise hepsi bir demektir. Meselâ siz ne yapıyorsunuz: Risale-i Nur’dan anladığınızı tatbike çalışıyorsunuz. Risale-i Nur’u program yapmışsınız. Eskiden kos koca İstanbulda tek bir dershane vardı oda Süleymaniyede kirazlı mescid sokağı 46 numarada idi.orada birisi hükmetmesi kolay idi. Şimdi bütün Türkiye de ki dershanelere birisi hükmetmesi kolay olmaz. Her dershanenin başında biri vardır. Bütün bunlar tek bir yerden emir almak  kolay değildir.Her dershanenin başında olan Risale-i Nurdan istifade ettiği derecede derse gelenlere vermeye çalışır, kabiliyeti ve gücü yettiği kadar Risale-i Nurdan, cemaate birşeyleri öğretmeye çalışırlar. Herkesin gayesi neticede imana hizmet olduğu için hepsinin gayesi birdir. Ben hepsi dinsizliğin karşısında bir yumruktur diyorum. Bunlar ayrı ayrı gibi görünüyorlar, ama işbölümü yapmış durumdalar. Meselâ ben Urfa’ya gidiyorum. Gittiğim zaman 1951’di, Urfa’da ancak iki yerde (yazın başka, kışın başka yerde oturuyorduk) ders okunuyordu. Şimdi ise sayısı belli değil. İstanbul, İzmir, Adana, Erzurum da öyle. Her tarafta böyle. Demek ki bu umumî bir ihtiyacın neticesi, gelişmesi oluyor elhamdülillah.

Risale-i Nur bütün aklımıza gelenleri cevaplandırıyor. Bu hizmette olanlar Risale-i Nur’u iyi okumalı. İhlas, Uhuvvet Risalelerini çok okumalı ve mü’minler arasında birliği beraberliği temine çalışmalı. Arayı açmaya değil, yaklaştırmaya çalışmalı. Mü’mine, Müslümana düşen en büyük vazife ehl-i imanın ittihadı, birliği, beraberliğidir. Bugün yeryüzünde iki milyona yakın Müslüman var. Ecnebîler aramıza girmişler, bizi birbirimizle uğraştırıyorlar, İslâmiyete zarar verecek faaliyetler ortaya koyuyorlar. Bunlara karşı ancak yekvücut, bir vücudun azası gibi olmakla galip gelinebilir. İmansız Cennete giden yok, imansıza dünya saadeti de yoktur. O­nun için en büyük ve esas mesele imanı kurtarmaktır.

Elhamdülillah Nur Talebeleri arasında: Şimdi eskiden daha ziyade birlik, beraberlik, yaklaşmak, samimiyet, birbirlerine gelmek-gitmek devam ediyor, daha da sıklaşacak. Nereye gidersek gidelim, hep birbirimize kardeş nazarıyla bakıyoruz. Sempozyumda da söyledim, 1940-41 senesinde Denizli hadisesinden dört-beş ay evvel Üstad şöyle demişti: “Ben gittiğim yerlerde sekiz sene kadar kalıyorum. Şimdi sekiz sene yaklaştı. Ben ya öleceğim, ya buradan gideceğim. Siz hakikî kardeşsiniz. Siz Risale-i Nur’u devamlı okuduğunuz ve yazdığınız için sizi kardeş kabul ediyorum. Birbirinizden ayrılmayacaksınız. Risale-i Nur’dan da ayrılmayacaksınız. Bir zaman gelecek, her tarafta Risale-i Nur’un talebeleri olacak. Belki bir daha görüşürüz, belki görüşemeyiz.” Böyle bir ihtimal de söyleyince çok müteessir olduk. O zaman “Merak etmeyin, tekrar görüşeceğiz” dedi. Üstad senelerce evvel “Siz kardeşsiniz, birbirinizden ayrılmayın, Risale-i Nur’dan ayrılmayın” diyor. Şimdi elhamdülillah görüyoruz ki birbirini tanımak, birbirine yaklaşmak ve müsbet hareket etmek artıyor.

Yaratılış itibariyle kimsenin kimseye benzemediğini görüyoruz. Düşüncelerde de farklılıklar var, hizmetlerde de var. Görüşler, anlayışlar birbirinden ayrı oluyor. o­nun için benden darılan, mecbur ötekine gidiyor, ötekinden darılan ötekine gidiyor, böylece milletin arasına Risale-i Nur daha çok giriyor elhamdülillah. Yani bunlar hep hikmetli hadiseler.

Biz Muhabbet fedaileriyiz. Husumete vaktimiz yoktur

ÜSTADIN İFFETİ
Merhum Molla Hamid diyor ki: Molla Resul (1872-1952) “Tahir Paşanın(1847-1913) evinde iki tane kızı vardı. Birini Üstadımıza vermek istiyordu. Neyse, sonra Paşayı başka bir yere naklettiler, oraya gitti. Bir gün mevzu açıldı. Üstad’a; “Paşanın iki tane kızı vardı. Birisini siz alacaktınız” diyorlardı, siz görmediniz mi” dedik. “Kasem ederim, ben o evde kız olduğunu bilmedim” diye cevap verdi.(s:74)

ÜSTADIN AZ YEMESİ VE YEDİRMESİ
Üstad, özellikle Eski Said dönemi talebelerine perhiz uygulatıyormuş. Bu konuya muhterem “Üstadın talebeleri büyük ölçüde riyazet yaparlarmış o da onlara bal verirken bir çay kaşığı verirmiş. Oysa ki bizde çok abur cubur yemek var, çarşıda dolaşma var maalesef.” Bu konuda Hamid ağabeyin bir hatırası şöyle; “Sizi yeminle temin ederim bu şekilde ben Üstadımızın yanında bir-iki sene kaldım, ancak bir gün tok olabildim. O bir gün de, bir talebe pilav pişirmişti, tencerede pilav artmış, sahan almadı. O talebe bana dedi; “Gel bunu ye, sonra sofrayı götür” Ben biraz yedim, sonra biraz da üstadın yanında yedim O gece doyduğumu hatırlıyorum.” (s: 80)

Bu malutı kardeşlerle paylaşan:

Abdülkadir Haktanır

www.NurNet.org

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: