Adapazarı’nın Semâlarından Kayan Bir Yıldız: Sâdettin Çelik

Sadettin Çelik ağabey; ömrünü Risale-i Nur hizmetinde geçirmiş, Adapazarı’nın önde gelen Risale-i Nur talebelerinden, Aziz Üstadımızın meslek ve meşrebine sadık kalmış, bütün hayatı Kur’ân ve Kur’ân’ın hakiki tefsiri olan Risale-i Nur hizmetinde geçmiştir. Onu mutlu eden tek bir zaman vardı, o da: Hizmet-ı Kur ‘ân’iye ile meşgul olduğu zaman… Asla zamanın boş geçmesine rıza göstermez, Risale-i nur hizmeti ile meşgul olurdu. İhlâs ve sadakatte örnek teşkil eden, güzel meziyetlere haiz bir Nur talebesiydi. ”Allah istikametten ayırmasın” duası onun sembolü idi.

Sadettin ağabey; 1970’lı yıllarda Diyarbakır’ın Silvan ilçesinde Kıdemli Başçavuş olarak görev yaptığı sırada mesai saatleri dışında, temelli attığı dershanenin inşaatı ile meşgul oluyordu. Talebelere çok önem ve ehemmiyet verirdi.

Sadettin ağabey, emekli olunca Adapazarı’ ya yerleşmesine rağmen, her sene Haziran- Temmuz aylarında Silvan’a gelir, emek verdiği dershanede on-on beş gün kalırdı. Bizleri alıp çevre il ve ilçelere, hatta köylere kadar dost ziyaretine götürürdü, çok vefalıydı, Saadettin ağabey…

Her gelişinde, çok sevdiği Üstadının köyüne (Nurs’a) mutlaka gider orada meftun olan Üstadın akrabalarını ziyaret ederdi. O’ Kur’ân ve onun tefsiri olan Risale-i Nur’un aşığıydı. Yaptı sohbetlerde pek izahata girmez, sade ve ihlâsla dersini yapardı. Hâlîm’di; pek kızmazdı.

Silvan’a geldiğinde, mutlaka beni arardı: “Nerede kaldın, hemen atla gel” diyordu. Ben: “Emrin olur, komutanım.” Sadettin abi: “Bırak, emiri memiri, hemen gel” diye ikaz ederdi.

Gene bir gün, Temmuz ayı hava çok sıcak, telefon çaldı, baktım Sadettin abi, “Her zaman ki gibi “Nerede kaldın, hemen atla gel” Minibüsle Diyarbakır’dan, Silvan’a yolculuk yapıyordum, o, Temmuz’un sıcaklığı, günün sıcaklığı, havanın sıcaklığı; adeta bir May-ı nisan, sabahın seherinde esen rüzgâr gibi yüzümdeki teri serinletiyordu. O muhabbet ve o sevgi Aşık’ın, Maşuk’una kavuşma anıydı….

Akşama yakın Silvan dershanesine vardığımda, Sadettin ağabey kolları sıvamış, dershane temizliği ile meşgul oluyordu. Abi, buraya temizlik yapmaya mı geldin? Bırak bu işi yapanlar var, dedim. Saadettin ağabey, dershane temizliğinden, öğrenci hizmetinden zevk alıyordu, akşam sohbetine hazırlık yapmak için, avluda ki bahçeyi temizledik, kilimleri serdik, tertip ve temizliği çok severdi, Sadettin ağabey….

Akşam yemeği, namaz, derken ilçedeki dostlarla tatlı bir sohbetimiz geçti. Cemaat dağıldıktan sonra, havalar sıcak olduğu için avluda yatmamız gerekiyordu. Artık yatma saati gelmişti, Sadettin abi, yatalım, nasıl olsa biraz sonra bizi teheccüt namazına kaldıracaksın, dedim.

Abdestimi tazelemek için dershane binasına girer girmez, nefesim kesildi, soluk almaz oldum. Çareyi gene dışarıya, Sadettin abinin yanına kendimi attım. nefes alma yok, yerden yere zıplıyorum, haykırmak istiyorum, ses çıkmıyor, çaresiz bir halde iken. Sadettin abi, bir komutan edâsı ile oradakilere emir verdi. “ hemen yere yatırın, sırtını ovalayın.” dedi. Emir yerine getirildi, ben de derinden derine nefes almaya başladım. İkinci bir komutla “Bir bardak ayran içirin” dedi. Ayranı içtikten sonra kendime geldim. “Oh hayat ne güzel” dedim. Sadettin abi, Asıl beni kurtaran Allah’tır. Sen de bu engin tecrübenle bir sebep oldun, dedim.

Sadettin abi: Ertesi gün bana dedi ki: Rüstem kardeş, ölseydin. Ailene karşı çok mahcup olacaktım.” Ağabeyim, bu uğurda ölmek büyük bir şereftir. Dershanenin tuvaletinde ki ölümü; evimde, döşeğin üstünde ki ölüme tercih ederim, dedim.

Zaman zaman bu hadiseyi sadettin abi ile paylaştığımızda, çok duygulanıyordu.

Rahmetli Bekir İbiş Ağabeyi de bu arada Rahmetle anmak istiyorum. İnşaallah öbür dünyada onlarla bol bol görüşüp, konuşacağız.

Cenab-ı Allah her iki ağabeyimizin mekânlarını cennet-ı âlâ, kabirlerini pür nur yapsın. Âmin…

Rüstem Garzanlı

15.10.2016