Ahlak-ı Hasenenin Ehemmiyeti

Ahlak-ı hasenenin en önemli şubesi olan istikamet çok önemlidir ve güzel ahlakın temelidir. Hulk yani ahlak, insanın ruhunda bulunan bir meleke ve hassadır. Ahlak-ı hasene çok şümullü bir kelimedir.

Ahlakî melekeler güzel ve çirkin olarak iki kısma ayrılır. Büyük âlim merhum Ömer Nasûhi Bilmen, “Büyük İslam İlmihali” adlı eserinde, güzel ahlakın doksan altı şubesinin olduğunu ifade etmiştir. Malumdur ki, her insanın yaratılışında iyiye ve kötüye, hayır ve şerre, hidayet ve dalalete kabiliyet mevcuttur. Şayet o ruh, dini terbiye ve Allah korkusu, istikamet, iffet, takva, tevazu, hilim, edep, haya ve şecaat gibi güzel ahlâkla ıslah edilmezse sefahet, işret, fısk ve fücur gibi bayağı hislerin ve şehvanî arzuların tesiriyle hayvandan aşağı bir derekeye düşer. Dünyada rezil, rüsvay olduğu gibi ahirette azab-ı İlahiye maruz kalır.

Güzel ahlak; ahlak-ı hasene, ahlak-ı hamide, mehasin-i ahlak ve mekârim-i ahlak olarak ifade edilir. İhlas, ilim, irfan, istikamet, adalet, edep, hayâ, kerem, hilim, hüsn-ü zan, sabır, şükür, ahde vefa, şefkat ve merhamet gibi güzel vasıflar ve ali hasletler ahlak-ı hasenenin şubelerinden olduğu gibi, gurur, kibir, cimrilik, yalan, gıybet, su-i zan ve kumar gibi kötü davranışlar da ahlak- seyyiedendir.

İslam dini ve onun en güzel temsilcisi olan Peygamber Efendimiz güzel ahlaka pek büyük bir ehemmiyet vermiştir. Zaten İslam; fazilet, ahlak ve hikmet dinidir. Bunun içindir ki, Peygamber Efendimiz (sav.)

“Ben güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim.”

buyurarak, onun ehemmiyetini ifade etmiştir.

Cenab-ı Hak, insanın terbiyesi için gerekli ahlâkî düstur ve kanunları Kur’an-ı Kerîm’de tamamen beyan etmiş, ahlâk-ı haseneyi emretmiş, ahlâk-ı seyyieden de şiddetle nehyetmiştir. Peygamber Efendimiz (sav.) de  hadis-i şeriflerinde güzel ahlakın bütün şubelerini geniş bir şekilde izah etmiştir.

Cenab-ı Hakk’ın hikmet ve rahmetiyle yoğurduğu mukaddes bir kanunu olan ahlak-ı hasene, insanların yegâne kurtarıcısı, içtimai nizamın temeli, dünyevi ve uhrevi saadetin vesilesi ve muaşeret-i medeniyetin de esasıdır. Güzel ahlaktan mahrum olan fert ve cemiyetler büyük bir hasarete düçar olurlar. Güzel ahlak ilim ve medeniyetten evvel gelir. İslâmiyet’in getirdiği güzel ahlak ile ahlaklanmadan gerçek medeniyet tahakkuk etmez. Zulmü ve istibdadı ortadan kaldıran ve her türlü meşru ve makul hürriyeti temin eden güzel ahlaktır.

İnsan güzel ahlâk ile terakki eder, kemal bulur ve her türlü maksuduna nail olur. Ahlak-ı hasene bitmez ve tükenmez manevî bir hazine ve feyizdir. O feyizden istifade edip, hayatına tatbik edenleri hem Cenab-ı Hak, hem de insanlar sever. Peygamber Efendimiz (sav.) şöyle buyururlar;

“Allah’a Tealâ’ya kullarının en sevgilisi, ahlakça en güzel olanıdır.”

Kötü ahlâk sahibi olanlar ise, cemiyet içinde huzur ve saadetle yaşayamaz; bazen de haysiyet ve şereflerini kaybederler ve herkesin nefretini kazanırlar. Toplumda, böyle kimselere hiç kimse güvenmez.

Bir insanın ailesine ve topluma faydalı, güvenilir ve güzel ahlak sahibi olması için, onun, çocukluğundan itibaren iyi bir aile terbiyesi alması gerekir. Anne babanın evlatlarına karşı en mühim ve en birinci vazifesi, Cenab-ı Hakk’a karşı yapması gereken vazifeleri, Allah’ın hukukunu, Allah korkusunu ve Allah sevgisini, kullara karşı gözetilmesi gereken hukuku, helal ve haramı, imana ve ibadete ait hakikatleri onun ruh ve kalbinin en derinliklerine nakşetmektir. Ana babanın bu vazifelerini hakkıyla yerine getirmeleri için onların da güzel ahlâkı bütün şubeleriyle yaşamaları ve bu noktada çocuklarına örnek olmaları icap eder.

Peygamber Efendimiz (sav.):

“Hiçbir ana baba, çocuğuna güzel ahlaktan daha güzel bir miras bırakamaz.”

“Mümin bir kimse güzel ahlakı sebebiyle gece kaim, gündüz saim olan bir kimsenin derecesine kavuşur.”

“Sizin imanca en güzeliniz, ahlakça en güzel olanınızdır.”

gibi hadis-i şerifleriyle, güzel ahlakın ehemmiyetini ifade etmiştir.

Evet, bir insan çok iyi bir âlim ve büyük bir makam sahibi olabilir, ama güzel ahlak sahibi olamayabilir. Çünkü güzel ahlak sahibi olmak çok zordur. Peygamber Efendimiz (sav.)

“Allah’ım senden sıhhat, âfiyet ve güzel ahlak dilerim.”

diye dua etmiştir. Bu bakımdan, bizler de güzel ahlak sahibi olmamız için Cenab-ı Hakk’a niyazda bulunmalıyız ve bunun için de gayret göstermeliyiz. Nitekim Peygamber Efendimiz (sav.)

“Ahlakınızı güzelleştiriniz.”

buyurmuştur. Bundan da anlaşıldığı gibi, eğer kişi isterse ahlakını güzelleştirir ve kötü huylarını ahlak- haseneye çevirebilir. Eğer bu mümkün olmasaydı, böyle bir emir olmazdı. Bunun en güzel örneği sahabe-i kiram efendilerimizdir.

Peygamber Efendimiz’e (sav.) nübüvvet vazifesi tevdi edildiği zaman, şirkin, küfrün, putperestliğin ve zul­mün her türlüsünün yaşandığı, bütün batıl itikatların hakim olduğu, insanların kızlarını diri diri toprağa gömecek kadar vahşileştiği, kalplerin şefkat ve merhametten mahrum ve kaskatı kesildiği ve kabilelerin durmadan birbirlerinin kanlarını döktüğü dehşetli bir asır yaşanıyordu. Zulüm, yağma, gaddarlık, içki, fuhuş, kumar ve her türlü çirkeflik o zamanki insanların müşterek eğlencesi ve yegâne vasıfları haline gelmişti. Adaletin yerini zulmün aldığı, insanların köle olarak alınıp satıldığı, hiç kimsenin birbirine güvenmediği ve her tarafa felaket bulutlarının çöktüğü bir devir yaşanıyordu.

İşte Peygamber Efendimiz (sav.) Cenab-ı Hakk’ın lütuf ve inayeti, kendisinin azameti gayreti, yere ve göğe sığmayan himmeti, duası, eşsiz şefkat ve merhametiyle çok kısa bir zamanda ahlaken sukut etmiş olan o insanları öyle bir seviyeye getirdi ki, kızını diri diri toprağa gömecek kadar gaddarlaşan insanlar bir karıncayı dahi incitmeyecek bir hale geldiler. Kimsesizlerin ve mazlumların mallarını gasbedenler, cömertliğin zirvesine çıktılar.

Bediüzzaman Hazretleri bu hakikati şöyle ifade etmektedir:

İşte bak: Şu cezire-i vasiada vahşi ve âdetlerine mutaassıb ve inadçı muhtelif akvamı, ne çabuk âdât ve ahlâk-ı seyyie-i vahşiyanelerini def’aten kal’ ve ref’ ederek, bütün ahlâk-ı hasene ile techiz edip bütün âleme muallim ve medenî ümeme üstad eyledi. Bak! Değil zâhirî bir tasallut, belki akılları, ruhları, kalbleri, nefisleri fetih ve teshir ediyor. Mahbûb-u kulûb, muallim-i ukûl, mürebbi-i nüfûs, sultan-ı ervah oldu.1

Peygamber Efendimiz (sav.) ahvali, akvali ve efaliyle bütün ahlâk-ı hesenenin eşsiz bir timsali idi. Cenab-ı Hak:

“Hiç şüphesiz sen pek yüksek bir ahlâk üzeresin!”2

ayeti ile onun eşsiz ahlak sahibi olduğunu ifade buyurmuştur. Bediüzzaman Hazretleri de şöyle buyurur:

Kur’anın beyan ettiği mehasin-i ahlâkın misali, Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm’dır. Ve o mehasini en ziyade imtisal eden ve fıtraten o mehasin üstünde yaratılan odur.3

Hz. Peygamber’in (sav.) gayesi bütün insanlığın refah ve saadeti idi. Daha kendisine Peygamberlik vazifesi verilmeden önce Cebel-i Hira’da, ıssız mağaralarda inzivaya çekilir, insanlığın kurtuluşu için neler yapabileceğini düşünürdü. Zira, Mekke’de asayiş ve düzen altüst olmuş, yabancılar ve kimsesizler için can, mal ve namus güvenliği kalmamıştı. Kimsesiz insanlar kavilerin zulümleri altında inlemekte idiler.

Yabancıların malları satın alınır, fakat bedeli ödenmezdi. Mekke’ye ziyarete gelenlerin kadınlarına ve kızlarına zorla el konulurdu. Bu zulümleri ortadan kaldırmak için, ilk defa Peygamber Efendimizin amcası Zübeyr harekete geçti. Bunun üzerine Haşim, Muttalib, Zühre, Esed, Haris ve Teym oğullarının ileri gelenleri, Mekke’nin zengin, itibarlı ve yaşlı adamlarından Abdullah bin Cüd’an’ın evinde bir araya gelerek şöyle yemin ettiler:

“Allah’a yemin olsun ki, bundan sonra Mekke’de yerli olsun yabancı olsun zulme uğramış, hakkı yenmiş hiç kimse bırakmayacağız. Zulme meydan vermeyeceğiz. Denizlerin suyu kuruyuncaya, Hira ve Sebir dağları yerinden sökülüp dağılıncaya kadar bu anlaşmamızda sebat edeceğiz.”

Rivayete göre, geçmişte Cürhüm ve Katura kabilesinden Fazl adında üç kişi bir araya gelerek, Mekke’de zalim bırakmamağa ve mazlumların haklarını zalimlerden almağa yemin etmişlerdi. Bu yeni teşebbüs de mahiyeti itibariyle ona benzemesinden dolayı ona da, Fazıl adlı kişilerin yemini manasında Hılfü’l-Füdul adı verildi.

Mekke’ye gelen yabancıları zalimlerin zulmünden korumak için kurulan Hılfü’l-Füdul cemiyetinin sözleşme törenine, henüz yirmi yaşlarında olan Peygamber Efendimiz de amcaları ile birlikte katılmış, Peygamberliği zamanında daHılfü’l-Füdul hakkında şu övgü dolu sözleri söylemiştir:

“Abdullah bin Cüd’an’ın evinde zülme karşı yapılan sözleşmede, ben de bulundum. Bence o yemin bana kırmızı tüylü develerin sahibi olmaktan daha sevimlidir. Ben böyle bir sözleşmeye, şimdi de çağrılsam, tereddüt etmeden katılırım.”

Çünkü; zulüm yapmak ve zulme rıza göstermek insaniyetle asla bağdaşmaz. O dönemde Hılfü’l-Füdul’un büyük faydası ve etkisi olmuş, yıllarca zalimlerin kalbine korku salmıştır.

İstikamet, şecaat, sehavet, şefkat, merhamet, metanet, sabır, hilim ve vefa gibi bütün ahlak-ı hasenenin timsali olan Hz. Peygamber’i (sav.) kendisine rehber edinen ve Kur’an’ın ahlakı ile ahlaklananlar, akıl ve hikmete muvafık hareket ederler, adalet, istikamet, edep, haya ve takva gibi ahlak-ı hasenenin gönüllere yerleşmesi için de gayret ederler.

Yapılan ibadetleri, iyilikleri, hayır ve hasenatı muhafaza ettiren büyük bir hisar ve kala ahlak-ı hasenedir. Zira ibadet ve iyilik yapmak ayrı, onu muhafaza edip ahirete götürmek ayrıdır. Bir ayette mealen şöyle buyrulur:

“Kim iyilik getirirse, ona o (getirdiği)nin on katı vardır. Kim kötülük getirirse, sadece onun dengiyle cezalandırılır; onlar haksızlığa uğratılmazlar.”4

Ayette, “kim iyilik getirirse” denmesi çok manidardır.

Elhasıl, Allah’a giden yolların en kısası ve en selametlisi ahlak-ı hasenedir. Güzel ahlak sahibi olanlar, Allah’a yaklaşır ve O’na dost olurlar. İnsanın bütün ömrünü bereketli yapıp onu her türlü kamalata eriştiren ahlak-ı hasenedir. Ehl-i marifet için güzel ahlak saltanat tacı gibidir. İnsanları, özellikle de akrabaları birbirleriyle kaynaştıran ve kenetleyen en büyük rabıta güzel ahlaktır. Kalpler iman ile nurlandığı gibi, güzel ahlak ile kemal bulur. Güzel ahlak sahibi olanlar ise bütün ömürlerini istikamet dairesinde geçirirler.

Mehmed Kırkıncı

Dipnotlar:

1 Nursî, B.S, Sözler.
2 Kalem Suresi, 68/4.
3 Nursî, B.S Lem’alar.
4 En’am Suresi, 6/160.

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: