Aile hayatımız olmasın heder

Üstad Bediüzzaman diyor ki;
“Şimdi aile hayatında en mühim nokta budur ki:
Kadın, kocasında fenalık ve sadâkatsizlik görse, o da kocasının inadına, kadının vazife-i âilevîsi olan sadâkat ve emniyeti bozsa, aynen askeriyedeki itaatin bozulması gibi, o âile hayatının fabrikası zîr ü zeber olur.
Belki o kadın, elinden geldiği kadar kocasının kusurunu ıslâha çalışmalıdır ki, ebedî arkadaşını kurtarsın.” (Hanımlar Rehberi, s. 26)

Dünyanın her yerinde erkekler zor şartlar altında çalışır. Erkeğin en büyük derdi ailesine bakmaktır. Çocuklarını okutacak veya meslek sahibi yapacak, hanımını giydirip kuşatacak. Barınma, beslenme… Bunların bütünü erkeğin sorumluluğudur.

Erkek kendisini böyle sıkıntılar içinde görürken, eşi onu rahatlatır veya sıkıntısını daha çok artırır. Onun için demişler ki: İyi bir eş, Allah’ın hususi hediyesidir.

Karadenizliye sormuşlar; “Senin anan baban denizde boğuldu. Denize girmekten korkmuyor musun?” O da demiş ki, “Senin anan baban yatakta öldü, yatağa girmeğe korkmuyor musun?” Gerçekten de hayat, denize benzer. Denizlerdeki dalgalardan daha fazlası karalarda vardır.

Her insan hayat gemisine binmiş, bu dalgalı denizde ebedî saadete gitmeye çalışıyor. Erkek ister ki, hanımı bu hayat gemisinde, onun yardımcısı olsun. Hayatın dalgaları arasında yorulan erkek, adeta titrer… Bu hâlet-i ruhiyeden erkeği kurtaracak, onu dinlendirecek olan tek şey evidir, eşidir.

İnsan evvelâ insan…

Kabadayı bir arkadaşım vardı. Vurduğu vurduk, kırdığı kırdık!.. Bu arkadaşı evlendirmekten korktuk. Adam karısına bir vursa, el kadar kadın uçar gider… Evlendi… Bizim arkadaş önceleri kadına bağırmış, çağırmış. Kadın sesini çıkarmadan oturmuş. Öyle bir adam ki, kadının kolundan tutmuş, “Kalk sen de bana bağırsana! Ne oturuyorsun?..” Kadıncağız sadece susmuş… O arkadaş, kadının karşısında öyle hale geldi, öyle değişti ki… Birgün dedi ki, “Şu kadın var ya, beni yoğurdu. Hamur etti.” “Ne yaparsın ağabey, hayat…” dedim. “Ben halimden memnunum.” dedi.

Eşler birbirlerine bağırarak, işlerini halletmeye çalışıyorlar. Ya karşısındakinin hamuru da kendisi gibi sertse? Hâlbuki yumuşak huylulukla işler mutlaka yoluna girer. Mutlaka!

Niye bunca erkek kahvehaneye üşüşüyor? İnsan durup dururken kahvehaneye gider mi? Kahvehane pis, kalabalık, her taraf duman, dedikodu bir taraftan… Fakat adam için kahvehane, evden iyi(!) Hanımı suratını asıp oturursa, konuşmaz, gülmezse adam da ceketini taktığı gibi kahveye gidiyor. Hanımından çay istemeye korkan adam kahvehaneye gidiyor, garsona diyor ki, “Garson! Bana bir çay!” “Başüstüne!” diyor garson. Garson, hanımdan iyi…

Çirkin kadın yoktur. Huyu çirkin kadın vardır. Uyum şart diyoruz. “Zenginsen zenginle evlen. Tahsilliysen tahsilliyle evlen!” Hayır efendim. Bu neyin uyumu? Uyum derken, denklikten bahsetmiyoruz. Huyda uyum olacak.

İnsanı; bilhassa erkeği evlenmeye zorlayan cinsel arzularıdır. Çünkü erkeğin cinsî arzuları yoğundur. O cinsî arzuları kadın bitirirse, adam da başı önde biri olur. Çünkü arzusu kalmamış.

Eşlerin kendine bakmaması… O da ayrı bir dert. Yıkanmayan, kokan kendine bakmayan insandan kim hoşlanır? Eşi için ruj sürmeyen kadın, dışarıya çıkarken kim için ruj sürüyor?

Aile huzurunu yakalamamız ve kötü insanlardan korunmamız için Rabbimiz şöyle dua etmemizi tavsiye eder: “Rabbim, gözler sevindiren, gönüller ısındıran eş ve çocuklar ihsan et bizlere. Bizi takva sahipleri için örnek kıl.” (Furkan 25/74

Paylaşan: Abdülkadir Haktanır

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: