Akil Adamlar Bediüzzaman’dan da Akıl Alsınlar!

bediuzzamanBir memlekette hak ve hukukta, adalette haksızlık ve şiddet varsa, orada barışçı ve demokratik bir çözüm üretilemez. Husumet, kin ve nefret hissi hâkim olur. Devletçilik fikri menfi milliyetçiliği ve güçlü devletleri doğuruyor. Bu devletler de asla adil davranmaz, vatandaşı tebaa görür, eziyet, zulüm, baskı ve tahakkümü göstererek, güce dayalı yaşamayı ikame eder.

Türkiye, Cumhuriyete geçişle demokrasinin geleceğini ümitle bekleyen halk, ne yazık ki zamanın hükümeti İslam şiarı olan Arapça ezanı kıldırır, mukaddes Kur’an-i kerimin okunması yasak edilir, laiklik adına; mukaddesatlar bir bir yasak edilir. Şeyh Sait isyanı, Kürt halkın toprak bölme korkusu vs. bahanelerle, Şark halkı üzerinde baskı kurma, askeri vesayetin altında darbelerle, ihtilallarla, sıkıyönetimlerle bölge halkı perişan edilmiş,

Devlette,  bu halkın dini, dili, kültürü, örf ve âdetini inkâra ve psikoloji baskıya dayalı politikalar uygulamış, suç ve şiddetten anarşi ve terör doğmuştur. Otuz seneden beri karşılıklı şiddet ve baskıların faturası pahalıya mal edilmiş, binlerce insan ve milyar dolar milli servet heba olmuştur.

Bediüzzaman bir asır önce Şark’ı Anadolu, Orta doğu ile tüm İslam memleketlerinin refahı için çözüm yolu olarak demokratikleşme, eğitim, ırkçılığın önlenmesi ve ekonomik kalkınmayı önermiştir. Ömrünü insanlığın saadeti için, Kur’an’ın ışığında geçiren Bediüzzaman, şu tespitlerde bulunmuştur.“Bizim düşmanımız cehalet, zaruret ve ihtilaftır; bu üç düşmana karşı sanat, marifet ve ittifak silahı ile cihat edeceğiz” İfadesiyle demokratikleşmeyi, hürriyeti, eğitim ve girişimciliği kalkınmanın esası olarak görmüş. Fen ve sanat silahıyla cehalet ve fakra hücum edin demiştir.

Hürriyetin en geniş şekli cumhuriyettir” Aksi takdirde hürriyetten yoksun bir cumhuriyet içi boş bir istibdattan başka bir şey değildir, diyen Bediüzzaman, Padişah, Peygamber (asm)’ın emrine itaat etse ve yoluna gitse halifedir. Biz de ona itaat edeceğiz. Yoksa Peygambere tâbi olmayıp zulüm edenler, padişah da olsalar haydutturlar.” Türk ve Kürt’ler komşularıyla dost olup el ele vermeleri  veciz bir ifadeyle tavsiye eden Bediüzzaman şöyle buyurmuş: “Zira husumette fenalık var, husumete vaktimiz yoktur.”

Bediüzzaman, Cehalete karşı da eğitim silahı önermiştir. Van, Bitlis ve Diyarbekir’de medresetüzzehra ismi ile bir üniversitenin açılmasını istemiş, amacı din ve fen ilimlerini beraber okutarak akla, vicdana ve kalbe hitap edecek bir eğitim sistemini temin etmekti. Bu üniversitede Arapça, Türkçe ve Kürtçe tedrisatın yapılmasını isteyen Bediüzzaman, Arapça din dili olduğu için vacip, Türkiye’nin resmi dili Türkçe olduğu için lazım, Kürtlerin ana dili olan Kürtçeyi de caiz görmüştür. Bu üç dille tedrisat yapılmadığı zaman elli sene sonra Kürtler ana dilini isteyecekler,

Bin yıldan beri ayni toprak üzerinde yaşayan iki millet; bir vücut olan Türk ve Kürt milletini bir birine bağlayan İslam kardeşliğidir. Türkün ana dili olduğu gibi kürdün de ana dili vardır. Kürdün ana dilini öğrenme hakkını çok görmemek lazımdır. Üstad, bir sineğin hakkını bile müdafaa etmiş, “küçücük sineklerime dokunmayınız.” demiş.

Hak, hukuk ve adaletin tesisi için, Şark’ta arzu ettiği üniversitenin açılması için Bediüzzaman, 1907 yılında Sultan Abdülhamit’le görüşmek ister, arzusu yerine getirilmediği gibi birçok sıkıntılara da maruz kalan Bediüzzaman, fikrinden vaz geçmez, bu kez Sultan Reşat’la görüşme yapar, medresetüzzehra için 19 bin altın tahsisat çıkarılır, ne yazık ki 1914 yılında başlayan 1.dünya savaşı nedeniyle üniversite projesi askıya alınır. 1922 yılında TBMM’de Mustafa Kemal’le görüşür, meclise önerge verilir, 163 milletvekilinin imzasını taşıyan bu önerge 150 bin lira tahsisatla kabul edilir. Medrese ve tekkelerin kapatılması yüzünden proje bu seferde gerçekleşemez,

Bediüzzaman, zaruret denilen fakirliğe ve geri kalmışlığa da “ziraat, ticaret ve sanatı” tavsiye etmiş, “Maişet için tarik-i tabiî ve meşru ve zihayat sanattır, ziraattır ve ticarettir; gayr-i tabii ise, memuriyet ve her nevi ile imarettir” demiş.

Memuriyeti ve idareciliği temel meslek olarak görmemiştir. “Memuriyete ve imarete giren, yalnız hamiyet ve hizmet için girmelidir”diyerek memuriyeti geçim kaynağı değil, millete hizmet etmek için istemeli. İsrafa alışan idareci ve memurların çok olduğu, tüketimin arttığı, üretimin azaldığı, herkesin gözünü devlet kapısına diktiği bir ülke fakir düşer,

Bediüzzzaman, “Muhabbet ile ittihadı, marifet ile imtizac-ı efkârı, uhuvvet ile teavünü” emretmektedir. Kalkınmanın da barışında esası ancak bunlara dayanır. “muhabbet, hürmet ve merhamettir.” Zira “Hamiyet, muhabbet, hürmet ve merhametin netice-i zaruriyesidir. Onsuz olmaz ve illa yalandır, sahtekârlıktır.”diyor.

Şark’ın önemli bir şair ve ediplerinden olan Şeyh Sadi-i Şirazi’nin dediği gibi “İki cihanın rahat ve selâmetini iki harf tefsir eder, kazandırır: Dostlarına karşı mürüvvetkârâne muaşeret ve düşmanlarına sulhkârâne muamele etmektir.” Bu veciz sözün özetinde şunu anlıyoruz. Hükümetin ve devletin toplum üzerindeki görevi, asayişi ve barışı sağlamaktır. Artık kuvvete dayalı istibdatların zamanı geçti onun yerine muhabbet geldi,

Otuz yıldan beri memleketimizde çıkan çatışmaların son bulması artık zaruriyet hâsıl olmuştur. Bu rahatsızlığı bertaraf etmek için elini ateşin içine koyan ve büyük bir siyasi risk alan hükümetimizin barış sürecine verdiği destek ve iyi niyet inşallah bir sulh-i umumiye medar olacaktır. Muhalefettin de milli birlik ve beraberliği sağlayacak barış sürecine destek vermeleri bir vatandaşlık görevidir.

Türk ve Kürt halkının otuz yıldan beri özlemle beklediği bu barış süreci için, yurt sathına dağılan akil adamlarının en önemli destekçileri olan maneviyat insanlarımızın fikir ve görüşlerinden istifade etmeleri, barışa büyük bir katkı olacağını umut ediyorum. Çünkü Şark’ta din hâkimdir. Halkın birliğini ve beraberliğini sağlayacak ancak dini referanslardır. Din âlimlerinin referansları halk üzerinde tesirlidir. Bu nedenle halen hayatta olan âlimlerden ve eserleriyle aramızda yaşayan müçtehitlerin fikir ve önerilerinden yararlanmak gerekir.

Mesela asrımızın büyük müçtehidi, müellif Bediüzzaman hazretleri, Orta doğu ve Şark’ta hâsıl olan bugünün hadiselerini yüz sene önce hissetmiş ve önerilerde bulunmuştur. Bu önerilerinden  “akil adamları” istifade etmelerinden yarar var,

Kalıcı bir barışın sağlanması için demokratikleşme, devlet ırkçı politikalarından vazgeçerek iman kardeşliğini yeniden tesis etmek, komşularımızla hatta tüm Orta doğu halkı ile dost olmak, din ve fen ilimlerinin beraber okutulacağı Bediüzzaman modeli eğitim müesseselerini açmak, ekonomik kalkınma ile hür teşebbüse önem vermek lazımdır.

Başta tüm İslam âlemi ve Türkiye’ye huzur ve barışın gelmesini, kin ve husumeti geride bırakıp kardeşçe bir arada yaşamayı Cenab-i Allah’tan niyaz ediyorum.

28.4.2013

Rüstem Garzanlı / Diyarbakır

Kamu Yöneticisi

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: