Akıl, Göz ve Tevhid (La İlahe İllallah’ın Farklı Perspektifleri)

Bediüzzaman’ın Risale-i Nur’u Kur’an’ın üzerinde inşa edildiği tevhid, nübüvvet, haşir ve adalet ve ibadet hakikatlerinden ilki olan tevhid üzerinde diğerlerinden çok durur. Neredeyse bütün eserler bu  tevhid  güneşinin ışığında  yorumlanabilir. Bu lafzı eserlerinin birçok yerinde farklı noktalardan bakarak izah eder.

20 Mektub’un iki bölümünün biri Lailahe illllah ile başlar. Orada  insandan hareketle bahsi şekillendirir.  İnsan ruhu bahsin odağındadır. Bu kelime bir müjdedir. Müjde zorda olanlara yapılar, veya bir çok yönlü kurtuluş anında yapılır. Bu kelimenin buradaki izahında bir müjde vardır. İnsan ruhunun iki yönünü nazara verir Bediüzzaman, bir yanında  ihtiyaçlar diğer yanında ise düşmanlar insan bu iki büyük düşmanından  birinden  bir sığınak   ile kurtulur. Diğerinden de dayanak arkasını verecek bir güç ile  kurtulur.

İhtiyaçları karşılamak zor iştir, üstelik onlar hadsizdirler, bir de insanın düşmanları da sınırsızdır. Bunlara dayamak da güçtür. İşte insan ruhunu bu iki kıskacın arasından kurtaracak Lailaheillallah’tır.  Bu izah ettiğimiz  hakikat şöyle ifade edilmiştir. “ Hadsiz hacata müptela  ve nihayetsiz adanın hücumuna hedef olan  ruhı insani şu kelimede  öyle bir nokta-i istinad bulur ki bütün hacatını temin edecek bir hazine-i rahmet kapısını ona açar.

Hadsiz ihtiyacı olan insan bir insan bir hazineye dayanınca onların elde edilememekten doğan sıkıntılarını giderir. Bediüzzaman bunu “hazine-i rahmet kapısını ana açar” şeklinde izah eder. Nasıl şeyki bu kelimeyi söylediğiniz anda bütün ihtiyaçlarınızı giderecek bir hazinenin kapısında kendinizi bulursunuz. Demek bizim söylememizde bir eksiklik var.

Aynı kelimede bir dayanak noktası vardır, insan düşmanlarına ancak bir dayanak noktası ile karşı koyabilir. Bir dayanak noktası bulsam onunla dünyayı yerinden oynatırım der, ünlü fizikçi. Bunu şöyle anlatır; “ve öyle bir nokta-i istinad  bulur ki  bütün adasının şerrinden emin edecek  bir kudret-i mutlakanın  sahibi olan  kendi  Mabudunu  ve Halıkını  bildirir ve tanıttırır. Sahibini gösterir. Maliki kim olduğunu irae eder. Ve o irae ile kalbi vahşet-i mutlakadan  ve ruhu hüzn-i elimden kurtarıp ebedi bir ferahı  daimi bir süruru temin eder.” Lailaheillallah dediğianda bir insan bir anda düşmanlarına dayanır, direnir ve ihtiyaçlarını da giderir. Demek bu kelimenin okyanusundan istifade etmekte ve olayı yaşamakta bir  yanlışımız var.

Yirminci Mektub’un ikinci makamıda aynı kelime ile başlar. Ama burada bakış açısı bir gözlem müşahede  şekillendirmesidir. Buradaki iddia bu  kelimede bir “tevhid-i uluhiyet ve Mabudiyet“ var olduğudur. Ne demek tevhidi uluhiyet ve mabudiyet. Bütün kainatı idare eden bir ilahın birliğine ve bundan ötürü ona ibadet edildiğine dair  deliller zinciri. Bediüzzaman bu na “ gayet kuvvetli bir bürhan” bulmuştur ona işaret eder.

Bahiste göz ile akıl müşterek çalışır. Birinci paragraftaki dört cümle görünüyor, müşahade ediyoruz,görüyoruz, görüyoruz diye dört göze ait fiil ile biter. Fiil adeta gözlem sonrası aklın ve gözün birlikte bir karara varmasıdır. Birinci cümle “şu kainat yüzünde hususan zeminin sahifesinde gayet muntazam bir faaliyet görünüyor. “Bir kamera göz ile kainatta bir faafliyeti görüyor. Ama karışık değil muntazam yani düzenli bir faaliyet.

İkinci cümle , “ Ve gayet hikmetli bir hallakiyet  müşahade ediyoruz” Kamera göz biraz daha yakından bakar faaliyete, faaliyetin içinde hallakiyet görür, ama hikmetli yani yaratılan şeyler fonksiyonel olarak yaratılıyor, evren içinde bir görevli olarak.

Üçüncü cümle, kamera göz daha yakından bakar, faaliyet ve hallakiyet ve arkasından “fettahiyet” Ve gayet intizamlı bir fettahiyet  yani her şeye layık bir şekil açmak  ve suret vermek aynelyakin görüyoruz.” Faaliyetin içinde yaratma, arkasından yaratılan şeye yaptığı işe layık  işini yapacak bir biçim ve şekil veriliyor. Her canlının ruhu ile biçimi ve cesedi arasında denklik var.

Kurbağanın ruhu yılanın cesedine girmemiş ve başkaları da. Allah’ın mahlukata verdiği şekiller birbiri ile bağlantılı. İnsanın şekli ile ona hizmet için yaratılmış bütün canlılar arasındaortak bir şekil tasarımı var. Koyunu kullanacak  ve yiyecek, ata binecek, arıdan istifade edecek velhasıl bütün şekiller arasında ortak bir tasarım var. Birini tasarlayan hepsini tasarlamış olur.

Yine aynı göz dördüncü olarak  daha öncekileri tamamlayan bir   cümle kullanır. “Hem gayet şefkatli, keremli , rahmetli bir vehhabiyet  ve ihsanat görüyoruz.” Varlık şekil olarak işine uygun yapıyı kazandıktan sonra hayatını devam ettirmesi gerekir, o zaman  vehhabiyet onun yaşaması lazım gelen şeyleri ona verir.Onunyaşamasına şefkat edip rızkını verir, çocuksa şekli bütünlüğünü kazandığında dışarı başını çıkardığı anda vehhabiyeti annesinin memesinden ona süt verir. Bütün canlılar da aynı şekilde.Keremli ona ikram eder, bütün verilenler ikramı seven birinin elinden verilir,  ve de rahmetli merhamet eden birisi. Vehhabiyet olmasa idi , doğan canlılar birkaç gün içinde ölürdü. Şimdi bu dört fiil bir kamera göz önünde görülmüş bunu Bediüzzaman şöyle bağlar. “Öyle ise  bizzarure  şu hal  ve şu keyfiyet 

  • F a a l
  • Hallak
  • Fettah
  • Vehhab

Bir Zat-ı Zülcelal’in  vücub-ı vücudunu  ve vahdetini  isbat eder.” faaliyeti yöneten bir faal yani fiili yapan, o yaratma işini yapan bir Hallak yaratıcı, o şekilleri açan bir Fettah, o canlıların hayatını idame eden bir vehhabı ortaya koyar. Bizzarure kelimesini kullanmış yani zorunlu olarak zaruri olarak bu fiillerin faili ortaya çıkar. Hem neden “ şu hal ve şu keyfiyet” yani görülenlerin halleri ve keyfiyetleri zorunlu olarak Allah’ı gösterir.işte tevhid, yani Lailaheillallah demek  gözlem ile . Gözlemleri son cümlede Allah ile bağladı.

İkinci paragrafta yine iki gözlem kelimesi kullanır. Zeval ve tazelenme. Zeval mahlukatın  süresinin bitmesi ve gitmesi, tazelenme ise yeniden meydana gelmesidir. Bu neyin delilidir. Bunun gösterdiklerini sıra cümleler ile anlatır.” Evet mevcudatın  mütemadiyen zevalleri, tazelenmeleri  gösteriyor ki o mevcudat  bir Sani-i Kadir’in kudsi esmasının cilveleri, ve envar-ı esmaiyyesinin gölgeleri, ve efalinin eserleri, ve kalem-i kader ve Kudret’in  nakışları  ve sahifeleri  ve cemal-i kemalinin  ayineleridirler.”

Kudretli ama kudreti ile yarattıklarını sanatlı yaratan Sani-iKadir’in isimlerinin cilveleridir, kimin mahlukatın. Aynı zamanda isimlerinin nurlarının gölgeleridir. Aynı zamanda onun fiillerinin eserleridir, aynı zamanda kader kalemi ile programı çizilen mahlukların nakışları  ve sahifeleridirler. Aynı zamanda varlıkları en ideal şekilde yaratan kemalinin ve yine en güzel şekilde yaratan cemal ve kemalinin aynalarıdır. Bu zeval  ve tazelenmenin anlamlarını  h a k i k a t-ı uzma ve tevhidin m e r t e b e –i  ulyası olarak ifade eder. Tevhidin mertebeleri vardır, nedir bu mertebeler, bunların bilinmesi gerekir onların en yükseği bu hakikattir, sonra hakikatler çok çeşitlidir, ama bu hakikat ulya yani en yüce en üstün hakikattir.

Bu büyük, hakikatı Allah nasılinsanlara açmıştır. Bediüzzaman burada bu hakikatleri gözlemleri ileanlatır. Ama her insan bu gözlemleri yapamaz, bu sonuçları gözlemlerden çıkaramaz. Bu yüzden her insanın gözü ve aklı bu çıkarımları yapamadığından Allah mukaddes kitaplarla bu hakikatleri göndermiştir. “Şu kainatın sahibi bütün gönderdiği mukaddes kitaplar ve suhuflarıyla  o tevhidi gösterir” ikici olarak “bütün ehli hakikat  ve kamilin-i nevi beşer tahkikatlarıyla ve keşfiyatlarıyla aynı mertebe-i tevhidi gösteriyorlar.” Beşerin akılları ve gözleri farklı gören insanlar yaptıkları araştırmalar ve ve elde etttikleri keşiflerle  bu tevhidin mertebesini gösterirler. Bunlardan biri de Bediüzzaman’dır. Üçüncüsü ise “ Kainat dahi acz ve fakrıyla beraber mazhar olduğu  daimi mucizat-ı sanatın  ve havarık-i iktidar hazain-i servetin şehadetiyle aynı mertebe-i tevhide işaret eder. “ Kainat aciz ve fakirdir ama onun üzerinde görünenler sanat mucizeleridir, iktidar harikalarıdır, servet hazineleridir. Bunları kainat ne düşünebilir ne tasarlayabilir ne de yaratabilir, amaonlar oluyorsa demek kainatın perdesi arkasında bir  iktidar ve ilmin sayesinde oluyor demektir. Boş bir tuval üzerinde görünen eser tuvalin değil sanatçının tesiridir.  Sonra bu üç sınıf  gözlem ve yorumcuyu şu cümle  ile ifade eder.

“Demek şahid-i Ezeli , bütün kütup ve suhufuyla  ve ehl-i şuhud bütün tahkikat ve küsufuyla, alem-i şehadet bütün muntazam  ahval ve hakimane  şuunatıyla  o mertebe-i tevhidde bilicma ittifak ediyorlar. Beşerin bu hakikatı kendi aklı ile bulamayacağını gören Şahid Ezeli Şahid ona yardım için kitap ve suhufları ile yardım ediyor hakikatı bulsun diye. Bir de  ilimve gözlem ile gören  olanlara aklen şahid olanlar da aynı hakikate katılıyor ve onu destekliyorlar. Şu görünen şahadet alemi de muntazam halleri ve hakimane işleri ile yine o ilaha işaret eder. Aynı kelimeden doğan üç kelime var. Şahid-i Ezeli , ehl-i şuhud, alem-i şehadet. Şuhud , şehadet, şahid. Görülenler ve görenler ve ifade edenler.

Bütün dinlerin ve ilimlerin, alimlerin bütün bakış ve yorumlarını bir metne sığdırmış metin. Kitap gibi bir sahife.

işte o vahid-i Ehadi kabul etmeyen   ya nihayetsiz  ilahları kabul edecek veyahut ahmak sofestai gibi  hem kendini hem kainatın vücudunu inkad edecek. “

Bediüzzaman’ın Elhüccet üz Zehra’da yine Lailaheillallah ile  ilgili beyanı var, başka yerlerde de var, biz ikisini şerhetmeye çalıştık.  

Prof. Dr. Himmet Uç

www.NurNet.Org

Sende yorum yazabilirsin