Ali Uçar Ağabeyin Peygamberimizi Gördüğü Rüyası

BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM

İçinde Resulallah’ın (S.A.V.) görüldüğü rüya hadis-i sahihle haktır ve ona hiçbir şekilde şeytan müdahale edemez. Böyle çok mübarek bir rüyayı gören Ali Uçar ağabey, Sungur ağabeyin ısrarına istinaden bir sohbet sırasında anlattı.

Büyük bir ovayla bitişen bir dağın yamacında güneşin hararetinin azaldığı sıralarda kardeşlerle yere oturmuş ders yapıyorduk. Ben risaleleri yeni tanıyan bir kardeşin yanında oturuyordum. Birden ovada küçük küçük dairesel gölgeler gördüm, yukarı baktım yukarıdan yüzlerce paraşütlü ve silahlı askerler iniyordu. Biz ovadan 75-100 metre kadar yüksekteki dağın yamacında idik. Dağ ile ovanın bitiştiği yerde eski şehir harabeleri ve asırlık ağaçlar ve bilhassa incir ağaçları bulunuyordu. İnen paraşütlü askerler derhal harabelere koşup mevzileniyorlardı.

Hemen akabinde ufuktan toz bulutu gibi süvariler ovaya doğru gelip diğerleri ile savaşa tutuştular. Bu sırada kardeşler ile susup hayretler içinde hiç telaş göstermeden yalnızca onları seyrediyorduk. Fakat onlar bizim varlığımızdan haberdar değiller di. Her neyse süvariler çok geçmeden diğerlerini harabelerde öldürüp geldikleri gibi gittiler.

Ben yanımdaki kardeşe düşmanların her an gelip bizi de öldürebileceklerini ve aşağıdaki silahların bazılarını kullanabildiğimi ona öğreteceğimi söyle-dim. Aşağıya indik; ona bazuka nasıl kullanıldığını gösterirken arkamdan bir el omzuma dokunarak; 
“Ali Uçar sen misin?“ 
dedi. Dönüp baktım ki kırmızı sakalları göğsüne inen ve deve yününden yapılmış ince bir cübbe içinde nurani ve mütebessim bir zat; 
“Benimle gel, seninle bir yere gideceğiz.”
Dedi. Ben, 
“Arkadaşım da gelebilir mi?”
diye sordum. O arkadaşıma döndü ve tebessüm ederek; 
“Yoook, Yoook, o kalsın“
dedi. Birkaç defa ısrar etmeme rağmen razı olmadı. Böylece yola koyulduk. 
Yolda yürürken o zat bana, 
“Bu günlerde hiç risale okudunuz mu? 
diye sordu. 
“Evet ”
dedim. Yine sordu; 
“ Orada Davud’ un kıssası var mı? “ 
Ben yine evet dedim. O zat; 
“ İşte Davud benim” 
dedi. Ben, 
“siz yoksa Davud Aleyhisselam mısınız?”
dedim. 
“Evet”
dedi. Bir müddet beraber yürüdükten sonra bir hendek yanına geldik. Davud (a.s.) bana; 
“Bismillahirrahmanirrahim diyerek karşı kıyıya atla”
dedi onun dediğini yaparak karşıya geçtik. Daha sonra ikinci bir uçurumun yanına gelince Davud (a.s.) bana yine; 
“Bismillahirrahmanirrahim de ve karşıya uç, kar-şıda şöyle bir yere varacaksın”
diye bir yer tarif etti. Sonra; 
“Anladın mı?”
dedi. Ben; 
“Anladım”
deyince; 
“Bana tarif et”
dedi. Tarif ettim. Uçuruma bakınca buradan nasıl atlanır diye korku ve hayretle düşündüm. Ne var ki bir peygamberden önde davranıp karşıya geç-mek edebe muhalif olur diye; 
“Önce siz geçin”
dedim. Davud (a.s.) 
“Önce sen geç sonra ben geçeceğim”
deyince ben besmele çekerek kendimi uçuruma bıraktım. Karşıya doğru uçmaya başladım. Rüyada uçmak öyle bir lezzet ki anlatamam. 
Her neyse karşı tarafta tarif edilen yere vardım. Orada ayakta birkaç kişi konuşuyordu. Ben yanla-rına vardığımda Davud (a.s.) da yanlarına geldi. Onları bana tanıttı. 
“Bu Süleyman’dır” 
dedi. Ben de, 
“Yani Süleyman (a.s.) mı?”
dedim. 
“Evet”
dedi. Diğer birkaç peygamberi de bana bu şekilde tanıttı. Ben Davud (a.s.)’ a hasretle 
“Bizim peygamberimiz (a.s.v.) nerede?”
diye sordum. Davud (a.s.) elini kaldırarak bir tara-fa doğru işaret etti. Büyük bir iştiyakla o yöne doğru koşmaya başladım. Yanımda bulunan peygamberleri hep unutmuştum. 
Yüksek bir yamaca doğru koşarak tırmanmaya başladım. Tam tepeye ulaşıyorum ayağım kayıyor, otuz metre geriye düşüp tekrar çıkmaya çabalıyo-rum. nihayet yamacı aşarak koşmaya devam ettim. Bol ağaçlı bir ormana girdim. Gittikçe ağaçlar sıklaştı, sonra ağaçlar birden kesildi. Boyları göğ-süme ulaşan buğday başakları ile dolu bir düzlüğe çıktım. Ortada bir patika yol vardı. 
Patika yola girer girmez gördüm. Peygamberimiz (a.s.v.) 
“Geldin mi Ali?”
dedi. 
“Geldim Ya Resulallah”
dedim. Büyük bir heyecan içinde selam verdim. Gülümseyerek selamımı aldı. O’nun gülümsemesi bana o kadar lezzet verdi ki tarif edemem. Adeta o gülümseme içime iliklerime hücrelerime kadar işlemişti. Cenab-ı Peygamber (a.s.v.) yüzü dolgun yeni tıraş olmuş, heybetli, her tarafı nurani ve insana güven veren bir çehre içerisindeydi. 
“Ya Resulallah bu sefer sizi çok iyi gördüm”
dedim. O’nu daha evvel mükerreren zayıf görmüştüm. Cenab-ı Peygamber pazularını şişirerek mütebessim bir şekilde; 
“Evet çok iyiyim”
dedi. 
Ben buraya nasıl geldiğimi ve başımdan geçenleri anlattım. Savaştan bahsettim. Peygamberimiz ciddileşmişti. 
“Onların ikisi de kafirdir, sizlere bir zarar veremezler”
dedi. Peygamberimiz ciddileşince karşısında insan duramıyor heybetinde adeta mermer kesiliyordu. Peygamberimiz; 
“Arkadaşlar!”
deyince birden kendimi diğer peygamberlerin oluşturduğu bir halkanın içinde buldum. Demek’ ki Peygamberimiz ile konuşurken öyle dalmışım ki onların varlığının farkına varmamışım. Peygamberimiz konuşmasına devam ederek, 
“Sofrayı hazırlayın”
buyurdu. Etrafımızdaki peygamberler koşarak uzaklaştılar. Biraz sonra yemek yenecekti. 
Ben Peygamberimiz ile o yöne doğru O önde ben arkada yürürken Risale-i nur okuduğumuzdan talebe hizmetlerinden ve diğer hizmetlerimizden bahsediyordum. Bu arada sofranın başına geldik, sofra daire şeklinde idi. Peygamberimizin oturduğu yerin en sağında Davud (a.s.) ve ben vardım. Karşımdaki zatın kim olduğu zihnimi kurcalıyordu. Her halde Yusuf (a.s.) idi. Kur’an da ismi geçen bütün peygamberler sofrada bulunuyordu. Pey-gamberimizin önünde bulunan iki tabakta salata vardı. 
Her neyse Peygamberimiz (a.s.v.) diğer peygamberleri tanıtmaya başladı. Hemen yanındaki Davud (a.s.)u överek tanıtmaya başladı. Bu arada onun sırtına hafifçe vurarak kurandaki bahislerinden bahsediyordu. Peygamberimiz sözünü bitirir bitirmez ben Davud (a.s.) Risale-i nurda geçen kıssasını naklettim. Davud (a.s.) isminin, kıssalarının risalelerde geçmesinden çok memnun olmuş. Bu memnuniyetini mimik hareketleri ile diğer peygamberlere belli ediyordu. Peygamberimiz bu şekilde diğer peygamberleri de tanıttı. Ben de her defasında onların kıssalarını risalelerde geçen yerlerden naklettim. Hepsi bundan memnun oldular. 
Yemek üç, dört saat kadar sürmüştü. Artık yemek nihayete erecekti. Peygamberimiz; 
“Misafirin duası makbuldür, yemek duasını sen yap”
buyurdu. Ben daha evvel ezberlemiş olduğum “Ey bizi nimetleri ile perverde eden sultanımız”diye başlayan sözlerdeki duayı ve münacatın sonundaki duayı okudum. 

Bunun üzerine Efendimiz; 
”Maşaallah ne güzel ve ne cami bir dua. Bu Bediüzzamanın duası. Bir daha oku”
buyurdu. Ben tekrar okudum. Efendimiz; 
“Maşaallah ne kadar cami bir dua bir daha oku”
buyurdu. Ben yine aşkla ve şevkle okudum. Bana tam üç kez okuttular. Artık sofradan ayrılma zamanı gelmişti. Peygamberimiz ayağa kalkmıştı bende vedalaşmak üzere yanına yaklaştım. 
İçimden “ben sizin yerinizi öğrendim. Artık sık sık buraya gelirim” dedim. Peygamberimize; 
“Ya Resulallah biz devamlı Risale-i Nur okuyoruz. Ben şimdi nur talebelerinin yanına gidiyorum. Onlara ne diyeyim?”
diye sordum. Peygamberimiz (a.s.v.) parmağını havaya kaldırdı, diğer peygamberlerde gözleri ile parmağını takip ediyorlardı. Peygamberimiz: 
“Allah sizinle beraberdir.” 
Buyurdu. sonra parmağını diğer peygamberleri gösterecek şekilde indirdi ve bir daire çizdi. 
“Arkadaşlarım da sizinle beraberdir. “
buyurdu. Sonra mübarek eliyle kendini işaret ederek, 
“Ben’ de sizinle beraberim. “ 
buyurdu. Peygamberimiz ciddileşmişti. Mübarek sesini yükselterek 
“Devam edin… Devam edin ..”
buyurarak bana son mesajını verdi. Efendimize ayrılmadan önce sıkıca sarıldım. Uyandığımda kendimi ayakta buldum. 
Ali Uçar ağabeyin mübarek rüyası son buldu. Allah kendisinden ebeden razı olsun, rahmetine kendisine bol etsin. Amin.

Abdülkadir Haktanır

www.NurNet.org