Allah Her 100 Senede Müceddid Gönderir

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz buyururlar ki:

“Ümmetimin âlimleri benî İsrail’in Peygamberleri gibidir.”

“Allah-u Teâlâ bu ümmete, her yüz yıl başında dinini yenileyecek bir müceddid gönderir.” (Ebu Dâvud)

Bunlar yüz senede bir, vazifeli olarak gönderilmiş olanlardır.

Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir diğer Hadis-i şerif’inde buyururlar ki:

“Âlimler peygamberlerin varisleridir.” (Buharî)

Hadis-i kudsî’de geçen “Böylelerinin sözleri peygamberlerin sözleri gibidir, gerçek kahramanlar onlardır.” beyanını bu üç Hadis-i şerif ile izah etmiş olduk.

Hiç bir Peygamberin ümmeti vâris-i enbiyâ mertebesine nâil olamamıştır. Bu vazife ancak Ümmet-i Muhammed’e tevdi ve ihsan buyurulmuştur.

Bunlar öyle kimseler ki bütün işleri Allah içindir. Hiç bir kimseden hiç bir ücret, hiç bir menfaat beklemezler. Her şeyleri livechillahtır, Hazret-i Allah’a dayanır.

Vâris-i enbiyâ kimdir?

Allah-u Teâlâ kimi sevip seçmişse, kimi kendisine çekmişse, emanetini kime vermişse, Resulullah Aleyhisselâm’ın nûrunu kime takmışsa, işte onlar Peygamber vârisidirler.

Onların muallimi bizzat Hazret-i Allah’tır.

Âyet-i kerime’de:

“Allah’tan korkar, takvâ sahibi olursanız mualliminiz Allah olur” buyuruluyor. (Bakara: 282)

Muallimleri Hazret-i Allah olduğu için ilimleri kesbî değildir, yani herhangi bir hocadan medreseden tahsil etmezler. Onların ilimleri vehbîdir, doğrudan doğruya Hazret-i Allah ve Resulullah Aleyhisselâm’dan gelir. Yani halka muhtaç değildirler.

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bu ilmi tarif ediyor ve Hadis-i şerif’lerinde buyuruyor ki:

“Öyle ilimler vardır ki, gizlenmiş mücevherat gibidir. Onu ancak Ârif billâh olanlar bilirler. Bu ilimden konuştukları vakit, Allah’tan gafil olan kimseler anlamazlar.

Binâenaleyh Allah-u Teâlâ’nın kendi fazlından ilim ihsan ettiği âlimleri sakın tahkir edip küçük görmeyin. Çünkü Azîz ve Celîl olan Allah onlara o ilmi verirken tahkir etmemişti.” (Erbaîn)

Kur’an-ı kerim’de beyan buyurulduğuna göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz için de müşrikler böyle söylediler. “Peygamberlik filân filân kimselere verilseydi?” dediler. (Bakınız, Zuhruf: 31)

Yani Allah-u Teâlâ’nın takdir ve taksimine rızâ göstermediler. Neden? Çünkü nefis putu “Ben!” diyor, başka kimseyi dinlemiyor, o bir puttur.

Onların vâris-i nebi oldukları nasıl bilinir?

Hiç kimseden hiç bir tahsil görmediği halde en doğrusunu bilirler.

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde buyurur ki:

“Eğer bilmiyorsanız dini müşküllerinizi ehl-i zikirden sual ediniz.” (Nahl: 43)

Ehl-i zikirden murad evliyaullah hazeratıdır.

Bir Âyet-i kerime’de de şöyle buyuruluyor:

“İnsana bilmediklerini O talim eyledi.” (Alâk: 5)

Hiç kimseden çekinmeden hakikatı söyler. Neden? Vazifedar olduğu için. Mühim olan emr-i ilâhîdir, mahlûkun hiç hükmü yoktur.

Âyet-i kerime’de:

“Ey iman edenler! Eğer siz Allah’tan korkar, takvâ sahibi olursanız, O size iyi ile kötüyü ayırt edecek bir marifet bir nûr verir.” buyuruluyor. (Enfâl: 29)

Kendilerine ihsan ve ikram edilen o lütuf ve o nur sebebiyledir ki, Allah-u Teâlâ’nın bildirdiği kadar bütün hakikatları bilirler, hiç kimseden çekinmeden hakikatı söylerler.

Ve Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde onları şöyle tarif eder:

“Hiç bir kınayıcının kınamasından korkmazlar.” (Mâide: 54)

Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz de Hadis-i şerif’lerinde buyururlar ki:

“Allah-u Teâlâ bu ümmete, her yüzyıl başında dinini yenileyecek bir müceddid gönderir.” (Ebu Dâvud)

Dünya bozulmaya yüz tuttuğu, fitne ve fesadın arttığı bir zamanda Allah-u Teâlâ sevdiği ve seçtiği bu kullarından birini gönderir, o ifsadı kaldırır.

Hele bu zamanda, her gün bir bölücü, her gün bir fitne türüyor.

Bu gönderilme hususunu size şöyle arzedelim. İsâ Aleyhisselâm Antakya halkını Tevhid’e davet etmek için Havari’lerinden iki kişiyi göndermişti. Oranın halkı karşı çıkınca arkalarından bir Havarî daha gönderdi.

Hazret-i Allah bu hadiseyi Kuran-ı kerim’inde şöyle haber veriyor:

“O zaman kendilerine iki elçi göndermiştik de onları ***yalanlamışlardı.”

“Biz de bir üçüncü ile onları takviye edip desteklemiştik.”

“Gerçekten biz size gönderildik demişlerdi.” (Yâsin: 14)

Dikkat edilirse onları görünüşte İsâ Aleyhisselâm gönderdi, fakat Hazret-i Allah “Biz gönderdik.” buyuruyor. “Biz gönderdik.” buyurulması, İsâ Aleyhisselâm tarafından gönderilmeleri de Allah-u Teâlâ’nın emriyle olduğundan dolayı olmuş oluyor.

Binaenaleyh bu gönderilenler Hazret-i Allah’ın emrini tebliğ ediyorsa, halkın onlara itaat etmesi gerekiyor. Gönderilmiş olduğu için.

Onlara isyan eden, gönderene isyan etti demektir. Ahirette de bundan ötürü muhasebeye çekileceği şüphesizdir. “Ey kulum! Benim ahkâmım sana duyurulmadı mı? Benim ahkâmıma mı iman ettin, yoksa imamına mı iman ettin?”

İmama iman edenler, iman ettikleri imamın orada peşinde olup cehennemi boylayacaklar. Çünkü Allah-u Teâlâ’nın hükmünü hiçe saydılar.

Âyet-i kerime’de:

“İnsan sınıflarından her birini biz o gün imamlarıyla beraber çağıracağız.” buyuruluyor. (İsrâ: 71)

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Bedir’de Cebrail Aleyhisselâm’ın tavsiyesi üzerine yerden bir avuç kum alarak müşriklerin üzerine attı. Bu atış onların hezimetine vesile oldu.

Âyet-i kerime’sinde Allah-u Teâlâ buyuruyor ki:

“Onları siz öldürmediniz, fakat Allah öldürdü. Resulüm! Sen atmadın Allah attı.” (Enfâl: 17)

Görünüşte Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz attı, fakat Hazret-i Allah “Ben attım” buyuruyor.

Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:

“De ki: Ey mülkün sahibi Allah! Sen mülkü kime dilersen ona verirsin. Kimden dilersen ondan alırsın. Kime dilersen ona izzet verirsin, yükseltirsin. Kime dilersen ona zillet verirsin, alçaltırsın. Hayır senin elindedir. Sen her şeye kadirsin.” (Âl-i imran: 26)

Fâil-i mutlak olan Hazret-i Allah fiillerini icra eder, sahnede başkası görünür.

Cenâb-ı Fahr-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimizin “Sehm-i nübüvvet” ve “Sehm-i velâyet”inden nasip alanlar Hakk iledirler ve Hakk’tan bahsederler.

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde onları şöyle tarif ediyor:

“Yarattıklarımızdan öyle bir topluluk da vardır ki, onlar Hakk’a iletirler ve Hakk ile hüküm verirler.” (Araf: 181)

Onların ilmi vehbîdir, Hazret-i Allah ve Resulullah Aleyhisselâm’dan gelir. Nasibdar olanlara nasiplerini vererek; şeriat, tarikat, hakikat ve marifet yolları ile Hazret-i Allah ve Resulü’ne ulaştırmaya çalışırlar.

Kendilerinin değersiz olduklarını bilirler, zira bütün değerler Allah-u Teâlâ’ya aittir.

Hükümsüz olduklarını görürler, zira hüküm de Allah-u Teâlâ’ya aittir.

Bunu onlardan başka kimse bilmez. Herkes varlık satmaya çalışır. Fakat O Hazret-i Allah’ta fâni olduğu için, Hazret-i Allah’ı görür, kendisinde hiç bir şey görmez.

Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:

“O’nun ilmi dışında bir yaprak dahi düşmez.” (En’am: 59)

Hazret-i Allah öyle bir Allah’tır ki bütün mahlûkat bir araya gelse bir tek yaprağı yaratamazlar.

Eğer Hazret-i Allah’ı bulamıyorsan, iyice düşün, burada bul! Zira bütün kâinat bir tek yaprağın karşısında âciz kalıyor. O ise öyle bir Allah! Hazret-i Allah’ı güzel düşünürseniz, varlığını her zerrede hissedebilirsiniz.

Âyet-i kerime’sinde buyurur ki:

“Allah’ın izni olmadan hiç bir kimsenin iman etmesi mümkün değildir.” (Yunus: 100)

Hazret-i Allah dilemezse hiç kimsenin kalbine imanı düşürmez. O, hidayeti bulan kimseleri hidayete erdirmekte, dalâlete düşürdüğü kimseleri de dalâlette bırakmakta âdil olandır.

“Onlar o kimselerdir ki, Allah imanı kalplerine yazmıştır.” (Mücadele: 22)

Âyet-i kerime’sinde beyan buyurduğu üzere kimin kalbine imanı yazarsa, o iman sebebiyle, o nûr sayesinde hakikatı onlara bildirmiş oluyor.

“Allah size imanı sevdirdi ve onu kalbinizde süsledi. Küfrü, fâsıklığı ve isyanı ise çirkin gösterdi. İşte doğru yolda olanlar bunlardır.” (Hucurat: 7)

Âyet-i kerime’si mucibince kime imanı sevdirir ve o imanı kalbinde süslerse onu tutuyor demektir. Bu böyledir, esas budur. Kurtulan böyle kurtuluyor, kurtardığı için kurtuluyor. Biz buna “Hıfz-u himaye, tasarruf-u ilâhiye.” diyoruz.

Onlar Hakk’ı bilir, kendisini bilmez. Hakk’ı görür kendisini görmez.

Bir sivrisinek kanadı kadar varlığı olsa, yahut kendisinde varlık görse, Allah-u Teâlâ’ya karşı o da bir varlıktır.

Bu mahviyet onlara mahsustur. Çünkü Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde buyurur ki:

“Sana gelen her iyilik Allah’tandır, bütün kötülükler de kendi nefsindendir.” (Nisâ: 79)

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz ise Hadis-i şerif’lerinde:

“Kendinde varlık görmen, diğer günahlarla kıyaslanmayacak kadar büyük bir günahtır.”

Çünkü var olan ancak Hazret-i Allah’tır. Vücud O, mevcud O…

Hakikat ehlinde Hak’tan gayrı hiç bir şey bulunmaz. Varlığını ata ata Var’a ulaşırlar.

Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyururlar:

“ -Müferridler yarışı kazandılar;

–Müferridler kimlerdir yâ Resulellah?

–Onlar o kimselerdir ki, Allah-u Teâlâ’nın zikrine bütün benlikleriyle dalmışlardır, başka şeylerle uğraşmazlar.

Bu zikir onlardan yüklerini indirmiştir, kıyamete hafif olarak gelirler.” (Müslim)

Bir Hadis-i kudsî’de şöyle buyuruluyor:

“Kulum beni zikrettiği zaman ben onunla beraberim.” (Buharî)

Âlim-i billâh olanlarda Allah-u Teâlâ nasıl tecelli etmişse öyledir.

O Rabbül-âlemindir. Kuluna tecelli edince O’nun tecelliyâtı ile âlem olur.

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde buyurur ki:

“Onlar o kimselerdir ki, Allah imanı kalplerine yazmış ve onları kendinden bir ruh ile desteklemiştir.” (Mücâdele: 22)

Dikkat ederseniz Hazret-i Allah ruh ile bizi ayakta tutuyor, ruhu çektiği zaman bir şey olmuyor. Ruhu halkeden Hazret-i Allah, ruhâniyeti de halketmiştir. Bu bilinmeyen bir ilimdir. Allah-u Teâlâ dilediği kulunu bu ruhâniyetle destekler, bu ruhâniyetten lâtifeler husule gelir. Allah-u Teâlâ bu lâtifeleri dilediği şekilde çalıştırır. Bir kişi olur, on kişi olur, kırk kişi olur, bu sizin ilminizin dahilinde değildir.

Herkeste bir ruh var, onlarda iki tane var. Gayemiz size yavaş yavaş marifetullah ehlini ve ilmini bu şekilde duyurmaya çalışmak.

Bu kudsî ruh, onlardan başka kimsede bulunmaz.

Ayrıca onlar Resulullah Aleyhisselâm tarafından “Fırka-i Nâciye” yani “Kurtulmuş Fırka” lâkabıyla müşerref kılınmışlardır. Bu kalpleri diri hakikat erleri Resulullah Aleyhisselâm’ın yolundan, Ashab-ı kiram’ın, selef-i salihinin yolundan yürümüşler, sırat-ı müstakimden bir an bile ayrılmamışlardır. Bu güne kadar da bu âli himmetleriyle Hakk yolunun sâliklerini bidatçıların, ehl-i dalâletin iğva ve saptırmalarından korumuşlardır.

Allah-u Teâlâ onların doğruluğunu bizzat kendisi rahmetiyle müminlere göstermiş, müminler de bu büyüklerden istifade etmişler feyz almışlardır.

Ve bu kullar Allah-u Teâlâ’ya nasıl yaklaştılar?

Bir Hadis-i kudsî’de şöyle buyuruluyor:

“Bana bir karış yaklaşan kimseye ben bir arşın yaklaşırım. Bana bir arşın yaklaşan kimseye ben bir kulaç yaklaşırım. Bana yürüyerek gelene ben de koşarak gelirim.” (Buharî ve Müslim)

Allah-u Teâlâ bu kulları kendisi için seçmiştir. Allah-u Teâlâ’ya yaklaşan bu kullar sevgi ile yaklaşmışlardır. Allah-u Teâlâ bunlara âşık olmuş; onları sevdiği gibi, bu kullar da Allah-u Teâlâ’ya âşıktır. Allah’tan başka hiç bir arzuları yaşamaz.

“Allah kimi dilerse onu rahmetiyle mümtaz kılar.” (Bakara: 105)

İşte Allah-u Teâlâ bu sevgili kullarını bu lütfa mazhar etmiştir.

“Biz rahmetimizi kime dilersek ona isabet ettiririz.” (Yusuf: 56)

Gerçekten bu sevgili kullarını daire-i saadetine almış, merkez-i selâmetine çıkarmış, huzuruna kadar almış ve en büyük saâdetine eriştirmiştir.

“Onlar sıdk makamında kuvvet ve kudret sahibi hükümdarın huzurundadırlar.” (Kamer: 55)

Bir düşünün! Allah-u Teâlâ onları huzuruna aldı. O kehribarın tozu olduğu için sıddıkiyet makamına kadar çıkardı.

Not: Allah her asırda bir müceddid günderdiği gibi: Geçen asrın Müceddidi  Mevlana Halidi Bagdadi oldugunu ulema ispat etmişti. O zat   1192 de doğmuştur. Üstad Bediüzzaman Hazretleri de 1292  de doğmuştur. O zat hangi tarihte müceddidlige başladı ise Üstad Bediüzzaman da tam 100 sene sonra aynı tarihte başlamıştır. O zat 20 yaşında ilmi ile ulemanın üstüne çıkmış. Üstad Bediüzzaman Hazretleri   14 yaşında ulemanın üstüne çıkmış ve zamanın harikası manasında Bediüzzaman lakabını almış. Ulumu arabiye ancak 20 senede elde edilebildiği halde Üstad Bediüzzaman Hazretleri  yalnız 3 ay tahsil ile zirveye çıkmış.

Bu bilgileri derleyip kardeşlerle paylaşan Abdülkadir Haktanır

www.NurNet.org