Allah niçin bizim acılar karşısında sabırlı olmamızı istiyor?

Bu sorunun yüzlerce cevabından biri şudur: Acı çekilen şeylerin bir kısmı hastalıklardır. Hastalıkların çoğunluğu ise insanın dikkatsizliği, dengesizliği, kendisine emanet edilen bu hassas ve nazik bedeni hoyratça kullanmasından ileri geliyor. Hastalığın acısı da, bu hataların faturası oluyor. Hem vazgeçilsin diye caydırıcı bir ceza vazifesi de görüyor.

Hak etmeden gelen kısım içinse, bunların çoğunluğu da günah, haksızlık, yalan vesaire gibi Allah nazarında ve hakikatte suç olan işlere dayanır. Böyle durumlarda da, bu yöne bakılır. Eğer bu yön tam bir dikkatle incelenirse görülür ki, peygamberler gibi mükemmel bir otokontrol taşıyarak maddi-manevi zulümlere düşmeyenler hariç herkesin başına gelen acılar, sıkıntılar, hastalıklar, belalar, musibetler, meşakkatler ve kayıplar o kişilerin maddi-manevi yanlışlarının neticeleridir. O yüzden de şikâyete ve itiraza hakları yoktur. Bilakis bunlar adalet ve rahmet tecellisidirler. Tâ ki, kişi yanlışına son versin, cezasını çeksin; maddi-manevi kir ve pisliklerden arınsın. Ayrıca Allah’ın sonsuz rahmet ve sınırsız şefkati var. Bunların tükenmez hazinelerinde çekilen acı ve zorlukları unutturacak öyle manevi lezzetler, Âhiret hediyeleri var ki yaşanan her şeyi unutturacağı konusunda bütün peygamberler, evliyalar, âlimler istisnasız ittifak etmişler.

Ayrıca Allah “Hiç kimseye kaldıramayacağı bir yük yüklemeyiz” (Bakara suresi, 286) teminatı veriyor. Karıncaya filin yükü yüklenmez ve yüklenmiyor. Fakat insanların birçoğu, idareciliği zayıf bir kumandanın askerlerini sağa sola dağıtıp merkezi zayıflatması gibi sabır güçlerini geçmiş ve geleceğe dağıtıyorlar. Merkez birliğin bulunduğu yaşadıkları ânı zayıf bırakıyorlar. Sonra da mevcud acı ve sıkıntılar ağır gelip onları yeniyor. “Çok acı çekiyorum, dayanamıyorum” diyorlar. Oysa onlardan bin kat daha çok sıkıntı çeken insanlar hallerinden şikâyet etmemişlerken…

Hem Üstad Bediüzzaman’ın tesbit ettiği üzere “Günahlar, hayat-ı ebediyede (sonsuz âhiret hayatında) daimî hastalıklardır; bu hayat-ı dünyeviyede (dünya hayatında) dahi kalb, vicdan, ruh için mânevî hastalıklardır” (Lem’alar, 25. Lem’a, 8. Deva) Kişi bu tarz acılarla kalb, ruh, vicdanın ve ebedî hayatının sonsuz hastalıklarından kurtuluyor. İnsan, hastalık ve acılarla temizlenip doğduğu andaki sağlıklı fıtratına kavuşuyor. Böyle bakılınca, değil onlardan şikâyet etmek bilakis şükretmek; “Bana özüme dönmem için böyle bir lütufta bulundu” diye Allah’a hamd etmek lazımdır. Oksitlenerek çürüyen bir kılıç için ateşe sokulması ve dövülerek eski haline getirilmesi, bir rahmet ve şefkat tecellisidir; özel bir hediyedir.

Hem insan için dünya hayatı hedef değildir. Öyle veya böyle ömür nehri akıp gidiyor. Her dengeli bir aklın, sağlam her kalp ve vicdanın, sağlıklı her bir ruhun gördüğü üzere “ebedî hayat ”, kabirden sonraki yolculukta gerçekleşiyor. Her bir gerçek insanın istediği “ sonsuz saadet ”, tam manasıyla kabir sonrasında elde ediliyor… Oranın gidişatını ise buradaki hayat belirliyor. Buradaki yanlışlar oradaki yolculuğun engelleri oluyor. Allah, Kur’anıyla o âlemi bildiriyor ve diyor ki: “Burada hakka karşı kör olan orada gerçekten kör olacak.” (Taha suresi,125) Burada hakkı gören kalp gözü orada, başımızdaki göz yapılacak. Burada kalbi kör olanın orada baş gözü kör olacaktır. “Yeryüzünde dolaşmıyorlar mı ki onların akledecek kalbleri, hakkı işitecek kulakları olsun. Gerçek şudur ki, gözler kör olmaz, fakat asıl göğüslerin içindeki kalpler kör olur.” (Hacc suresi, 46) Aynı şeyi kulak, dil vesaire organlar için de söyleyebiliriz…

Doğuştan kör olma, kekeme ve dilsiz olma, sağır ve topal olma, yetim ve öksüz doğma gibi gelince burada yol ikiye ayrılıyor:

  1. a) Şikâyet edenler… Ebu’l-A’lâ-i Maarrî gibi a’ma doğduğu için Allah’a küsenler ve derecesine göre Ona düşman olanlar…
  2. b) Allah’a teslim olup Hz. Peygamber, Hz. Musa ve Hz. İsa (Aleyhimüsselam) gibi sabır içinde şükredenler

Hz. İsa (AS), babasız doğduğu için yetimlik yaşadı. O yüzden annesine hep iyilik yaptı, onu hiç üzmedi, incitmedi. (Meryem suresi, 32)

Hz. Musa’nın (AS) dilinde kekemelik tarzı bir tutukluk vardı. Onun gibi dışa dönük bir karakter için en büyük ızdırab konuşma problemi yaşamaktır. Öyle ki, Hz. Musa’nın (AS) “Dilimdeki düğümü çöz. Ki, sözümü anlasınlar” duası ebedîleşerek Kur’anda yer aldı. (Taha suresi, 27)

Hz. Peygamber (ASM) ise doğuştan yetimdi, 6 yaşında ise annesinin şefkatinden de mahrum kaldı. Onun yaşadığı bu acıları ise, Duha suresi anlattı.

Babasızlık ve annesizlik, görmemekten geri kalmayacak derecede yakıcı ve yıkıcıdır. Yıllarca evlat acısı yaşayan Hz. Yakub (AS), eşinden ve çocuğundan ayrılık sancısı yaşayan Hz. İbrahim (AS) var. Özellikle eşini imansızlıkta ebedî kaybeden Hz. Lut (AS), babasını ebedî yitiren Hz. İbrahim (AS), hem evladını hem eşini ebedî kaybetme acılarını yaşayan Hz. Nuh (AS) var. Onların, bir kısmı çaresiz bu yakıcı acıları yanında bedensel özürlülerin acı ve kederleri görünmez hale gelir. Çünkü kör, sağır, topal, sakat, yetim vesairenin acıları ölümle biter. Bu dünyevi yokluklar ebedî Cenneti kazandırırlar. Her biri sonsuz varlık ve lezzetlere dönüşürler. Fakat Hz. Nuh, Hz. İbrahim ve Hz. Lut’un (Aleyhimüsselam) acılarını ne dindirebilir?! Bütün bunlara rağmen peygamberlerin ve diğer Allah dostlarının sabırları, tahammülleri, hatta Hz. Eyyub (AS) gibi yaşadığı zorluklara şükürleri gösterir ki, insanoğlu her türlü maddi-manevi zorluğa, acıya, ızdıraba dayanabilir. Hem bütün bu zorlukları sindirip “Her şey, acı dahi olsa yine de güzeldir” diyebilir.

Peygamberler haricine bakarsak Hz. Abdullah bin Ümmü Mektum (RA), Hz. Muhammed’in ilk arkadaşlarından birisi ve a’ma idi. Abese suresi, onun hakkı öğrenme arzusu dolayısıyla geldi. Evet, evet! Her bir insan, ona ruhundan ruh üfleyen Allah’ın İlahî hayatının sırlarını kendi benliğinde hissedebilecek ve Onun sonsuz güzellik ve mükemmelliğine ayna olabilecek yapısıyla Allah için eşsiz değerdedir. Yeter ki, insan kulluğunu, Allah’a sonsuz muhtaç oluşunu bilsin, görsün ve buna iman etsin. Hem halifelik özelliğini cihad ve sabır ile açmaya çalışsın…

Peygamberler ve evliyaların acıları ise, yaptıkları bencillikten uzak hizmetlerinin kudsiyet derecesi artsın, menfaat için yapılmadığı iyice belli olsun, hakka hizmet eden kişi daha bir ciddi ve kaliteli olsun diyedir. Zaten hiçbir peygamber “Neden bunlar geliyor, beni buluyor?!” dememiştir. Çünkü bu, Allah’ı haksız yere eleştirmektir; hem Allah’ı âciz kullara şikayet etmektir.

Eymen AKÇA

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: