Allahın Said Kulu Olmak

      Toplumların tarihinde çeşitli dönemler vardır. Bu dönemler içinde, inanç yönünden karanlık diyebileceğimiz dönemler olur. Bu karanlık dönemlerde, yol gösterici bir deniz fenerine ihtiyaç duyulur. Allah bu insanlara hiç ummadıkları bir zamanda ve hiç ummadıkları bir şekilde rehberlik edecek deniz feneri konumunda büyük insanlar istihdam eder. Bu insanlar peygamberlerin varisleri olan  alimlerdir. İşte Allahın Said Kulu böyle bir zamanda istihdam edilmiştir.

   Allahın Said Kulu  Üstad Bediüzzaman Said Nursi böyle bir ortamda kimsenin hakikatı söylemeye cesaret edemeyeceği bir dönemde hakikatı haykırmıştır. Bu hakikatı haykırırken de gelecek nesillere yansımasını görür gibi nesli atiye içten bir bir ruh hali ile  şöyle seslenmiştir:

Ey üç yüz seneden sonraki yüksek asrın arkasında gizlenmiş ve sakitane Nurun sözünü dinleyen ve bir nazar-ı hafî-i gaybî(gizli bakış) ile bizi temaşa eden Said’ler, Hamza’lar, Ömer’ler, Osman’lar, Tahir’ler, Yûsuf’lar, Ahmed’ler, vesaireler!..

Sizlere hitap ediyorum. Başlarınızı kaldırınız, “Sadakte” deyiniz. Ve böyle demek sizlere borç olsun. Şu muasırlarım, varsın beni dinlemesinler. Tarih denilen mazi derelerinden sizin yüksek istikbalinize uzanan telsiz telgrafla sizin ile konuşuyorum.  Ne yapayım, acele ettim, kışta geldim; sizler cennet asa bir baharda geleceksiniz. Şimdi ekilen nur tohumları, zemininizde çiçek açacaktır.

Diyerek o yaşadığı dönemini zorluklarını aktarmış. Ayrıca sanki gelecek nesilleri görmüş gibi onlara şöyle seslenmiştir:

’’Şu zamanın memesinden bizimle süt emmeyen ve gözleri arkada maziye bakan ve tasavvuratları kendileri gibi hakîkatsiz ve ayrılmış olan bu çocuklar, varsınlar Şu kitabın hakaikını hayal tevehhüm etsinler. Zîra, ben biliyorum ki; Şu kitabın mesaili, hakîkat olarak sizde tahakkuk edecektir. Ey muhataplarım! Ben çok bağırıyorum. Zîra, asr-ı salis-i aşrın, yani on üçüncü asrın minaresinin başında durmuşum, sûreten medenî ve dinde lakayd ve fikren mazinin en derin derelerinde olanları camiye davet ediyorum.’’

diyerek o dönemin insanlarının kendisini anlamadığından şikayet etmekte ve ancak gelecek nesillerin onu anlayacağını söylemektedir.

      Evet üstad, Serdengeçtinin deyimiyle ’’Said Nur, üç devir yaşamış bir ihtiyar Gün görmüş bir ihtiyar Üç devir; Meşrutiyet, Ittihad ve Terakki, Cumhuriyet: Bu üç devir büyük devrilişler, yıkılışlar, çökülüşlerle doludur Yıkılmayan kalmamış! Yalnız bir adam var O, ayakta Şark yaylalarından, güneşin doğduğu yerden Istanbul a kadar gelen bir adam Îmânı, sıradağlar gibi muhkem Bu adam, üç devrin şerirlerine karşı îmanlı bağrını siper etmiş  Allah demiş, Peygamber demiş, başka birşey dememiş; başı Ağrı Dağı kadar dik ve mağrur Hiçbir zâlim onu eğememiş, hiçbir âlim onu yenememiş Kayalar gibi çetin, müthiş bir irâde, şimşekler gibi bir zekâ; işte Said Nur! Dîvân-ı harbler, mahkemeler, ihtilâller, inkılâplar, onun için kurulan îdam sehpâları, sürgünler bu müthiş adamı, bu mâneviyât adamını yolundan çevirememiş!’’

       Evet sırça saraylarda rahat bir hayat sürmek varken kendisi sırf iman davası için sürgünleri, zindanları tercih etmiştir. Kendisinin rahat etmesi isteyip başka memleketlere davet edenlere şu ibretli cevabı vermiştir:

Evvelâ: Biz, imanı kurtarmak ve Kurana hizmet için, Mekke de olsak da buraya gelmek lâzımdı. Çünki en ziyade burada ihtiyaç varBinler ruhum olsa, binler hastalıklara mübtela olsam ve zahmetler çeksem, yine bu milletin imanına ve saadetine hizmet için burada kalmağa, Kurandan aldığım dersle karar verdim ve vermişiz.» diyerek  milletimizin imanının  kurtuluşuna ne kadar önem verdiğini belirtmiştir.

      O kadar şefkatlidir ki kendisine zulm edenlere bile beddua etmemiş onların ıslahı için dua etmiştir. O kadar şefkatlidir ki bitki ve hayvanlara bile zarar vermemiş. Zarar verenleri uyarmış ve bu yaratılan mahlukatın da canlı birer varlık olduklarını, kendilerine has dilleri ile Allahı(CC)  zikrettiklerini  eserlerinde  çok güzel bir şekilde anlatmıştır. Kısacası karıncaya bile basmaktan sakınmıştır.

       O kadar büyük bir Pedagog ki Medrese-i Yusufiye olarak adlandırdığı hapishanelerde zindanları nur, gönülleri nur eylemiştir Nice azılı katiller, nice nizam ve ırz düşmanları onun derslerinden sonra tamamen değişmişler. Hepsi halîm-selîm müminler haline, yararlı  vatandaşlar haline gelmişler Hatta birkaç kişiyi öldüren bir katil tahta kurusunu öldüremeyecek bir ruh haline kavuşmuştur.

       Evet birileri onu unutturmak için planlar yaptılar. Onlara göre Barla’ya sürgüne göndererek onu halkın yanında unutturacaklardı. Fakat Allahın(CC)  planı başkaydı. Onlar bilmeden Allahu tealinin planını yerine getirdiler. Onlar üzerine geldikçe bu nuru söndürmeye çalıştıkça nur daha da parladı Anadolunun her tarafına yayıldı. Hatta şimdi dünyanın her tarafına yayıldı. Risale-i Nurlar şimdi  dünyada 45 dile çevrildi ve bu dillerde okunmaktadır.

       Arkasında her fani insana nasip olmayacak eserler ve talebeler bırakmıştır. Bu eserler ve talebeler sayesinde Anadolu bir ilim ve irfan yuvası haline gelmiştir. Nice insanların imanları kurtulmuş. Nice insanların hidayetine vesile olmuştur. Kısacası kışta ekilen nur tohumları şimdi meyve vermiş ve vermektedir.

Hamit Derman

www.NurNet.org