Allah’ın Zatı Neden Bilinmez?

Allah’ın zâtı, idrak edilemeyecek kadar yücedir. Zira akıl ve idrak O’nun insana bir hediyesidir ve mahluk olan bu sermaye ile Allah’ın varlığı bilinebilir, ama zâtının hakikati idrak edilemez. Mahluk olan şey mutlaka sınırlıdır. Bir başlangıcı olduğu gibi, bir nihayeti de vardır. Meselâ, göz mahluk olduğu gibi, görme sıfatı da mahluktur ve her ikisi de sınırlıdır. İnsan, bütün cisimleri göremediği gibi, kâinatta faaliyet gösteren kuvvetleri, bedenlerde vazife gören ruhları, bu âlemi dolduran melekler dünyasını göremez. Göz gibi, akıl da bir mahluktur.Allah’ın sıfatları ise sonsuzdur. Sınırlı olan, sonsuzu ihata edemez, kavrayamaz. “Hakikat-ı mutlaka, mukayyed enzar ile ihata edilmez.” (bkz. Sözler)

Mutlak, kayıt altına alınamayan, kendisine bir sınır biçilemeyen demektir. ‘Enzar,’ ‘nazar’ın çoğuludur; nazar ise, çoğu zaman, akıl mânâsına kullanılmaktadır. Allah’ın bütün sıfatları mutlaktır, sonsuzdur. Bu sıfatların kayıtlı ve mahluk olan akılla hakkıyla idrak edilemeyeceğini her müstakim akıl, şüphesiz, kabul eder. Sıfatı hakkıyla idrak edilemeyenin Zâtının da mahiyetiyle bilinemeyeceği çok açıktır. Hz. Ebubekir Efendimizin (r.a.) bu mânâyı ders veren çok ibretli bir sözü vardır. ”Allah’ın zâtının idrak edilemeyeceğini bilmek gerçek idraktir. Onun zatı üzerinde düşünmek ise işraktır (gizli şirktir).”

Allah’ın zâtı hakkında ne düşünülse, bu düşünce aklın bir mahsulü olacaktır. Akıl gibi, onun düşündüğü, zihninde şekillendirdiği şey de mahluk olur. Bu mahluku Hâlık kabul etmek ise gizli şirk demektir. O’nun zâtının kudsî mahiyetini ancak Kendisi bilir.

Allah, bizleri imana, marifete, muhabbete götürecek pek çok duygularla, latîfelerle donatmış. Bu yaratılışımız sayesinde, pek çok hakikatlere muhatap olabiliyoruz. Bunlardan birisi de, Allah’ın zâtının bilinmezliği… Ki, bedenimizde tasarruf eden ruhumuzun mahiyetini bilmekten dahi aciziz. İmam Gazalî hazretlerinin enteresan bir açıklaması var. Buyurur ki: Allah, insanlar için noksanlık sayılan sıfatlardan münezzeh olduğu gibi, kemal sayılan sıfatlardan da münezzehtir. ‘Mükemmel,’ ‘üstün,’ ‘noksansız’ kelimeleri telaffuz edildiğinde, insanın aklında canlanan mânâlar mahlukturlar ve Allah’ın kudsî kemali, bunlarla anlaşılabilecek bir kemal olmaktan münezzehtir.

Bu güzel tespit üzerinde düşünürken, insanın ruhu ile bedeni arasındaki mahiyet farklılığı hatırıma geldi. Hayal âlemimde, bedenin bütün organlarına şuur verdim ve kendilerine, ‘kemal’ denilince ne anladıklarını sordum. Göze göre kemal, miyop ve hipermetrop olma gibi kusurlardan uzak bir görme; ayak için kemal, topal olma kusurundan azade bir yürüyüş; ciğere göre kemal, bütün arızalardan uzak bir solunum sistemi idi. Örnekler çoğaltılabilir. Ve bunların hiçbiri ruhun kemalini anlamakta ölçü olamazlar. Ruhun, ‘iman, marifet, ilim, ahlâk’ gibi esaslara bina edilen kemali, organların kemaliyle anlaşılmaz. Ve ruh, organların kendi zât, sıfat ve kabiliyetlerine kıyas ederek ortaya koydukları her türlü kemalden münezzehtir. İkisi de mahluk oldukları halde bedendeki kemal ruhun kemalini anlamakta nasıl ölçü olamıyorsa, elbette mahluk olan aklın anladığı ve yine bir başka mahluk olan hayalin tasvir ettiği bir kemal ile Allah’ın mukaddes kemalinin bir ilgisi olamaz. İşte İmam Gazâlî Hazretleri o hikmetli sözüyle bize bu ulvî dersi vermiş oluyor.

Alaaddin Başar / Zafer Dergisi