Ama bazı şeyler örtüsüz görülmez ki!

Nebe’ sûresini düşünüyorum bu sıralar arkadaşım. Özelde 10. ayetini. ‘Gecenin örtü kılınması’ hakikatini. Durup durup kendime soruyorum: Cenab-ı Hak bunu neden musırrane haber veriyor? Zâhirine bakılırsa zaten malumumuz olan birşeydir. Yani ‘gecenin örtücülüğü’ insanoğlu/kızı tarafından gayet bilinmektedir. Dünyanın hergün yeniden şu siyah libasa sarınmasında yeni öğrenilecek birşey yoktur. Fakat günler sonra uyanıyorum: Belki de uyanmam gereken gecenin kendisi değil. “Ya?” Tamamlayıcılığı. “Neyin tamamlayıcılığı?” Örtünün arkadaşım örtünün.

Belki de burada kainat kadar büyük bir kanunun yansımasına çağrılıyım. Yaratışın ‘libas’ ile teşbihi üzerinden başka ‘giysileri’ de görmeye öğütlüyüm. Hiç böyle düşünmüyorum. Yani tesettürü ‘evreni kuşatan bir düstûr’ olarak tefekkür etmeye yeltenmiyorum. ‘Gece’ bakış açımın da gecesi olmuş. Örtmüş. Ayetteki geceye dikkatimi hapsetmiş haldeyim. Halbuki o belki de güneşi gösteren kara parmaktır. Parmak elbette ‘Bak!’ der, ama kendisine değil, gösterdiğine bakılır.

‘Örtü kılmak’ta kendini okutan bir kanun var. Kanun nedir? Kanun ‘tekrarlanan emir’ veya ‘tekrarlayan fiil’dir. Esmaü’l-Hüsna penceresinden bakarsak Cenab-ı Hakkın isimlerine işaret eder tecellileridir. Ve kanunlar ancak tevhidle mümkün olur. Mesela: Tek atışla hedefini vurmuş adamın keskin nişancılığına inanılmaz hemen. Ya? Tekrarı beklenir. İsim sahipliğini acemi şansından ayıran şey eylemin tekrarıdır. Yaptığı on atışın tamamında hedefini düşürüyorsa o artık ‘isim sahipliğini’ hakeder. Çünkü böylesi bir tutturuş tesadüfle açıklanamaz olur. 

Artık açıktır ki: Failin fiilini tekrarlamasına yetecek yeteneği vardır. Kudretini sınırlayacak kalıplara sahiptir. Evet. Sebep ilim/irade sahibi olmazsa fiilini tekrarlayamaz. Kudret, eğer kalıplanacağı ilim/irade yeteneklerinden yoksunsa, kontrolsüzdür. Ve Pirelli abimizin de dediği gibi: “Kontrolsüz güç ‘güç’ değildir.” Yansımalardaki benzerlik fiilin ardındaki kişinin imzasına dönüşür. Diyebiliriz ki: Fiiler ‘bir başına’lıktan çıkıp ‘hep birlikte’liğe yaklaştıkça sahiplerini de ‘bir’leştirirler. Hedefini ikinci bir kişinin taklide yeltenemeyeceği ustalıkla vuran kişi artık keskin nişancılıkta imza sahibidir. Tanınır. Bilinir. Okunur. Tıpkı yetenekli bir aşçı gibi.

Bu kadarcık bir düzen bile tesadüfle açıklanamazken kainatı kuşatmış milyonlarca kanun (ki herbiri tam isabettir) nasıl bir ‘isim sahibi’ olmadan açıklanabilir? Arkadaşım, buna uyandığın an, Kur’an’da geçen “Bütün güzel isimler Allah’ındır!” hakikatini de anlarsın. Zira isme sahip olmak o isimden gelen kanunlara da sahip olmaktır. Kanunun sahibi kimse ismin sahibi de ancak odur. 

Eyvah. Şekerden şeker mevzular kalemimi kaydırıyor. Ben de asıl yazacağımdan uzaklaşıyorum. Tesettüre geri döneyim. Evet. Cenab-ı Hakkın Esmaü’l-Hüsna’sından birisi de es-Settar‘dır. Bu ism-i şerif genelde ‘ayıpları-kusurları örtmek’ manasında anlaşılsa da ben onlara birşey daha ilave edeceğim: Hak Tealanın settariyeti aynı zamanda nesneleri de tamamlar. Yani mahlukatı es-Settar isminin tecellilerine mazhar olmakla kendiliğinde kıvam bulur. Peki. Karışık birşey söyledik. Aklınıza yaklaştırabilmek için bir de misal vermeyi deneyelim:

Gençlerde bu merak pek kalmadı galiba. Ama küçüklüğümüzde sıkça görürdük: Yeni bir eşya eve geldiğinde üretilişindeki çıplaklıkla bir köşede oturamazdı. Ya? Üstüne bir örtü serilirdi. Yahut bir dantel konurdu. Yoksa örülürdü. Yani büyüklerimiz için eşya örtüsüyle birlikte tamam olurdu. Uyum kazanırdı. Fakat örtü sahibi olmasının bir de bedeli vardı: Düzeni çabuk bozulurdu. Sözgelimi: Koltukların üzerine böyle birşey konmuşsa, evde de yaramazlık yapmayı sever çocuklar varsa, bu çocukların imzası her yerde kalırdı. Anne misafirlikten döndüğünde koltuğun üstünde ne kıyametler koptuğunu hemen anlardı: “Yine mi bunun üstünde hopladınız siz?” Veya: “Vitrini kim kurcaladı çabuk söylesin?” Veyahut: “Bu dolaptan birşey alınmış. Kim aldı? Ne aldı? Konuşun bakalım.”

Yani, nesnelerin ‘şiddet-i zuhur’unu engelleyen örtü, aynı zamanda annenin farklı failleri farketmesini sağlayan bir ‘işaretler silsilesine’ dönüşürdü. Buradan çok ince birşeye geleceğim. İnşaallah güzelce arzederim de istifadeye medar olur: Bediüzzaman Hazretleri “Herşeyi yaratan Cenab-ı Haksa sebepler neden var?” tarzı sorulara şöyle bir cevapla mukabele ediyor: “Evet, izzet ve azamet ister ki, esbab, perdedâr-ı dest-i kudret ola aklın nazarında. Tevhid ve celâl ister ki, esbab, ellerini çeksinler tesir-i hakikîden…” Sondan başlayıp öne doğru gelirsek deniyor ki: Cenab-ı Hakkın ‘tek yaratıcı olma’ noktasındaki sonsuzluğu ikinci bir ilaha imkan/ihtiyaç bırakmaz ki sebeplerin de yaratıcılığı olsun. Birer ilahlık payesi kapabilsinler. Böyle birşeye mecal bulamazlar. Yaratıcılık ancak Allah’ındır. Çünkü ancak Allah olan yaratır.

Ancak, dikkat ediniz, sınırlı akılların kudrete perde olacak sebeplere ihtiyacı var. Çünkü insan aklı sınırsızı anlamaya borçlu bir sınırlı. Parçalardan bütüne çıkmaya mecbur bir aciz. Cenab-ı Hakkın kudretiyle esbabın aracılığı olmadan karşılaştığında acaba o düğümleri çözebilecek mi? Görünüşünün şiddetinden gözlerini kurtarabilecek mi? Yoksa güneşe bakan çocuklar gibi ebedî karanlığa mı düşecek? Hiçbirşey mi göremeyecek? Yahut görüşündeki sınırlılıktan yaşadığı arızaları hemen Allah’a mı atfedecek? Allah’tan mı sanacak? Metnin başına döndüğümüzde Bediüzzaman’ın bu hususa da dikkat çektiğini görüyoruz: 

“Ayinenin iki vechi gibi, herşeyin bir mülk ciheti var ki, âyinenin mülevven yüzüne benzer; muhtelif renklere ve hâlâta medar olabilir. Biri melekûttur ki âyinenin parlak yüzüne benzer. Mülk ve zahir vechinde, kudret-i Samedâniyenin izzetine ve kemâline münâfi hâlât vardır. Esbab, o hâlâta hem merci, hem medar olmak için vaz edilmişler. Fakat melekûtiyet ve hakikat cânibinde herşey şeffaftır, güzeldir, kudretin bizzat mübaşeretine münasiptir, izzetine münâfi değildir. Onun için, esbab sırf zahirîdir, melekûtiyette ve hakikatte tesir-i hakikîleri yoktur.”

Yani biz bu sebepler örtüsü sayesinde sınırlılığımızın arızalarından korunmuş oluyoruz. Cenab-ı Hak esbabı ‘yaratışı-şahitliğimiz’ arasına sermekle bize iyilikte bulunuyor. Onun şânına yakışan tefekkürlerde bulunursak, zaten esbap yüklerini kaldıramıyor, hemen Allah’a veriyoruz. Rahatlıyoruz. Marifetullah oluyor. Yok, fakat, takıldıysak. Perdeyi aşamadıysak. Onun şânına yakışır yüksekliğe çıkamadıysak… Bu defa da perde kurtarıcımız oluyor. Kabahati onlarda buluyoruz. Kusuru onlara veriyoruz. Marifetullahımız zarar görmüyor. Elhamdülillah. Düzendeki bozulmalar çocukların parmak izlerini okutunca kimse anneye “Bu kadın danteli ne kötü sermiş!” demediği gibi; bulaşık beşer elinin karışmasıyla kainatta meydana gelen herc ü mercler için de kimse Subhan olan Allah’ı suçlayamıyor. Haddini aşamıyor. Onun şânının böyle olmadığı biliniyor. 

Çok uzadı. Farkındayım. Fakat şuna da birkaç satır dikkat çekeyim. Ki böylece baştaki gece bahsini bir yere koyabileyim. Yine ‘dantel’ misalinden gidersek: Düzendeki bozulmalar bir yerde düzenin parçası haline gelir. Nasıl? Çocukların dağınıklığı annenin olmadığı bir evde düzenin(!) nasıl işleyeceğine dair tefekkürü sağlar. Babalar açısından düşünelim. Babalar evde annenin bulunduğu-bulunmadığı şartların kıyaslamasını ancak bu şekilde yapabilirler. Yani afacanlar dağınıklıkları sayesinde baba için annenin gerekliliğini/kıymetini tefekküre pencere olurlar. Onların düzen bozuculuğu olmasa baba da anneye sağlayıcılıktaki hakkını veremez. Bu tıpkı gecenin gündüze kıyası gibidir. Gece araya girdiğinde insan gündüzün şiddet-i zuhurundan bir nefes alır. Dikkati bölünmüş-dinlenmiş olur. Sonra tekrar gündüzün şartlarına döner. Sınırlıların yaşamı sınırlarla rahatlar. Büyük işler teşrik-i mesai ile bölündükçe insanlığın mesafe alması kolaylaşır.

Çünkü sınırlılar ancak parçalarla bütüne ulaşabilir. Lokmalarının iyice bölünmesi bebeğe nimettir. Cenab-ı Hak da kudretini zâhir-i nazarda tefekkürü kolaylaştıracak bir esbap perdesiyle göstermektedir. Hakikatte bir tesirleri yoktur. Hiçbiri yaratıcılığı kaldıramaz. Ama hepsi de insana düşünme kolaylığı sağlar. Peki. Benden bu kadar. Girdikçe derinleşiyor. Ben de iyi bir dalgıç değilim. Belki boğulacağım. Çıkamayacağım. Cenab-ı Hak hidayetinden ayırmasın. Âmin.

yenirenkler

belkidebirharfimben.blogspot.com