Aman Dikkat!

Yıllar geçtikçe daha da meşgul bir adam oluyorum. E-posta kutum daha hızlı doluyor, benden acele cevap bekleyen konuşma veya yazı talepleri, görüşme temennileri, uzman soruları derken zihnim öylesine dağılıyor ki kendimi bunların hiçbirine karşılık veremez halde buluyorum. Bazen de sevdiğim bir insanın yüzüne dalgın bakarken buluyorum kendimi, zihnim bir yerlerde gezindiği için onun hal ve sözlerini kaçırmış oluyorum. Zaten dikkat gerektiren bir işim var, bana emanet edilen öyküleri dikkatle dinlemeli ve süzebilmeliyim ki onca kelimenin arasına gizlenmiş değerli madeni bulabileyim. Bilmiyorum belki yaşlanmaktan, belki de modern hayatın hızlı temposuna katılıp sürüklenmekten ama, bir yazılı metne yoğunlaşmam giderek daha da güçleşiyor. (Birisi Yavaşla diye bir kitap yazmış mıydı?)

Elbette şehir hayatı içinde sessizlik oyukları bulmak da zorlaşıyor, reklam endüstrisi tarafından kirletilmemiş bir boşluk bulmak da. Zihinlerimiz sürekli bir bombardıman altında. Türkiye’de hayat sanki dünyadan daha hızlı akıyor, sayısız olay biz daha onları hazmetmeye zaman bulamadan hızla güncelliğini yitiriyor. Günümüzde kıtlığı çekilen şeylerden birisi de dikkat. Derinleşme ve adanma zorluğu çekiyoruz, büyük emek gerektirecek işleri daha ucuz ve kolay yollarla halledebilmek, derin mevzulara şıpın işi formüller bulmak istiyoruz. Felsefeyi elli soruda bir el kitabından halletmek gibi. Bu yazıda kendi kel başıma bir merhem arayacağım, konumuz dikkatin ekonomisi.

Georg Simmel yüz yıl önce sinir sisteminin modern şehirde aşırı uyarılmasından söz etmişti. Bugün sosyal medyadan üzerimize yağmur gibi yağan mesajlarla birlikte kişinin kendine sahip olma ve dikkatini iradesi yönünde celbetme iktidarımızı kaybetmiş durumdayız. Anda tam manasıyla olamıyor, bir kitaba veya sohbete kendimizi kolaylıkla kaptıramıyoruz. Değişen teknolojik çevremiz daha fazla uyarılma ihtiyacı yaratıyor gün be gün. Uyarının muhtevası anlamsızlaşıyor. Neyin değerli ve dikkate değer olduğuna dair sarih bir cevabımız bulunmuyor. “Dikkat, en üst seviyeye vardığında dua ile aynı şeydir. Ön şart olarak inanç ve sevgiyi gereksinir. Katıksız dikkat, duadır” der Yerçekimi ve Yaratan’ın Lütfu’nda Simone Weil.

Endişe, sıkıntı veya çatışmayla başa çıkmak yerine dikkatimizi yüzeysel olana yönlendiriyor ve orada teselli arıyoruz. Yüzeysel ilgiler derin düşüncenin yerini alıyor. Medya, özellikle ergenlerin kendileri üzerine eleştirel bir biçimde düşünebilme, ahlaki bir tutum ve sorumluluk geliştirme yeteneklerini köreltiyor. Giderek artan sayıda çocuk ve ergen; bir düşünce, duygu veya ödevde kalabilme, onun üzerine yoğunlaşabilme melekelerini kaybediyor. Gürültü ve çelinme her yerde, hep daha fazla uyaran aranıyor ve odaklanma, nadir bulunur bir meziyet haline geliyor. Sonuç: Büyük bir dikkat eksikliği salgını.

Ortamın oluşturduğu bir siste, neyin kayda değer olduğuna dair bir kararsızlık içinde bocalıyoruz. Ruhsal hayatlarımız biçimsizleşiyor ve önüne sunulan her şeyi şuursuzca tüketen obez bir bünyeye dönüşüyor. Ivır zıvır, hayatı sömürgeleştiriyor. Zihinlerimiz artık bedenlerimizin olduğu yerde değil, bu yüzden kendiliğinden bir etkileşim giderek daha az gerçekleşiyor.

Geçtiğimiz günlerde bir kafenin masaları arasından seyirtirken, şaşkınlıkla neredeyse her masada birilerinin önündeki telefon veya tablet ekranına baktığını fark etmiştim. Karşılıklı sessiz oturmak bile bir keyfiyettir, en azından muhatabınızın varlığının farkındasınız. Önümüzdeki ekrana baktığımızda ise muhatabımızı görmemiş oluruz, onun görülme talebini geri çeviririz. Kamusal alanların dikkat çekici teknolojiler tarafından işgal edilmesi insanı insandan uzaklaştırıyor ve üretilmiş bir gerçekliğe yönlendiriyor. Bu üretilmiş gerçeklik de özel şirketlerin mutfağında pişirilip maddi kazanç amacıyla soframıza konuyor. Oysa nefes almak için nasıl temiz havaya ihtiyaç duyuyorsak, düşünmek için de sessizliğe ihtiyaç duyarız.

Dikkatimiz bize aittir. Her şeyin normal seyrettiği bir zamanda neye dikkat edeceğimizi biz seçeriz ve bu da bizim için neyin gerçekten değerli olduğunu gösterir. Ama aynı zamanda dikkatimizi paylaşılan bir dünyaya yöneltiyoruz, bizim nazarımızı celbeden şey bir başkasının nazarını da celbediyor. Dikkatimizi dünyaya çevirerek başka ses ve sözleri dinlemek, başka insanların ve onların iddialarının farkına varmak, ahlaki bir görevdir de. Başkalarının acılarına dikkat kesildiğimiz her seferinde içimizdeki kötülüğün bir kısmını yok ederiz.

Nasıl gıda mühendisleri şeker, tuz ve yağ seviyeleriyle oynayarak damak tadımızı okşayan gıdalar oluşturuyorsa, medya da uyaranlarını en cazip paketler halinde, karşı konulamaz bir biçimde sunar. Dikkatin çelinebilirliği, obezitenin zihinsel eşdeğeri olmuştur. Uyarım daha çok uyarılma ihtiyacını beraberinde getirir. Uyarım olmazsa huzursuzlanırız. Hızla akan imgeler, yüz kırk harfe sıkıştırılmış düşünceler ve gün boyu bizden bir cevap isteyen kısa mesajlar, bize bir kitabın sunduğundan çok daha fazla uyarım vaat eder. Modern tüketici benlik, sabır ve adanmışlığı sevmez. Al ve git. Bak ve git. Sığlaşan dikkat. Liberal agnostisizm bize, insan için iyi olanın seçme imkânında saklı olduğunu söyler. Ancak tercihlerimiz çoğu zaman bize bile ait değildir, biz seçtiğimizi sansak da birileri bizim yerimize seçer, kapitalizm çağında tercih bir sosyal mühendislik eseridir. Büyük veriye sahip zengin şirketler, internet ve diğer sosyal mecralarda izimizi sürer ve bize neyi seçebileceğimize dair bir paket sunar. Geçenlerde sosyal medya uzmanı bir arkadaşım, sosyal medya ağlarının bizi bilgisayar ve telefonlarımız üzerinden dinleyebildiğini ve konuşma içeriğimizi analiz ederek, önümüze yeni alışveriş seçenekleri yığdığını söylemişti. Dehşet verici değil mi?

Düşünmek inziva ister. Tefekkür, dünyaya gitmek, onunla konuşmak ama sonra yaşadıklarımızı hazmedebileceğimiz bir tecrit hücresi bulmakla gerçekleşir. İçe dönüş olmadan ne güzel bir dize çıkar, ne de ilham verici bir düşünce. İbadet de önünde sonunda bir sevgi yoğunlaşmasıdır, Allah ile aradaki perdelerin kalkması, onun varlığına dikkat kesilerek sadece huzurda olma halidir. Dikkat, hayret ve şükranı besler. Bir çiçeği dikkatle inceleyen kişi onun yaratılışındaki güzelliği görmezden gelemez. Dikkat, bizi kendimizden alıp güzelliğe taşır.

Dikkatimize el koyan teknolojilerle doymuş bir kültürde, içsel hayatlarımız ekilip biçilecek boş bir arazi gibi düşünülüyor. Reklam ek, tüketim biç. Reklamın zihnimize çarpmadığı bir zaman ve mekân aralığı bulmak zorlaşıyor. Teknolojinin ne amaçla kullanıldığına ve insanı nasıl suiistimal ettiğine bakmamız gerekiyor. Neden bu biçimde tasarlandı ve hayatın her alanına nüfuz etmesine izin verildi? Yakın zamanda açıklanan Pisa verileri ülke olarak gençlerimizin okuduğunu anlamak konusunda hiç de iyi olmadığını gösterdi. Eğitim zahmet ve çile ister. Bir kitabın sayfalarında ısrarla kalabilmeyi, bir meseleyi anlayabilmek için saatler boyunca masadan kalkmadan didinmeyi gereksinir. Dikkat ve dirayet. Yıllardır bu sınav sisteminin Türkiye’nin nesillerini mahvettiğini yazıyorum. Çocuklarımızı gerçek olana geri çağırmalıyız. Bu haliyle eğitim dünyanın soyut ve uzak bir resmini sunuyor bize. Okulda öğretilen pek az şeyin gerçek hayatta bir mütekabiliyeti var. Çocuklar elleriyle de öğrenmeli, bir şey yaparak, bir tahtayı sabırla oyarak, kendi elinden çıkan şeyi tutkuyla ve hevesle inşa ederek. Çocuklarımıza bir dizenin güzelliğinde kaybolmayı da öğretebilmeliyiz.

Aman dikkat.

Prof. Dr. Kemal Sayar – Zafer Dergisi (Kasım-2019)

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: