Anne-Babaya Muhabbet Hürmet Nasıl Olmalı?

Esselamu Aleyküm Ve Rahmetullahi Ve Berekatühu

Muhterem Kardeşlerim,                                                                  

Bugün anne baba için evlat terbiyesi ne kadar mühim bir iş ve en zor iş olduğu halde, bu iş asla ihmale gelmez. Çünkü vicdan sahibi olan bir Müslüman, Allahın en mühim hediyesi olan evladının terbiyesini sokaktakilere katiyyen bırakamaz. Bunun için bu husuta bazı tecrübelerimi sizinle paylaşacağım. Ve daha aşağıda o hususta Üstadın tavsiyelerini ve 2 abeyin hatıra defterinden örnekler sunacağım.  Çocuk terbiyesinde hiç geçiktirmeden, başta müspet davranacağız. O geçerli olmazsa, bazan da tehditle emredeceğiz. Bunuda asla unutmayacağız!

Birine bağırmak çok gelir, diğerine bağırmadan olmaz, ötekini sert bağırmaya ufak tokadıda  eklemek icab eder. Tabii ki Anne baba evladına bu hareketleri sevgisinden gelecekte robotlaşmasın diye yapar. Nasıl ki ahirette kurtulabilmek için ümit ve korku ile yaşamak gerekirse? Evlat terbiyeside de öyledir. Evlada nasihatı telkin etmeyi asla ihmal etmemeliyiz. Yaş kemali bulunca üzüntü duymak istemezseniz, dediklerimi yapınız. Babalık vazifemiz, lüzumlu terbiye ve hürmet derslerini zamanında  yapmaktır. Bundan sonra, hürmet ve alaka istemeye hakkımız olacaktır.

Evet zamanında çocuğa lazım olan terbiye verildi ise: çocuktan müspet neticeler alınabilir. Mesela:

1-   Evin büyükleri, başda baba odaya girince çocuklar ayağa kalkacaklar.

2-   Babasının elini öpecekler.

3-   Yanlarından ayrılırken, ne için olduğunu söyleyip, müsaade isteyecekler

4-   Baba bir şey ister, diye hazır duracaklar ve ihtiyaç var mı diye soracaklar.

5-   Baba bir şey istemeden, neye ihtiyacı olduğunu anlayıp, hizmet edecekler.

Üstadımız Risalelerde bu hususta çok güzel tavsiyelerde bulunur: (Mektubat: Sayfa: 259)

         Ey hanesinde (Veya bakmaya mecbur olduğu) ihtiyar bir vâlide veya pederi veya akrabasından veya iman kardeşlerinden bir amel-mânde veya âciz, alîl bir şahıs

bulunan gafil!.

Şu âyet-i kerimeye dikkat et bak: Nasıl ki bir âyette, beş tabaka ayrı ayrı surette  ihtiyar vâlideyne şefkati celbediyor.

Evet dünyada en yüksek hakikat, peder ve vâlidelerin evlâdlarına karşı şefkatleridir. Ve en âlî hukuk dahi, onların o şefkatlerine mukabil hürmet haklarıdır. Çünki onlar, hayatlarını kemal-i lezzetle evlâdlarının hayatı için feda edip sarfediyorlar. Öyle ise, insaniyeti sukut etmemiş ve canavara inkılab etmemiş herbir veled; o muhterem, sadık, fedakâr dostlara hâlisane hürmet ve samimane hizmet ve rızalarını tahsil ve kalblerini hoşnud etmektir.

(Dede), Amca ve Hala, peder hükmündedir; teyze ve dayı, ana hükmündedir.

         İşte o mübarek ihtiyarların vücudlarını istiskal edip ölümlerini arzu etmek, ne kadar vicdansızlık ve ne kadar alçaklıktır bil, ayıl! Evet hayatını senin hayatına feda edenin zeval-i hayatını arzu etmek, ne kadar çirkin bir zulüm, bir vicdansızlık olduğunu anla!

         Ey derd-i maişetle mübtela olan insan! Bil ki senin hanendeki bereket direği ve rahmet vesilesi ve musibet dafiası, hanendeki o istiskal ettiğin ( bıkkınla karşıladın) ihtiyar veya kör akrabandır. Sakın deme: “Maişetim dardır, idare edemiyorum.” Çünki onların yüzünden gelen bereket olmasaydı, elbette senin dîk-ı maişetin (dar geçimin) daha ziyade olacaktı. Bu hakikatı benden inan. Bunun çok kat’î delillerini biliyorum, seni de inandırabilirim. Fakat uzun gitmemek için kısa kesiyorum. Şu sözüme kanaat et. Kasem ederim şu hakikat gayet kat’îdir, hattâ nefis ve şeytanım dahi buna karşı teslim olmuşlar. Nefsimin inadını kıran ve şeytanımı susturan bir hakikat, sana kanaat vermeli. Evet kâinatın şehadetiyle, nihayet derecede Rahman, Rahîm ve Latif ve Kerim olan Hâlık-ı Zülcelali Vel’ikram, çocukları dünyaya gönderdiği vakit, arkalarından rızıklarını gayet latif bir surette gönderip ve memeler musluğundan ağızlarına akıttığı gibi; çocuk hükmüne gelen ve çocuklardan daha ziyade merhamete lâyık ve şefkate muhtaç olan ihtiyarların rızıklarını dahi, bereket suretinde gönderir. Onların iaşelerini, tama’kâr ve bahil (cimri)insanlara yükletmez.

Âyetlerinin ifade ettikleri hakikatı, bütün zîhayatın enva’-ı mahlukları lisan-ı hal ile bağırıp, o hakikat-ı kerimaneyi söylüyorlar. Hattâ değil yalnız ihtiyar akraba, belki insanlara arkadaş verilen ve rızıkları insanların rızıkları içinde gönderilen kedi gibi bazı mahlukların rızıkları dahi, bereket suretinde geliyor. Bunu teyid eden ve kendim gördüğüm bir misal: Benim yakın dostlarım bilirler ki; iki-üç sene evvel hergün yarım ekmek, -o köyün ekmeği küçük idi- muayyen bir tayinim vardı ki, çok defa bana kâfi gelmiyordu. Sonra dört kedi bana misafir geldiler. O aynı tayinim hem bana, hem onlara kâfi geldi. Çok kerre de fazla kalırdı.

         İşte şu hal o derece tekerrür edip bana kanaat verdi ki, ben kedilerin bereketinden istifade ediyordum. Kat’î bir surette ilân ediyorum:

Onlar bana bâr (yük) değil; hem onlar benden değil, ben onlardan minnet alırdım.

         Ey insan! Madem canavar suretinde bir hayvan, insanların hanesine misafir geldiği vakit berekete medar oluyor;

 Öyle ise,

1- Mahlukatın en mükerremi olan insan ve

2- İnsanların en mükemmeli olan ehl-i iman ve

3- Ehl-i imanın, en ziyade hürmet ve merhamete şâyan aceze,(aciz) alîl ihtiyareler ve

4- Alîl ihtiyarların içinde, şefkat ve hizmet ve muhabbete en ziyade lâyık  ve müstehak bulunan akrabalar ve

5- Akrabaların içinde dahi en hakikî dost ve en sadık muhib olan peder ve vâlide, ihtiyarlık halinde bir hanede bulunsa, ne derece vesile-i bereket ve vasıta-i rahmet  olduğunu düşün. Hadisi Kudside:

“Beli bükülmüş ihtiyarlarınız olmasa idi, belalar sel gibi üstünüze dökülecekti.” (Anne babaya hürmet)

Ne derece sebeb-i def’-i musibet olduklarını sen kıyas eyle.

İşte ey insan! Aklını başına al. Eğer sen ölmezsen, ihtiyar olacaksın. sırrıyla, sen vâlideynine (anne ile babana) hürmet etmezsen, senin evlâdın dahi sana hizmet etmeyecektir.

Eğer âhiretini seversen, işte sana mühim bir define; onlara hizmet et, rızalarını tahsil eyle. Eğer dünyayı seversen, yine onları memnun et ki, onların yüzünden hayatın rahatlı ve rızkın bereketli geçsin. Yoksa onları istiskal etmek, (onların varlığından sıkılmak) ölümlerini temenni etmek ve onların nazik ve seri-üt teessür kalblerini rencide etmek (kalplerini kırmak)  sırrına mazhar olursun. Eğer rahmet-i Rahman istersen, o Rahman’ın vedialarına ve senin hanendeki emanetlerine rahmet et.

Âhiret kardeşlerimden Mustafa Çavuş isminde bir zât vardı. Dininde, dünyasında muvaffakıyetli görüyordum. Sırrını bilmezdim. Sonra anladım ki, o muvaffakıyetin sebebi: O zât ise, ihtiyar peder ve vâlidelerinin haklarını anlamış ve o hukuka tam riayet etmiş ve onların yüzünden rahat ve rahmet bulmuş. İnşâallah âhiretini de tamir etmiş. Bahtiyar olmak isteyen ona benzemeli.

 

32.SÖZ 3.MEVKIF S: 639

“Hem peder ve vâlideyi şefkat ile teçhiz eden ve seni onların merhametli elleriyle terbiye ettiren hikmet ve rahmet hesabına …

onlara hürmet ve muhabbet, Cenab-ı Hakk’ın muhabbetine aittir.

O muhabbet ve hürmet, şefkat lillah için olduğuna alâmeti şudur ki: Onlar ihtiyar oldukları ve sana hiçbir faideleri kalmadığı ve seni zahmet ve meşakkate attıkları zaman, daha ziyade muhabbet ve merhamet ve şefkat etmektir.

         Âyeti kerime: Anne ile babaya beş mertebe hürmet ve şefkate evlâdı davet etmesi; Kur’anın nazarında vâlideynin hukukları ne kadar ehemmiyetli ve ukukları (onlara karşı hürmetsizlik) ne derece çirkin olduğunu gösterir. Madem peder; kimseyi değil, yalnız veledinin (evladını) kendinden daha ziyade iyi olmasını ister. Ona mukabil veled dahi, pedere karşı hak dava edemez. Demek vâlideyn ve veled ortasında fıtraten sebeb-i münakaşa yok. Zira münakaşa, ya gıbta ve hasedden gelir. Pederde oğluna karşı o yok. Veya münakaşa, haksızlıktan gelir. Veledin hakkı yoktur ki, pederine karşı hak dava etsin.

         Pederini haksız görse de, ona isyan edemez.

         Demek, Pederine isyan eden ve onu rencide eden, (rahatsız eden) insan bozması bir canavardır.

 

(HULUSİ AĞABEY) VE (HATIRAT) DOSYASINDAN

 

“Suâl: 127 Hukukullah ve hukuk-u ebeveyn nasıl olmalıdır?

Ebeveyn nurlara muhâliflerse, hatt-ı hareket ne olmalıdır?

 

Cevâb: 127

 Allah Kur’anı Kerimde:

“Biz insana, babasına ve anasına ihsân etmeyi vasiyet ettik ki, anası onu dermânsız, kuvvetsiz olduğu halde yüklendi ve iki sene emzirdikten sonra sütten kesti ve Allah’a, baba ve anasına şükretmesini de insandan istedik; çünkü yine Allah’a döneceksin yâni,  şükredersen mükâfat ve küfredersen  mücâzât (Isyan edersen cezalı) edeceğimizi bildirdik”  Sûre-i Lokman’ın 13. Âyetinde  ve

Aynı sûrenin 14. âyetinde

“Eğer baban ve anan, benim bildirmediğim şeyi, sen bana şerik edesin diye gerçekten ziyâde çalışırlarsa, sen onlara (Anne ile babana) itâat etme! Dünyada geçimleri için onlara sâhip çık ve koru. Dinde benim tevhid ve tâatım yoluna gidenlerin ardı sıra git yâni,  Peygamber ve Ashâbına uy.”

Bu iki âyet hukukullah ile hukuk-u ebeveyni kâfi derecede göstermektedir. Kur’ân’ın hakikatlı tefsirlerine yâni,

Nurlara muhâlefet eden ebeveyne uyulmaz.

Fakat onlara diğer noktalarda bakılmaya, korunmağa devâm olunur.”

Hulusi Ağabey Dosyası: 92, 93

 

         Hatıralar Dosyasından:

“Abdullah Yeğin Ağabey, Urfada hizmette iken, vâlidesi Üstâd Hazretlerine mektub yazdırıyor ve diyor ki: “Abdullah’a müsaade edin, ben hastayım, bir iki ay izin alıp gelmezse, hakkımı helâl etmem.” Üstâd Hazretleri,o sırada Emirdağı’nda imiş. Bu mektubdan evvelâ haberdar olan Zekeriyya Kitabçı Ağabey, Üstâd Hazretlerinden habersiz olarak Abdullah Ağabeye mektub yazarak demiş ki, “Annenden böyle böyle mektub geldi. Üstâd Hazretleri iki aylığına değil de, iki günlüğüne memlekete gitmenize izin verdi.”  Abdullah Ağabey, hemen yola çıkarak evvelâ Üstâd Hazretlerini ziyâret ederek, sonra memlekete gitmek niyetiyle Emirdağ’a geliyor. Üstâd Hazretleri, Abdullah Ağabeye o zaman şöyle demiş: “Sıla-i rahim mektubla da olur. Urfa’ya geri dön. Eğer  önceden tedbir alıp, eve ara sıra mektub yazsa idin bunlar olmazdı. Eğer seni özlemişlerse, onlar senin yanına gelsinler.”

 

      “Abdullah Yegin Ağabey anlattı:

 

Üstâd Hazretleri sağ elinin parmaklarını açıp göstererek demiş ki:

“Baş parmak hukukullah; İşaret parmağı hukuk-u Resulullah: Orta parmak hukuk-u Üstâd; Yüzük parmağı hukuk-u vâlide; Küçük parmak hukuk-u pederdir”

Sonra Üstâd Hazretleri, baş parmağını işaret ederek, “Hepsine mukabildir ve hepsinden önce gelir.” demiş.”

Hâtırat: 10

 

        ANNE BABAYA VE EVLADA MEŞRU MUHABBETİN NETİCESİ

 

Peder ve vâlideye karşı muhabbetin, Cenab-ı Hak hesabına olduğu için hem bir ibadet, hem de onlar ihtiyarlandıkça hürmet ve muhabbeti ziyadeleştirirsin. En âlî bir his ile, en merdane bir himmet ile onların tul-ü ömrünü ciddî arzu edip bekalarına dua etmek, tâ onların yüzünden daha ziyade sevab kazanayım diye samimî hürmetle onların elini öpmek, ulvî bir lezzet-i ruhanî almaktır. Yoksa nefsanî, dünya itibariyle olsa, onlar ihtiyar oldukları ve sana bâr olacak bir vaziyete girdikleri zaman; en süflî ve en alçak bir his ile vücudlarını istiskal etmek, sebeb-i hayatın olan o muhterem zâtların mevtlerini arzu etmek gibi vahşi, kederli, ruhanî bir elemdir.

         Evlâdına muhabbet ise: Cenab-ı Hakk’ın senin nezaretine ve terbiyene emanet ettiği sevimli, ünsiyetli o mahluklara muhabbet ise; saadetli bir muhabbet, bir nimettir. Ne musibetleriyle fazla elem çekersin, ne de ölümleriyle me’yusane feryad edersin. Sâbıkan geçtiği gibi; onların Hâlıkları hem Hakîm, hem Rahîm olduğundan, onlar hakkında o mevt bir saadettir dersin. Senin hakkında da, onları sana veren zâtın rahmetini düşünürsün, firak eleminden (cısından) kurtulursun. S: 644

Abdülkadir Haktanır

www.NurNet.org

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: