Bediüzzaman Hakkında Kısa Kısa…

Asrın Müceddidi Bediüzzaman

Cenab-ı Hak asırlar boyunca dini tecdid eden ve karanlıklı, girdaplı yollarını tenvir eden müceddidler gönderiyor. İşte bu şeref ve fazilete nail olan zatlardan birisi de Bediüzzaman Said Nursi’dir.

Bediüzzaman Said Nursi, Bitlis vilayetinin Hizan kazasının Nurs köyünde, 1876 yılında doğdu. Babasının ismi Mirza, annesinin ismi Nuriye’dir. Ailenin yedi çocuğundan dördüncüsüdür. 84 yıla sığdırdığı çileli hayatının her anını iman ve kur’an hizmetiyle geçirmiş nadire-i hilkat bir alimdir. Ama O’nun ilmi diğer alimlerin ilminden farklıydı.Hayatına ve eserlerine baktığımızda ilminin kesbi olmayıp, vehbi olduğunu her satırında görebiliyoruz.

Said Nursi bir gün rüyasında kıyametin koptuğunu görür. Bu esnada Peygamber Efendimizi(sav) ziyaret etmeyi arzu eder.Peygamberimizi nasıl ziyaret edebileceğini düşünürken, gidip sırat köprüsünün başında beklemek aklına gelir.

Bütün insanlar buradan geçer ve Peygamber Efendimiz de buradan geçerken ziyaret edip elini öperim, diyerek sırat köprüsünün başında bekler. Orada bütün peygemberlerle görüşür ve onların elini öper. Nihayet son peygamber Hz.Muhammed (sav)’in ellerine kapanır ve O’ndan ilim talep eder. Hz.Peygamber (sav):’Ümmetimden sual sormamak şartıyla sana İlm-i Kur’an verilecektir’ diye müjde verir.Heyecan ve sevinç içinde uyanır.

İlme ziyade meftun olan Said Nursi’de, bu rüya üzerine ilme ve ilim tahsiline şiddetli bir iştiyak uyanır.Bu sebeple köyünden ayrılıp ilmi tahsile çıkar. Çok kısa zamanda medreselerde okutulan ilmi tahsil eder. Aynı zamanda 90 cilt kitabı da hafızasına alır. Hıfz ile zekanın bir arada bulunması nadirdir.Lütf-i ilahi ile ikisi de Said Nursi’de cem olmuştur ve zamanın alimleri tarafından Bediüzzaman (zamanın garibi) adıyla yadedildi.

Bediüzzaman’ın en önemli özelliklerinden birisi de, sadece din ilmini değil, aynı zamanda tarih, coğrafya, matematik, jeoloji, fizik, kimya, astronomi ve felsefe gibi ilimleri de tahsil etmiş olmasıdır. Zaten asıl gayesi de fen ilmiyle din ilmini bir arada okutmaktı.

”Aklın nuru fen ilimleri kalbin nuru din ilimleri, ikisinin birleşmesiyle hakikat ortaya çıkar.Birbirlerinden ayrıldıkları vakit, birincisinden hile ve şüphe, ikincisinden de taasub(körü körüne bir şeye bağlanma) ortaya çıkar.”

Bediüzzaman islam aleminde yeni bir irşad ve tebliğ hareketi başlatmıştır. O, maneviyat aleminde bir sultan olduğu gibi, irşad aleminde bir müceddiddir. İnsanlığı kuşatan, gençliği kasıp kavuran imansızlık ve ahlaksızlık cereyanları gibi bütün küfür ve dalalet buzlarını eriterek, bu asrı ilim ve irfanıyla saadet ve selamete çıkaran bir güneştir. Anadolu’nun ıssız ve tenha bir köşesi olan Nurs köyünün ufkunda doğan bu güneş, bütün dünyaya yayılarak paslanmış vicdanları, çorak çöllere dönmüş fikir ve kalpleri cennet bahçelerine çevirdi.

Bediüzzaman Van’da iken, Tahir Paşa gazetede çıkan müthiş bir haberi göstermiş. Haberden anlaşıldığına göre İngiliz Müstemleke Nazırı Gladstone elindeki Kur’an-ı Kerimi göstererek şöyle demiş: ‘Bu Kur’an müslümanların elinde bulundukça biz onlara hakim olamayız. Ne yapıp yapmalıyız, ya Kur’an’ı ortadan kaldırmalı veya müslümanları ondan soğutmalıyız.’Bu müthiş haberi okuyan Bediüzzaman ”Kur’an’ın sönmez ve söndürülmez manevi bir güneş olduğunu ben dünyaya göstereceğim ve ispat edeceğim.” deyip hayatı boyunca mücadele edip vecizane söylediği sözü isbat etti ve şöyle diyordu:

Bir tek gayem var. O da mezaristana yaklaştığım bu zamanda, islam memleketi olan bu vatanda bolşevik baykuşların seslerini işitiyoruz. Bu ses alem-i islam’ın iman esaslarını zedeliyor. Halkı, bilhassa gençleri imansız yaparak kendisine bağlıyor. Ben bütün mevcudiyetimle bunlarla mücadele ederek gençleri ve müslümanları imana davet ediyorum.” (Şualar,s.427)

O bereketli ömrünü hep iman kurtarmak ve imansızlık hastalığını tedavi etme faaliyetleriyle geçirmiştir. Asla kendi rahat ve menfaatini düşünmemiş, 28 sene hapse sürüklendiği, 21 defa zehirlendiği, sebepsiz yere türlü türlü işkencelere maruz kaldığı halde, bakalım bu yüksek hamiyetli zat, sarsılmaz imanıyla, tarife sığmayan cehd ve gayretiyle neyi düşünüyor?: ”Bana ızdırap veren, yalnız islamın maruz kaldığı tehlikedir. İşte benim ızdırabım, yegane ızdırabım budur. Yoksa şahsımın maruz kaldığı zahmet ve meşakkatleri düşünmeğe bile vaktim yoktur. Keşke bunun bin misli meşakkatlere maruz kalsam da, iman kalesinin istikbali selamette olsa.’ Ve yine şöyle der:

Beni nefsini kurtarmayı düşünen hodgam bir adam mı zannediyorlar.Ben cemiyetin imanını kurtarmak yolunda dünyamı da feda ettim, ahiretimi de. Seksen küsür senelik bütün hayatımda dünya zevki namına bir şey bilmiyorum. Bütün ömrüm harp meydanlarında, esaret zindanlarında, yahut memleket hapishanelerinde, memleket mahkemelerinde geçti.

Çekmediğim cefa, görmediğim ceza kalmadı. Divan-ı harpte bir cani gibi muamele gördüm, bir serseri gibi memleket memleket sürgüne yollandım. Memleket zindanlarında aylarca ihtilattan menedildim.Defalarca zehirlendim.Türlü türlü hakaretlere maruz kaldım .Zaman oldu ki hayattan bin defa ziyade ölümü tercih ettim. Eğer dinim beni intihardan men etmeseydi, belki bugün Said topraklar altında çürümüş gitmişti. İşte benim bütün hayatım böyle zahmet ve meşakkatle, felaket ve musibetle geçti. Cemiyetin imanı saadet ve selameti yolunda nefsimi ve dünyamı feda ettim .Helal olsun. Onlara beddua bile etmiyorum. Çünkü bu sayede Risale-i Nur hiç olmazsa birkaç yüz bin, birkaç milyon kişinin, adedini de bilmiyorum ya, öyle diyorlar. Afyon savcısı beşyüzbin demişti. Belki daha ziyade imanı kurtarmağa vesile oldu. Ölmekle yalnız kendimi kurtaracaktım, fakat hayatta kalıp da zahmet ve meşakkatlere tahammül ile bu kadar imanın kurtulmasına hizmet ettim. Allah’a bin kere hamd olsun.

Sonra, ben cemiyetin iman selameti yolunda ahiretimi de feda ettim. Gözümde ne cennet sevdası var ne de cehennem korkusu. Cemiyetin imanı namına bir Said değil bin Said feda olsun. Kur’anımız yeryüzünde cemaatsiz kalırsa cenneti de istemem. Orası da bana zindan olur. Milletimizin imanını selamette görürsem, cehennemin alevleri içinde yanmaya razıyım, çünkü vücudum yanarken gönlüm gül gülistan olur.”

İşte insanı en çok meftun eden O’nu o külli şeref ve mertebeye yükselten meziyetlerden biri de güneş gibi parlayan sağlam imanıdır.

Ne yazıktır ki, bağrımızdan fışkırmış, bu millete şeref kazandırmış, karanlıkta kalmış gönüllerimizi aydınlatmış, Hak yolundan sapmış, dalalette boğulmuş insanları dalaletten kurtararak Hak yoluna getirmiş bu nurlu, faziletli, vatanperver, iffetli ve gayretli zat, bizden hürmet yerine sadece türlü türlü işkence ve zulüm görmüştür.

Fakat O, bundan hiçbir zaman yılmamış, bir adım bile yolunu değiştirmemiştir.Aksine O, hakkalyakin derecesinde inanmış ki, mücadelesiz, ızdırapsız ve fedakarlıksız hiçbir dava kök tutmaz. Bu inanç ve gayretle hizmetine devam etmiş ve şu an milyonları aşan hakiki ve sadık talebeleri bütün dünyaya Kur’an’ın sönmez nurunu karanlık gönüllerde birer meşale gibi yaymış ve aydınlatmış.S öndürülmek için yapılan tazyik ve işkenceler, nurunun daha ziyade parlamasına neden olmuştur. Allah’a binlerce kez şükürler olsun.

Bediüzzaman’ın kitaplara sığmayan bir derya gibi hayatının bir damlasını bile olsa acizane ifade etmeye çalıştım. Fakat Bediüzzaman’ı tam olarak anlayabilmek için mutlaka ilim deryası olan eserlerini okumak gerekir.

Mehmet Naci Sönmez

www.NurNet.org

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: