At İzi, İt İzine Karıştı..!

At İzi, İt İzine Karıştı..!

“Beni yaratan, elbet yolumu gösterir..” emr-i Rabbanisine imtisalen ve  “Ey akıl sahipleri..! Hiç düşünmez misiniz?” emr-i semavisine ittibaen bir parça tevekkül ederek, gönderdiği elçilere kulak vermek icab etmez mi..?

Üç-beş koyun için bir çobanın varlığına ve rehberliğine olan inancımız gereği her türlü külfete giren insanoğlu; “insan ipi boğazına sarılıp, istediği yerde otlamak için başıboş bırakılmış bir hayvan değildir.” ikaz ve ihtarını nedendir ki düşünmez bediüzzamanca..

 

Âdem aleyhisselamdan bugüne dek; iman ve küfür olmak üzere iki cereyan, ins ve cin âleminde bir an dahi duraksamadan birbirleriyle yapageldikleri maddi ve manevi mücahedelerle, iki yolun varlığını bilfiil isbat etmişlerdir..

Sağ ve sol olmak üzere iki yol; sağ yolun ve sol yolun yolcularına..

Her an ve her yerde vücuda gelen iki yol, şu misafirhane-i dünyanın sakinlerine..

 

Peki ne yapmalıydı..

Nasıl yapmalıydı; hayat-ı dünyeviyenin son nefese dek bitmek bilmeyen imtihanlarının yol ayrımında duran insanoğlu..

Neden.. Niçin.. Nasıl.. bir sürü soru..

Akıl nimetine, zaten sırf “düşünmek” için mazhar kılınmamış mıydı insanlık..

Sahi insanoğlunu, Rabbimiz kutsal kitabımızda defaatle “hiç düşünmez misiniz?” hitabına mazhar etmemiş miydi..?

Madem hakikat budur..

Buyurun hep beraber inancımıza tuzak kuran soru ve sorunlarımıza cevaplar aramaya..

Yahut “aklını başından çıkar at.. hayvan ol kurtul” hitabına mazhar olacaksınız..

İşte yine önünüze açılmış iki yol..

İstediğinizi intihab etmekte serbestsiniz..

 

Evvel zaman için de İmam Şafii’ye sormuşlar dı; “Fitne zamanı hakkı tutanı nasıl anlarız?”

“Düşman okunu takip edin, o sizi Hak ehline götürür.” demişti o büyük müçtehid..

İşte bizde İmam Şafii misali düşman oklarını takip ederek, hakk yolunun yolcularını tanıyıp onlarla arkadaş olmak üzere başlıyoruz..

At izi ile it izini tanımak, bilmek ve görmek isteyenlerle beraber..

Gazamız mübarek ola..

 

Evvela..

Kurtların kuzu postuna büründüğü münafıklar asrının son müceddid-i a’zamı Bediüzzaman hazretlerinin, kur’andan iktibas suretinde risale-i nurlar eliyle bizlere hediye olarak getirdiği “iman gözlüğünü takmak” zarureti hasıl olmuştur..

Fasık ve günahkâr mimsiz medeniyetin, ahirzaman sakinleri olan bizlerin gözlerimize taktığı siyah ve yalancı gözlüklerini kırmanın zaman ve zemini gelmiştir..

Zira her bir insanın şu hakikî âlemden kendisine mahsus hayalî bir âlemi olduğu gibi, herkes kendi meşrebine yahut kendi âyinesinin rengine göre bakar hadisat-ı dünyeviyeye..

Merhametsiz siyah bir kalb; kâinatı ağlar, çirkin, zulüm ve zulümat suretinde görür.

Fakat iman gözüyle baksa; yetmiş güzel hulleleri giymiş bir cennet hurisi gibi, rahmetler ve hayırlar ve hikmetlerden dikilmiş yetmiş binler güzel libasları birbiri üstüne giymiş, daima güler, rahmetle tebessüm eder bir surette müşahede eder.

Evet, herkes âyinesinin müşahedatına tâbi’dir.

Bu âlemin keyfiyeti, o adamın kalbine ve ameline tâbi’dir.

Nasılki âyineniz de görünen muhteşem bir saray, âyinenin rengine bakar.

Siyah ise, siyah görünür. Kırmızı ise, kırmızı görünür.

Hem onun keyfiyetine bakar.

O âyine şişesi düzgün ise, sarayı güzel gösterir.

Düzgün değil ise, çirkin gösterir.

En nazik şeyleri kaba gösterdiği misillü; sen kalbinle, aklınla, amelinle, gönlünle, kendi âleminin şeklini değiştirirsin. Ya aleyhinde, ya lehinde şehadet ettirebilirsin.

 

Demek bu ahirzamanın dehşetli iman ve küfür mücadeleleri için de bizlere lazım olan en ehemmiyetli şey, satır satır kitabi olmak..

Hakiki bir insan olmanın gereği olarak Kur’an, hadis ve risale-i nurları Okuyacağız ki; sap ile samanı, at izi ile it izini yahut dost ile düşmanı  birbirinden ayırt edebilmeyi sağlayacak, maddi ve manevi bir feraset ile imani bir gözlüğü takmakla günümüz hadiselerine bakmayı nasib etsin yaradan..

 

Sonra..

“Bana göre, sana göre, falancaya göre..” gibi boş yorum ve muhabbetlerle hal olacak hiç bir şey yok..

Bu böyle biline..

Kendimizi kandırmayalım..

Rabbimizin gönderdiği elçilerin, beşerin her iki cihan saadetine kavuşturmak üzere açtıkları yollarda ayak izlerini takip etmek gerekmez mi; akıl ve mantıktan dem vuran beyinsizlere…

Kur’an ve sünnet yolunun yolcusu ve müşterisi olmak gerek; her şeyden evvel..

Rabbimiz, gönderdiği elçilerine itaat edilmesi gerektiğine binaen şöyle buyurmuştu;  “Sizden hiçbir karşılık beklemeyen ve kendileri doğru yolda olan bu kimselere uyun!”

 

Peki kimdir bu elçiler..

124 bin peygamber..

124 milyon evliya..

124 milyar asfiya..

Yetmez mi acaba, ahirzamanın yorulmaz ve tok olmaz yolcularına..

 

O halde bırakın elçiler konuşsun..

Gelin hep beraber bu şaşmaz ve şaşırtmaz doğru elçilere kulak verelim..

Üç-beş koyun için bir çoban vazifelendiren insanoğlu, 6-7 milyar insanın çobansız bırakıldığı yahut bırakılacağına ihtimal verebilir mi?.

“Kim doğru yola gelirse ancak kendi lehine yola gelmiş ve kim de saparsa ancak kendi aleyhine sapmıştır. Kimse kimsenin günahını çekmez. Biz peygamber göndermedikçe kimseye azab etmeyiz.” diye buyuran yüce Rabbimiz, bizleri çobansız bırakmayacağını vaad ettiği halde..

Hem de son elçisi ve ümmeti olmakla şerefyab olduğumuz efendimizin (s.a.v) kendisinden sonra; “Her yüz senede, Cenâb-ı Hak bir müceddid-i din gönderecek” diye müjdelediği hadis-i şerifleri, en çıplak haliyle ortada duruyorken gören gözlere..

 

Ahirzamanın dehşetli eşhaslarından olmakla birlikte, “fitne ve şerlerinden kendinizi muhafaza ediniz” emr-i nebevisine rağmen; gelecek (gelen) deccal ve süfyanları tanımak ve bilmekle, ebedi hayatın bileti olan imanımızı muhafaza etmeyi farz bir vazife bilmek gerekmez mi..?

Diğer taraftan ahirzamanın dehşetli fitneleri içinde maddi/manevi sarhoş olmuş sakinlerini kurtarmak üzere, bizlerin imdadına gönderilmiş olan hazreti isa (a.s) ve hazreti mehdiyi (r.a) tanımak ve tabi olmakla, açtıkları nurlu yolun yolcusu ve müşterisi olmak gerekmez mi..?

Buyurun hep beraber, mezkûr eşhasları tanımak, bilmek ve böylece hakkıyla “imanlı bir kul ve abd” olmak için kur’an, sünnet ve risale-i nurlara ciddi bir nazar edip, müşteri olmakla muhatap olalım..

Nereye kadar; “bilmiyorum, inanmıyorum, lazım değil, vaktim yok, neme lazım, beni ilgilendirmiyor..” gibi dünya ve ahirette bizleri mes’ul ve mükellef edecek mazeret ve safsatalarla kendimizi kandıracağız..

Hem ne zamana kadar Rabbimizin, “Eğer bilmiyorsanız, bilenlere sorun.” emr-i ilahisinden bihaber yaşayacağız; akıldan istifa etmiş iki ayaklı hayvanlar misali…

Ve illaki, “asrın imamını tanımadan ölen, cehalet üzeredir” hadisine masadak bedbaht nasipsizler olacaksınız..

 

Son olarak..

Yine evvel zaman içinde Mevlânâ Hazretleri, Hakk’a ulaşmak istediğini söyleyen birisine, “Bâtılı bırak!” buyurmuştu.

Bunun üzerine, “Pekala, bâtıldan nasıl kurtulmalı?” sorusuna ise, “Hakk’ı tutarak” şeklinde hikmetli bir cevab vermişti..

İşte, hak ve batılın, iman ve küfürün adem aleyhisselam zamanından günümüze dek devam edegilen mücadelesinde hangi saf yahut tarafta durulması gerektiğine binaen, asırlar ötesinden bizlere ders ve ibret olup yol gösteren mevlanaca düşünme zamanıdır..

Zira hak ve batılın ortası yoktur; iman ve küfrün ortasının olmadığı gibi..

“tarafsızım, objektif bakıyorum..” gibi nefis ve şeytanın yalan, hezeyan ve safsatalarını bir tarafa bırakmak gerekiyor; akil insanlarca..

Zira bitarafane muhakeme, tarafı muhali iltizamdır..

O halde batıl ve küfrün her nev’ine mukabil; hakk ve hakikatın tarafında, safları sıklaştırmak gerekmez mi..?

 

Mehdiyetin kurmuş olduğu nurani ve kur’ani sofralara icabet etmeyen; deccal ve süfyanların cehennemvari fitne ve şerli damına düşecektir..

Süfyaniyetin sofrasından beslenen birisi de; din, iman ve islamiyetinden emin olmasın..

Kıldığı namazlar, tuttuğu oruçlar yahut yaptığı hayırlara güvenmesin..

Zira Rabbimizin, Yazıklar olsun o namaz kılanlara ki, Onlar namazlarını ciddiye almazlar..” şiddetli emr-i ilahisini hatırlasın ve titresin..

 

Süfyaniyetin şerrinden emin olmak isteyenler; mehdiyetin nurani sofralarına dahil olup müşteri olmak zorundadır..

Zira kişi sevdiği, beraber düşüp kalktıklarıyla beraber olacaktır ahirette..

 

Hem “iman” ve “İslamiyet” bir bütün yaşandıkça, insanların ebedi kurtuluşuna ancak vesile olabilir..

Bu yüzdendir ki; günümüzde mehdiyetin, kur’ani, imani ve nurlu sofraları, memleketimizin her köşesinde arz-ı endam edip nasibli müşterilerini bekliyor..

Mehdiyet sofralarının kurulduğu yerlere ise “Medrese-i Nuriye” denmektedir, bediüzzamanca..

Medrese-i Nuriyeler de; Kur’an-ı Kerimin bu asırdaki insanların anlayışına uygun, en kuvvetli manevi bir tefsiri olmakla birlikte insanların maddi ve manevi saadetini temin eden mehdiyetin bir nevi plan ve programı olan  “risale-i nur” okunmaktadır..

Buyurun hep beraber risale-i nur okumaya..

 

Elhasıl..

Demek ki neymiş; at izi, it izine karış(ma)mış..!

Buraya kadar, “at izi, it izine karışmasın..” diye bir parça anlatmakla uyarıp çalıştığımız günümüz gerçekleriyle yüzleşmek zaman ve zemini geldi de geçiyor..

Aklını kullanmayanlar misali meydana çıkıp, “at izi, it izine karıştı” demeyin..

At izi de belli.. İt izi de bellidir; akil olanlara..

Mehdi de belli, süfyan da; manen kör olmamış gören gözlere..

Sağ yol da belli, sol yol da; bahtiyar mü’minlere ve bedbaht isyankârlara…

Paranın da, imanın da kim de olduğu çoktan belli olmuştur..!

Duymayanlara yahut duymak istemeyenlere duyurulur..!

 

Buyurun işte size mükemmel tesirli bir ilaç..

Satır satır kitabi olun..

Rabbimizin gönderdiği elçilere kulak verin..

Asrın imamının ayak izlerini takip edin..

Ve netice de hakk yolunda her daim ayaklarınız sabit olmakla istikamet üzere olmak için, mehdiyetin kurulduğu sofralara mutlaka müşteri olup aklen, ruhen ve kalben istifade ediniz..

Ahirzaman sakinlerine, medar-ı teselli ve sabır ve tahammül için yazdırılan risale-i nur külliyatını dikkatle ve tekrarla okuyunuz.

Risalet-ün Nur ve Mektubat-ün Nur’un her bir satırında, bir kitabın tesirini bulamazsanız, bana ne derseniz deyiniz, kabul ediyorum.

Tekrar çok tavsiye ediyorum, okuyun, okuyun.

Okudukça, risaleler feyzâver nurları saçıyorlar.

Okudukça iştiyaka getiriyorlar, usanç vermiyorlar.

Başka kitabları bir-iki defa okusan, insana usanç veriyor.

Hâlbuki risaleler öyle değil, okudukça başka başka iman halleri telkin ediyorlar.

Ta ki tahkiki imanı elde edip, imanla kabre girinceye dek..

 

Yaşasın sıdk!

Ölsün yeis!

Muhabbet devam etsin!.

Şûra kuvvet bulsun!.

Bütün levm ve itab ve nefret, heva hevese tâbi olanlara olsun.

Selâm ve selâmet Hüda’ya tâbi olanların üstüne olsun.

Âmîn…

Hasan Tayfur
nurdanhaber.com

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: