Halil İbrahim DEDE tarafından yazılmış tüm yazılar

Hatır Meselesi

Eski zamanlarda, uzak diyarlarda, bir ovanın ortasında kurulu bir handa beraber çalışan iki arkadaş varmış. Birinin adı Hasan diğerinin de Hüseyin’miş. Bu iki arkadaş birbirini Allah rızası için çok severlermiş. Hiç birbirlerinden ayrılmaz, her işlerini birlikte hallederlermiş.

Günün birinde hanın aşçısı mutfak için ormandan odun toplanmasını istemiş Hüseyin’den. Hüseyin’de ilk defa yalnız başına ormana odun toplamak için çıkmış. Ormanda kurumuş odunları yanında getirdiği eşeğe yüklerken yanına dışı gül-bal içi yılan-çıyan biri gelmiş ve ona yemesi için iştah uyandıran çok güzel bir dondurma vermiş ve “hadi ye” demiş. Bu kötü adama aldana Hüseyin dondurmayı yemeye niyet etmiş ve tam dondurmayı yemeye başlayacakken Hasan çıkagelmiş ve Hüseyin’e “sakın o dondurmayı yeme” demiş. Hasan’ın bu uyarısı ile elindeki dondurmayı yemeyi çok istemesine rağmen indirmiş. Hasan şöyle diyerek devam etmiş; kardeşim, bak senin elindeki bu dondurmayı benim hatırım için yeme, hem yersen o kötü adam içine zehir koymuş başta lezzetli gelse de midene indiği zaman müthiş sancılar ve azaplar içerisinde kalırsın. Hem o kötü adamın haram malı ile sana verdiği zehirli dondurma yerine bak birkaç liraya bu dondurmadan daha güzelini helal paramızla alır, öyle yeriz. Demiş ve Hüseyin de Hasanın bu nasihatlerine ve araya koyduğu hatırı için “hatırım için yeme” dediği için elindeki dondurmayı başka biri yada bir hayvan yiyip zarar görmesin diye yere bir çukur açıp üstünü toprak iler örtmüşler. Topladıkları odunlarla beraber hana doğru gitmişler. Yolda giderken de bir dondurmacıya uğrayıp helal paraları ile helal bir dondurma almış ve gönül rahatlığı ile yemişler…

Evet, hikâye burada bitti. Hikâyede iki mesaj var. 

Birincisi: Hikâyedeki Hüseyin’in hayatını tehlikeye sokan o aldatıcı, dışı güzel, içi kötü insanın sunduğu o zehirli dondurmayı, bizlere de Şeytan ve Şeytandan ders alan insi şeytanlar; “gel zina et, hadi kumar oyna…” diyerek birçok günahı bizlere şirin göstererek, iştihamızı celp ederek, nefsimizden de destek alıp, bizlerin ebedi hayatını tehlikeye sokacak, fiillerde bulunmamızı istiyor. Yaşam boyu işlediğimiz o günahı hatırladıkça azap duyacağımız ve ahrette de bu günahın karşılığında azap çekeceğimiz bir günah işletmeye çalışıyor. Günahları işlete işlete bizlerin imanını çalmaya ve de ebedi cehenneme girmemizi istiyor. Şeytanları bu tuzağına karşılık Bediüzzaman Said NURSİ Hazretlerinin şu iki vecizesini dinleyip uyarak kurtulabiliriz.

“Âkıbeti görmiyen kör hissiyatın hükmiyle, hâzır bir dirhem zehirli lezzeti, ileride bir batman sâfi lezzete tercih etmek bu zamanın dehşetli bir marazı, bir musibetidir.”

Helâl dairesi geniştir, keyfe kâfi gelir. Harama girmeye hiç lüzum yoktur.” 

İkincisi: Hasan Hüseyin’e dondurmanın zehirli olduğunu söylemeden önce araya hatırını koymuş. Aralarındaki muhabbeti nazara vermiş en başta. “hatırım için o dondurmayı yeme demiş” Hüseyin’de Hasan’ın hatırı için o dondurmayı yememiş.

Çok sevdiğimiz ve değer verdiğimiz bir dostumuzun hatırı için, onun istemediği bir şeyi yapmayız da;

Bizi o arkadaşımızdan daha çok seven, daha çok düşünen, yoktan var eden Allah’ın (c.c.) hatırını neden hiç düşünmeyiz?

Herkesin “NEFSİM NEFSİM” dediği o dehşetli mahşer meydanında “ÜMMETİM ÜMMETİM” diyen Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmın hatırını neden hiç hatırlamayız?

Allah’ın ve Peygamber Efendimizin bizde hiç mi hatırı yok?

Allah’ın ve Peygamber Efendimizin hatırını daima kendi içinde canlı tutup rızasına göre amel eden kullarından olmamız için çaba harcamalı ve dua etmeliyiz.

Selam ve dua ile..

Halil İbrahim DEDE

09/05/2014 – Çorlu

www.NurNet.org

Dünyadan Allah’a Bakmak; Tefekkür

Gözümüzün gördüğü, kulağımızın işittiği, burnumuzun kokusunu aldığı ve aklımızın algıladığı ve anladığı her şey ile Allah (c.c.) tüm şuurlu mahlûkatına birer mesaj, birer mektup veriyor. Oku diyor. Anla ve Beni tanı diyor.

Gözlerimizle gördüğümüz şu yaratılmış her şeyi ama her şeyi hikmet ve ilimle yaratan, ihtiyaçlarını gideren, rızıklandıran, intizam ve nizam içerisinde çekip çeviren, idare eden, gözümüzün gördüğü sebepler değil, Allah’tır. Sebepler imtihan gereği arada sadece birer perdedir.

Mesela bir portakal ağacının meyvesine bir bakalım. Rengine bakalım, rengi çok güzel. Kokusuna bakalım kokusu da çok güzel. Bir de tadına bakalım o da çok güzel. Bir de bu meyvenin geldiği yere, portakal ağacına bakalım; bu ağaç bizi tanımaz, neyden hoşlanacağımızı yada hoşlanmayacağımızı bilmez, bilemez. O zaman nasıl oluyor da aklı, şuuru ve ilmi olmayan portakal ağacından tadı, kokusu ve rengi ile hoşumuza giden hem faydalı, hem de ambalaj içerisinde, dilim dilim bir meyve çıkıyor? Demek ki o meyveyi o ağaç yapmıyor, bizi tanıyan ve bilen biri yapıyor. O da kim? Hiç şüphesiz bizlere odundan, portakalı ve diğer tüm meyveleri yediren ve bizleri besleyen Allah’tır (c.c.). Demek her bir ağaç ve her bir meyve birer mektuptur; beni oku diyor…

Her insan da ayrı ayrı birer mektuptur. Her insanın burnu, dili, gözleri, ayakları, midesi, kalbi, beynini ve diğer tüm organlarını aynı yerdedir, bir birlik içerisindedir. İşte bu birliği sağlayan sanatkâr her yarattığı insan üzerine bu birlik tuğrasını basıyor ve bu tuğrasını okumasını bilenler, sanatkârın kim olduğunu işte bu tuğralı mektupları okuyarak anlıyor. Demek bir insanı yaratan kim ise tüm insanları da yaratan Odur.

Mesela bedensel veya zihinsel engelli bir insan üzerindeki mektubu okuyunca şunları düşünmeye başlarsınız;  Allah beni sağlıklı ve sağlam yarattı, isteseydi beni de engelli yaratabilirdi. Halime şükretmeliyim. Bana vermiş olduğu nimetler için Allah’a şükretmeliyim, her türlü halime Elhamdülillah demeliyim ve demeliyiz.

Yani bedensel engelli bireylerin varlığının bir hikmeti de bizlere sağlam olduğumuzu fark ettirmektir.

Bedensel engelliler de şöyle düşünmeli, itikat etmeliler “benim bu halim Rabbimin bana bir imtihanıdır, bana düşen sabretmek ve benden kötü olanları düşünüp bu halime hamd etmektir.” Allahu Teala Kuran-ı Kerimde Bakara Suresi 286. Ayetinin bir kısmında mealen şöyle buyuruyor; “Allah hiç kimseye taşıyabileceğinden daha fazlasını yüklemez..” yani ne demek bu? Rabbim imtihan ettiği kişiye dayanma ve o imtihandan başarı ile geçme gücünü de beraberinde veriyor demektir. Allah kulunu kaldıramayacağı imtihan ile sınamaz demektir.

Zihinsel engelli kardeşlerimiz için de şunları söylemeden geçemeyeceğim; Zihinsel engelli bireyler zaten dini olarak mükellef değillerdir. Onlar sağlıklı ve engelli insanlara ibret olmak için dünyaya birer misafir olarak gönderilmiş birer ibret ve tefekkür mektuplarıdırlar.

Hadis-i Şerifte “Bir saat tefekkür bir sene nafile ibadetten daha hayırlıdır.” Buyuruyor Efendimiz Hz. Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm. Yani nafile ibadetlerden olan Teheccüd Namazı’nı ele alacak olursak. Bir sene hiç kaçırmadan Teheccüd Namazı’nı kılmak yerine bir saat tefekkür ederek daha sevaplı ve Allah’ın daha çok razı olacağı bir ibadeti yerine getirmiş oluruz.

Bizler, Allah’ın yarattığı bütün mahlûkatı tefekkürümüz için bir malzeme ve bir esin kaynağı olarak görüp tefekkür etmeliyiz,  tefekkürümüzü arttırmalıyız.

Bediüzzaman Said NURSİ hazretleri Mesnevi-i Nuriye’de “Cenâb-ı Hakkın mâsivâsına, yani kâinata mânâ-yı harfi ile ve Onun hesabına bakmak lâzımdır. Mânâ-yı ismi ile ve esbab hesabına bakmak hatâdır.” Buyuruyor.

Otuz İkinci Sözün Üçüncü Mevkıfında “Dünyayı ve ondaki mahlûkatı mânâ-yı harfiyle sev; mânâ-yı ismiyle sevme. Ne kadar güzel yapılmış de. Ne kadar güzeldir deme. Diyerek bize nasıl tefekkür etmemiz gerektiğini ders veriyor.

Risale-i Nur’da birçok yerde tefekkür ufkunuzu genişletecek, size tefekkür pencereleri aralayacak, hayret ederek iman mertebelerinde ilerlemenizi sağlayacak birçok misal ve konu vardır. Risale-i Nur Külliyatı’nı okuduktan sonra her sabah önünden geçtiğimiz ve sadece sıradan bir ağaç olarak gördüğünüz o ağacın, size ne kadar çok şey anlattığını anlayacak ve ne demek istediğini duyacak ve üzerindeki tuğralı mektupları okuyabileceksiniz.  Risale-i Nur Külliyatını okumanızı tavsiye ederim.

Allah, bizlere gönderdiği ve hayatımızın her anında önümüze getirdiği bu mektuplarıyla bizlere kendini tanıtıyor ve tanıtmasına karşılık bizlerden de tanımamızı ve itaat etmemizi istiyor.

Biz şuurlu mahlûklara da bu Allah’ın bizlere gönderdiği bu mektupları okumak,  anlamak ve mektupların sahibine itaat etmek düşüyor.

Selam ve dua ile..

Halil İbrahim DEDE

28/04/2014 – Çorlu

www.NurNet.org