Murat tarafından yazılmış tüm yazılar

Anneme mektup

Muhterem annem, evvela Allah’ın selâmı rahmeti ve bereketi üzerinize olsun. Kemal-i iştiyakla ellerinden öper müstecab duâlarını bekleriz. Sevgili anneciğim, gönül isterdi ki yanımızda ikamet etseydin, kendi evinde kalmayı tercih etmenize biz de müdâhâle edemedik. Allah- u Azim-u şan sıhhat ve selâmet versin. Âmin…

Kıymetli annem, 4-5 aydan beri rahatsız olduğum için ziyaretinize gelemediğim için üzgünüm, elhamdülillâh iyiye doğru gidiyorum. Umarım biraz daha iyileşirsem köye geleceğiz, inşallah. Köye gelmemiz belki bir müddet daha gecikebilir, bundan dolayı anneme olan özlemimi bir derece bertaraf etmek ve hayır duanızı almak üzere mektup yazmayı uygun gördüm.

Anneciğim, zaman çabuk geçiyor, artık ben de yetmiş yaşı geçtim, yaş değince bir anektodumuz aklıma geldi. Hatırlarsan birkaç sene önce rahatsızlanmıştın, sizi Batman Araştırma hastahanesine Doktor Mehmet Fırat Bey kardeşimize götürdüm. Muayene masasına sizi almak istedi. Ben de sizi kucaklayarak masanın üzerine bıraktım. Siz “kaburgalarımı kırdın, ne yapıyorsun” diye serzenişte bulundun. Oysa sizi incittiğimden değildi, kendin masaya oturmak istedin. Biliyorum, hayatın boyunca kimseye yük olmadın, işlerini kendin gördün, ben de yardımcı olmak istedim. O arada Doktor Mehmet Bey yaşınızı sordu?  “Bilmiyorum” dediniz. “Annem 80 yaşındadır” dedim.  “Eeeee, beni 80 yaşa çıkardın” dedin. “Anne, ben şimdi 60 yaşındayım aramızda 20 yaş farkı varsa gene 80 yaşındasın” dedim. Anneciğim dünya meşakkatleri sizi yıpratmışsa da, gönlünüz gençtir, yaşınızı söylemem. Amma ben 72 yaşındayım.

Şefkatli annem, köy şartlarında en zorlu kış gecelerinde yatmadın bizi yatırdınız, yemedin içmedin yedirdiniz- içirdiniz. Bizleri şefkatle büyüttünüz. Her gittiğin yere bizi kucağına aldın, daima sırtında bizleri taşıdın. Bir cihetle anne evlat, bir diğer cihette arkadaş olarak sizinle birlikte büyüdük.

Sevgili anneciğim, hayat anılarla dolu, müsaadenizle aramızda geçen ufak bir anıyı anlatmak isterim. Şöyle ki: Ben henüz 5-6 yaşlarındaydım, yazın sıcak günlerinden bir gün, sabah serinliğinden istifade etmek için gölgelikte çamaşır yıkıyordun. Ben de çöplükte bulduğum eski bir ceketi ters giydim, sizin bulunduğun yerde duvara tırmandım. Saçaktaki ağaca tutunmak istedim, ağacı tutuğum gibi birden koptu, ben de yüksekten aşağıya sırt üstü düştüm. Telaş içinde yanıma geldin. “oğlum senin bu haline ağlayayım mı, güleyim mı?” dedin. Düştüğüm yerden beni kaldırdın,  ellimi yüzümü yıkadın, o sevgi dolu bakışların halen gözlerimin önünde hissediyorum. Hayalimle o güzel günleri hep düşünüyorum. Anne şefkati kadar samimi ve riyasız şefkat yoktur, diyorum. Yaşasın tüm anneler, Yaşasın annem!

Kahraman anneciğim, hayatınızın zorlu anıları tekrar etmek istemezdim amma yaşanmış bir hayat hikâyen var, kısmen de olsa geleceğe taşımak tarihin arşivlerine bir not düşürmek arzu ettim.

Kıymetli anneciğim, köyde tek odalı bir evde babama eş, çocuklarına annelik görevini zirvede yaptınız. Sabahları erkenden uyanırdın, hatırlarsan evin bir köşesinde bacalı ocağımız vardı, bir yandan yemekleri ocakta pişirirken bir diğer taraftan da ocak evi ısıtırdı. Sabahleyin erkenden kalkar ocağı yakardın, yaş odunları tutuşturmak zordu, ateşi üfüre üfüre başın döner, evin içi de duman dolardı. Odun ateşi üzerinde yemek pişirmek ayrı bir dertti, sabah pişirdiğin çorbayı büyük bir tabağa koyar önümüze bırakırdın. Tahta kaşıkla çorba içmek unutulmaz hatıralarımızdan biridir.

Muhterem anneciğim, sabahleyin okula gidenleri, okula; kimileri hayvanları otlatmaya gönderirdin. Siz de inekleri sağar, ahır temizliği, daha sonra evin günlük rutin işlerini yapardın. Günde iki kere beriye gider keçileri sağardın. Evin Berivan’ı idin. Günlük kirlenen elbiselerimizin yanı sıra bir de haftalık Cuma günleri de umumi elbisemizi ve başımızı yıkardın.  Gün boyunca işlerin devam ederdi, bazen gündüz yetiştiremediğin işleri geceleyin ikmal ederdin. Hayvanların kışlık ot ihtiyacını temin etmek için mayıs ayında babamla birlikte ot biçmeye giderdiniz, yazın ekin işleri,  sonbaharda babamla birlikte bulgurluk buğdayı kaynatırdınız.  Kaynatılan bulgurluk  buğdayı kurutma, el değirmeni ile öğütme vs. On iki ay işlerin bitmezdi….

Kahraman anneciğim, o yoğun iş stresi içinde bir hayat geçirdin, amma bir gün işten dolayı mustarip olmadın. Okuma yazman olmadığı halde okul ödevlerimizden de bize yardımcı oluyordun. Matematik ödevlerimi beraber çözerdik. Yaz tatilinde bize Kur’ân dersi vermeniz, bizi namaza alıştırmanız bugünkü maneviyattaki hassasiyetimize ve bilvesile Risale-i Nurlarla tanışmamıza birinci derecede katkınız oldu. Daha sayamadığım birçok meziyetlerle uzun bir hayat geçirdiniz. Ne yaptıysan “çocuklarım için” dediniz, bizim için çalıştınız, çalıştınız, çalıştınız…..

Aziz ve muhterem anneciğim, sana vefa borçluyuz, senin bize yaptığın hizmetlere karşılık biz görevimizi layıkıyla ifa edebiliyor muyuz, bizden razı mısın?  Biz sizden razıyız. Allah’ta sizden razı olsun. Nice sağlıklı yıllar Allah’tan niyaz eder, tekrar kemal-i hürmetle ellerinizden öperim, sevgili anneciğim….

11 Mayıs 2025 günü anneler günü olması nedeniyle başta sizin ve tüm annelerin “anneler günü ”nü tebrik ediyorum.

Oğlun: Rüstem Garzanlı

Said Nursi hazretleri tesettür Risalesi için mahkum edilmişti

Cenab-ı Allah, (cc) örtü ile ilgili Peygamberimize (asm) : “Ey Peygamber! Hanımlarına, kızlarına ve mü’minlerin hanımlarına söyle, evlerinden çıktıklarında dış örtülerini üzerlerine alsınlar.”1 Bediüzzaman Said Nursî hazretleri örtüyü emreden bu ayetten iktibas ederek “1910’lu yıllarda, Darü’l-Hikmeti’l-İslâmiye’de iken “Tesettür Risalesi” kaleme almış. En son şekli ise 1934’te Isparta’da Türkçe olarak telif edilmiştir. Tesettür Risalesi, Cumhuriyet döneminde gerçekleştirilen inkılâplara ters düşmesi gerekçesiyle o dönemde eser gizlenmiştir.”2.

Tesettür Risalesinin mahiyeti kadının yaratılışına uygun, fıtri ve İlahi bir emir olduğundan bahseder. Tesettür kadını güzelleştiren bir ziynet ve koruyan bir kalkan gibidir. Açık-saçıklık ise ahlakı zedeleyen çirkin bir davranıştır. Bunun için Bediüzzaman hazretleri tesettür üzerinde ehemmiyetle durmuş, ayettin muvâcehesinde Tesettür Risalesi yazmış, kadınları tesettüre dâvet etmiştir.

Malûm olduğu üzere günümüzde kadınlar, “cinsel meta” olarak kullanılıyor. Televizyon programlarında, sinema, tiyatro, toplu taşıma araçlarında, cadde ve sokaklarda,  hele hele düğün salonlarında hayâ perdesi yırtılmış bazı nisa taifesi vücutlarını açıktan teşhir ediyorlar.  Birkaç yıl önceye kadar örf, adet ve geleneklerimize bağlı adeta asr-ı saadet zamanında şer’i usul üzerinden kadın erkek ayrı ayrı def eşliğinde oynar, düğünlere akraba, dost ve yakınlar davet edilirdi. Ecdadımız tarih boyunca İslâmi geleneklere bağlı kalmış, ancak son zamanlarda yaygın hale getirilen salon geleneği ile örf ve adetler kaldırılmış; çalgılar eşliğinde kadın- erkek birlikte dans denilen ithal oyunlarla oynamaya başlanmış.

Bediüzzaman Hazretleri geçmiş ve gelecek arasında bir bağ kurarak bulunduğu dönemi bir darb-ı mesel olarak şöyle ikaz etmiştir: ”Hey mirasyedi yaramaz çocuklar! Netice-i hayatımız siz misiniz? Heyhat! Bizi akim bir kıyas ettiniz, bizi kısır bıraktınız.”3, Burada ki “kısır “ ahlak ve inanç hakkında mazi ile hazır zaman arasında bağ kurulamamasından yakınmıştır.

Hülâsa: Açık saçık bayanların tutum ve davranışları İlahi emre uygun olmadığı için Bediüzzaman Tesettür Risalesini, örtü ayetinden iktisap ederek kadınların örtünmesi fıtri ve ilâhi bir emir dediği cihetle, cumhuriyet kanunlarına muhalefetten mahkûm edilmiş, “yüz yirmi talebesiyle 1935’te Eskişehir Ağır Ceza Mahkemesine sevk edilir. Suç teşkil edecek hiçbir delile rastlanmaz. Bu yüzden kanaat-i vicdaniye ile keyfî bir şekilde Bediüzzaman’a 11 ay; on beş arkadaşına da 6’şar ay ceza verilir, diğerleri serbest bırakılır.”4, “Zaman en iyi müfessirdir; kaydını izhar etse itiraz olunmaz.”5,Bu veciz ifade Bediüzzaman ve talebeleri ne kadar haklı oldukları zaman ispat etti.

05.05.2025

Rüstem Garzanlı

 Dipnotlar:

1-Ahzâb,33/59

 2-Tarihçe-i Hayat, sayfa, 344

3-Tarihçe-i Hayat, (İlk hayatı) say.86

4-A.g.e. s.  337

5-Sözler, Lemaat, say: 727

Kudret sahibi Allah, (cc) kâinatta her şeyi çift yaratmış

Cenab-ı Allah (cc) kâinatta her şeyi çift yaratmıştır. “Düşünüp ibret alırsınız diye her şeyden çiftler yarattık.” 1, müfessirler, her şeyden çift yaratma, “Gece-gündüz, erkek-dişi, yer- gök, insan- cin, iman- küfür, ay- güneş” gibi örnekleri vermişler. Cenab-ı Allah, zerreden- güneşe kadar ne varsa canlı cansız varlıkları ayrı ayrı maksat ve hikmetlere binaen yaratmıştır.

Mesleğim tarım olma hesabıyla meyve ağaçları üzerinden bir örnek vermek istedim, şöyle ki: Kış mevsiminden ilkbahar mevsimine geçiş yaptığımız bugünlerde ağaçlar kışın adeta ölü iken; baharın gelişiyle küçük bir haşirin numunesini tezâhür ederek yemyeşil yapraklar arasında rengârenk çiçek açmışlar. Bunlardan dişi çiçekler döllenmeye hazır, adeta birer prenses gibi maşukun yolunu bekler gibi erkek tohumu (polen) gözetlerler. Dişi- erkek tohumları birleştikten sonra döllenme hadisesi gerçekleşir. Canlılar arasında bu fizyolojik olayı neslin devamı İlâhi bir kuvvetle sağlanmış oluyor.

Nasıl, hayvan, bitki ve nebatat âleminde neslin devamı döllenme ile sağlanıyorsa, kâinatın asıl sebep-i hilkati olan insan neslinin devamı da, kadın ve erkek hayatının birleşmesi ile devam eder.

Bediüzzaman hazretleri: “İnsanın, hususan Müslümanın tahassungâhı ve bir nevi cenneti ve küçük bir dünyası aile hayatı…”2,olarak vurgulamıştır. Bundan da anlıyoruz ki, kadın-erkek arasında evlilik müessesi güzel geçinmekle, karşılıklı muhabbetle ve iki tarafın birbirlerini, kötülüklerden muhafaza ederek iki ayrı ruh, bir beden olarak aile çatısını sağlam bir zemin üzerinde tesis etmektir. Nitekim Cenab-ı Allah (cc) Kur’ân’ı Kerim’de : “…Onlar sizin için bir örtü, siz de onlar için bir örtü hükmündesiniz..”3, kadın ve erkeğin nazarına dikkat çekmiştir.

 

Evlilikte ki, bir diğer maksat ise neslin devamıdır. Peygamber efendimiz (asm)  “Evleniniz, çoğalınız, çünkü ben kıyamet gününde sizin çokluğunuzla iftihar edeceğim.” 4, buyurmuş.

 

Burada beyan edilen “kıyamet gününde sizin çokluğunuzla iftihar edeceğim”  çokluğun Allah ve Resûlü’nü hoşnut edecek bir nesil yetiştirmektir. Buna en güzel örnek, Bediüzzaman Said Nursî hazretlerinin ebeveynlerinin göstermiş oldukları hassasiyet, numune-i imtisaldir.

 

Şöyle ki, anne Nuriye hanım, abdestsiz çocuğuna süt emzirmemesi, Sofi Mirza efendi de haramdan korunmak için bahar ayında başkasının ekinlerine zarar vermemek için öküzlerin ağızlarını bağlaması dikkat çekici bir davranış olarak karşımıza çıkıyor. Bu hassasiyet üzerinde yetişen bir nesil, elbette ”Said” bir nesil olur.

 

Demek ki, çocuk terbiyesi daha anne karnından itibaren başlar, çocuk dünyaya geldikten sonra her türlü bakımı, şer’an anneye ait olmasa da şefkat cihetiyle bir nev’i anne de çocuğun iyi yetişmesinde baba ile birlikte rol alması lazımdır. Kaderin cilvesi anne çocuğun beslemesi, yedirip içirmesi, giydirmesi, okutması hatta hayatı boyunca çocuk üzerinde ki hassasiyeti babadan daha ileri safhadadır.

 

Hülâsa-i kelâm: İlim ve irfan dairesinde yetiştiren neslin çoğalmasıyla Efendimiz, (asm) iftihar etmiştir. Aksi takdirde “Said” olmayan bir neslin çoğalması da, izdivacın da sevindirici hiçbir tarafı yoktur.

Cenab-ı Allah’ın “her şeyden çiftler yarattık” burada asıl maksat yaratılanların yaratanı tanıyıp O’na kulluk görevini yerine getirmektir. “Emr’-i bi’l ma’ruf  nehy-i ani’l münker” yani iyiliği emretme, kötülükten alıkoyma emrine tabi olmak, insanlar birbirleriyle diyalog kurma, yardımlaşma, dayanışma prensipleri içinde sevgiyi ve uhuvveti tesis etmektir. Konuyu şu veciz Hadis-i Şerifle kapatalım: ”İman etmedikçe cennete giremezsiniz; birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olamazsınız”5, vesselâm

 

 29.04.2025

Rüstem Garzanlı

Dipnotlar:

  • Zariyat, 51/49
  • Lem’alar 24.Lem’a s. 201
  • Bakara ,2,187
  • Beyhaki vıı/ 81
  • Müslim, İmân 93

 

Eğer hastalık olmazsa, sıhhat ve afiyet gaflet verir

Bu arada sağlık nedeniyle bir müddet Diyarbakır Dicle üniversitesi enfeksiyon bölümünde tedavi gördüm. Hastanede tedavi gören herkes kendini hasta bilir. “Musibet taammüm ettiğinde, elem hafif olur. Ben de emsalim gibiyim” diye yine yük altından kaçar.”1, kaidesince aynı bölümde yatan başka hastaların ağır ve sıkıntılı hallerini görünce kendi halime sabır içinde şükür ediyordum. İnsanlara karşı şefkat beslemek, merhamet etmek manen onların dertleriyle hemhal olmak demektir. Bu nedenle onların acı hallerini şefkatle izliyordum. Tabi hastane doktorları, hemşireler, sair elemanlar yirmi dört saat hastalarla ilgilenip tedavilerimize yardımcı oluyorlardı. En büyük şefkati sağlık elemanları hastalara gösteriyorlardı. İlgi ve alakaları hastalar üzerinde manen de etkili oluyordu.

Hastanede izlediğim kadarıyla zamanında sağlığın ve gençliğin kıymetini bilmeyen daha sonra yaşlanınca birçok hastalıklarla karşılaşılaşılan, çoğu benim gibi 60-70 yaşlarına gelmiş ihtiyarlardı.

Efendimiz, (asm) “Beş şey gelmeden önce beş şeyin kıymetini bilin; ölüm gelmeden önce hayatın, hastalık gelmeden önce sağlığın, meşguliyet gelmeden önce boş vaktin, ihtiyarlık gelmeden önce gençliğin, fakirlik gelmeden önce zenginliğin “2, kıymetine değinmiştir.

Bediüzzaman hazretleri “İşte ey insan! Aklını başına al. Eğer sen ölmezsen, ihtiyar olacaksın. 3, “Ben şimdi hazır değilim, daha erken, sonra namazımı kılarım, daha gencim, emekli olduktan sonra, evlenince örtünürüm” diye bahanelerle kendini avutanlar pek az değildir. Sanki uzun bir emel onları bekliyor gibi yaşayacaklarını sanıyorlar.” Küllü âtin karib”  her gelecek yakındır kaidesince gelecek uzakta olsa bir gün muhakkak gelecektir. İhtiyarlık ve hastalık gibi, bunlar hepsi de ibadetler için birer engel teşkil ediyorlar.

Keza, “ Nasıl ki öylelerden birisi ağlayarak demiş: Yani: “Keşke gençliğim bir gün dönseydi, ihtiyarlık benim başıma ne kadar hazin haller getirdiğini ona şekva edip söyleyecektim” Evet bu zât gibi gençliğin mahiyetini bilmeyen ihtiyarlar, gençliklerini düşünüp teessüf ve tahassürle ağlıyorlar. Hâlbuki gençlik, eğer ehl-i kalb, ehl-i huzur ve aklı başında ve kalbi yerinde bulunan mü’minlerde olsa, ibadete ve hayrata ve ticaret-i uhreviyeye sarfedilse; en küvetli bir vesile-i ticaret ve güzel ve şirin bir vasıta-i hayattır.”4,  İhtiyarlık gelmeden önce,  gençliğini iman dairesinde yaşayan hem dünya hem de ahiret hayatını güzelleştirmiş olur.

Hastaları teselli eden hakiki manada imanlarıdır. İmanın verdiği teselli ile sabreder, sabır içinde şükür eder ve Allah’tan sıhhat talep eder. Şunu da ifade edeyim ki, hastalıklar veya musibetler Cenab-i Allah’ın bir kısım isim ve sıfatlarının tecelli ettiği hikmetlerdir. Hastalıklar arkasında güzel manalar çıktığını insan sonradan anlar.

Bediüzzaman hazretleri; “…eğer hastalık olmazsa, sıhhat ve afiyet gaflet verir, dünyayı hoş gösterir, ahireti unutturur, kabri ve ölümü hatırına getirmek istemiyor. Ömür sermayesini bâd-i hevâ boş yere sarfettiriyor.”5, Zaten hastalık görevli bir İlâhi memurdur, bazen insanı ikaz eder gafletten uyandırır, bazen mukadder olan ölüme bir vasıta olur. Her nedense insanın başına gelen musibet ve hastalıkları vereni düşünmek ve o’na karşı sabır içinde şükretmek lazımdır.

Efendimiz Hazreti Muhammed (asm)’ın bir duası ile bitirmek istiyorum. Allah’ın ismiyle. Ey Rabbim! Beni kendi devân ile tedavi et, bana kendi şifân ile şifâ ver ve beni kendi fazlınla senden başkalarından müstağni kıl ve beni ezalardan uzak tut.”6 Ya Rabbi! Duâ bekleyen tüm hastalara şifa ihsan buyursun. Amin…

Rüstem Garzanlı

20.4.2025

Dipnotlar:

  • Mesnevi-i Nuriye, Habbe, Zeyl’ül Zeyl s. 148
  • Buhari, R,ikak3, Tirmizi..
  • Mektup s.261
  • Lem’âlar s. 26.Lem’a 8. Rica
  • Lem’a 3.Devâ
  • Heysemî x180

Sünnet giderse, Kur’an da gider

TRT KURDÎ televizyon kanalında cuma akşamları fıkıh ile alakalı sohbetler yapılıyor. Fırsat buldukça bu sohbetleri izliyorum. Böyle bir sohbette, oruç tutma imkânı olmayanlar fidye hakkında hoca efendiye soru soruyorlardı. Hoca da mezhep imamlarının görüşleri üzerinden sorulara cevap veriyordu. Bu arada biri telefon açtı: “Hocam, ‘Ettehiyyatü’ Kur’ân’da geçmediği hâlde neden namazda okunuyor? Okunması hâlinde Allah’a ortak koşmuş olunmuyor mu? Afganistan, İran, Irak, Suriye ve Türkiye’de de bu görüşü destekleyen birçok profesör var.” diye bir soru sordu.

Hoca efendi, “Kardeşim, sen öğrenmek mi istiyorsun, yoksa bu batıl görüşü mü destekliyorsun?” diye sordu. O da başta, “Hocam, ben öğrenmek istiyorum.” dedi ve daha sonra aynı görüşü savunduğunu söyledi.

Hoca, Efendimiz’in (asm), şöyle buyurduğunu ifade etti: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sıkı sarıldığınız sürece yolunuzu şaşırmazsınız: Allah’ın kitabı ve Resûlü’nün sünneti.” Allah’a ve Resûlü’ne inanan bir mü’min bu tebliğe uyma mecburiyetindedir. Cenâb-ı Allah, Miraç gecesinde namazı farz kılmıştır. Kur’ân’da da namaz kılma emri vardır; namaz kılma adabı ise Hazreti Muhammed’in (asm) kıldığı ve tarif ettiği gibidir. Kur’ân, namazı, zekâtı, haccı emrediyor; uygulamasını ise Efendimiz’in, (asm) sünnetlerinden öğreniyoruz. “Bu batıl görüşünüzden vazgeçin.” diyerek adamı ikaz etti.

Geçmişte, “Ölünün arkasından Kur’ân okunmaz.” diye yaygara yapılıyordu. Sonrasında sünnet ve hadislere el atmaya başladılar. Şimdi ise sünnet ve hadislerin ayıklanması, Kur’ân’ın yeniden değerlendirilmesi gibi batıl düşünceler öne sürülüyor. Bu da tanınmış ve eğitim görmüş bir kesim Müslüman tarafından destekleniyor. Bundandır ki yazının başında hoca efendiye soru soran adam, “Afganistan, İran, Suriye ve Türkiye’de de bu görüşü destekleyen birçok profesör var.” diye görüşünü beyan etti.

Bu batıl projeyi İslam âlemi içinde yaygınlaştıran ve destekleyenler Allah Resûlü’nü (asm) polemik konusu yapma, küçümseme ve itibarsızlaştırma gibi şüphe verici çalışmaları yaptıranlar elbette Yahudi lobileridir. Bir kısım Müslümanları dahi amaçlarına alet ediyorlar. Gayeleri Kur’ân’ı ortadan kaldırmaktır. Buna güçlerinin yetmeyeceğini bildikleri için önce sünnete dil uzatıp ardından Kur’ân’a saldıracaklar.

Kısadan hisse: Bir gün Mehmet isminde biri ile akşam sohbete gittik. Sohbetten sonra Mehmet, oranın müdebbiri ile adeta münakaşaya girdiler. Mehmet, “Nurcular Kur’ân okumuyorlar, sen de Kur’ân cahilisin.” dedi. Müdebbir, “Ben her gün Kur’ân’ı ve Kur’ân’ın tefsirleri olan Risale-i Nurları okuyorum.” dedi. Mehmet’in bu itirazını ağabeyine telefonla ilettim. O da, “Kardeşim cahildir, öyle konuşulmaz.” dedi.

“Peki, sen ne diyorsun?” dedim.

Kardeşini cahil diye nitelendiren ağabey, meğerse kardeşinden daha cahilmiş. O da, “Kur’ân bize yeter, peygamberlerle, sünnet ve hadislerle uğraşmam.” dedi. Bana, “Sen de peygamber olabilirsin.” dedi. “Hâşâ, ben peygamber olamam! Senin de böyle bir iddian varsa yanılıyorsun. ‘Kur’ân bize yeter.’ demekle İslamiyet’i anlayamaz ve bilemezsin. Peygamberlik müessesesi Hazreti Muhammed (asm)’den sonra kapanmıştır. En son peygamber Hazreti Muhammed (asm)’dir.” dedim.

Bir ara Mehmet, beni telefonla aradı. Ben de ağabeyinin durumunu sordum. O da, “Ağabeyim tam sapıtmış. Namazı bırakmış. Geçmişte kendini Hazreti İsa (as) ilan eden bir siyasetçi gibi, o da ‘Ben peygamberim.’ diyor.” dedi. “Mehmet Bey, sünnete karşı gelenlerin akıbetleri hüsran oluyor. Kur’ân, sünnet olmadan anlaşılmaz. Sünneti kabul etmeyenler, günün birinde ağabeyin gibi Kur’ân’ı da kabul etmezler.” dedim.

Hülâsa, konumuzu özetleyen sahâbe-i kirâmdan bir hatıra ile Risale-i Nur’dan veciz bir ifade ile bağlamak istiyorum. Ashâb-ı kirâmdan İmrân İbni Husayn (ra), Hz. Peygamber’in sünnetinden bahsetmekteyken adamın biri:

“Ey İmran! Sünnetten değil de bize Kur’ân’dan bahset!” demiştir. Bunun üzerine İmrân:

“Sen ve senin gibiler Kur’ân’ı okuyorsunuz, değil mi? Bana namazdan, namazın içindeki davranışlardan bahsedebilir misin? Bana altının, sığırın, devenin ve diğer malların zekâtından bahsedebilir misin? Fakat sen yokken ben peygamberle beraberdim.” diye çıkışmıştı.

Daha sonra İmrân, adama Hz. Peygamber’in zekât konusundaki açıklamalarını anlattı. Adam bunun üzerine: “Beni ihyâ ettin, Allah da seni ihyâ etsin!” dedi. Olayı bize nakleden Hasan-ı Basrî demiştir ki: “Bu adam daha sonra Müslümanların fakihlerinden oldu.”²

Bediüzzaman Hazretleri ise sünnet hakkında şöyle buyurmuştur: “Arkadaş! Vesvese ve evham zulmetleri içinde yürürken, Resûl-i Ekrem’in (asm) sünnetleri birer yıldız, birer lâmbâ vazifesini gördüklerini gördüm. Her bir sünnet veya bir hadd-i şer’î, zulmetli dalalet yollarında güneş gibi parlıyor. O yollarda insan, zerre miskal o sünnetlerden inhiraf ve udûl ederse; şeytanlara mel’ab, evhama merkep, ehvâl ve korkulara ma’hez ve dağlar kadar ağır yüklere matiyye olacaktır.³

Rüstem Garzanlı
14.03.2025

Dipnotlar:
1-Malik, Muvatta, Kader, 3
2-Hâkim, el-Müstedrek, I, 109-110
3-Mesnevî-i Nuriye, Katrenin Zeyli, s. 272