Murat tarafından yazılmış tüm yazılar

Japonya Depremi

Esselamu Aleykum

Japonya’da yaklaşık olarak 150 yıldır deprem ölçümleri yapılıyor. Japonya, şimdiye kadar ölçülen en büyük depremi yaşadı ve artçı depremler de devam ediyor. Şu anda ölü ve kayıp sayısı 1400 civarında ve artmaya devam ediyor. Sular altında kalan insan sayısı ise 10 binin üzerinde.

Depremin merkez üssü, Tokyo’dan yaklaşık 350 km v e Nagoya’dan 700km uzaklıktaki Sendai şehri. Hamdolsun Tokyo ve Nagoya’da bulunan Nur Dershanelerimizde ve bu şehirlerde yaşayan arkadaşlarımızda herhangi bir olumsuz durum yok.

Bediüzzaman’ın ifadesiyle “Bu âhirde beşerin bir derece umumiyet şeklini alan zulümlü, zulümatlı isyânından, kâinat ve anâsır-ı külliye kızdıklarından ve Hâlık-ı Arz ve Semâvat dahi, değil hususî bir rubûbiyet, belki bütün kâinatın, bütün âlemlerin Rabbi ve Hâkimi haysiyetiyle, küllî ve geniş bir tecelli ile kâinatın heyet-i mecmuasında ve rubûbiyetin daire-i külliyesinde nev’-i insanı uyandırmak ve dehşetli tuğyanından vazgeçirmek ve tanımak istemedikleri kâinat sultanını tanıttırmak için emsalsiz, kesilmeyen bir su, hava ve elektrikten; zelzeleyi, fırtınayı ve harb-i umumî gibi umumî ve dehşetli âfâtı nev’-i insanın yüzüne çarparak onunla hikmetini, kudretini, adâletini, kayyumiyetini, irâdesini ve hâkimiyetini” pek zahir bir surette Japonya’da gösterdi.

Bu deprem vesilesiyle, 125 milyon nüfuslu bu memleket insanlarının intibaha gelip iki cihan saadetini temin eden İslam nuruyla nurlanmalarını Cenab-ı Hak’tan niyaz ediyoruz.

Gerek Türkiye gerekse dünyanın dört bir tarafından telefon ve e-maillerle bizlerle irtibat kurup hal ve hatırlarımızı soran, bizi arayıp da ulaşamayan tüm dostlarımıza minnet ve şükranlarımızı arz ediyor müstecap dualarınızı istirham ediyoruz.

M.Emre AYHAN

Nagoya/JAPONYA

Bedir Savaşı

Sözlükte ‘olgun, tamam, kâmil’ demek olan “Bedir” ay’ın en parlak ve dolgun hâline denir.

Türkçede bu durum ‘dolunay’ tâbiri ile ifâde edilir.

Edebiyyatta güzellik sembolüdür.

Bedir, Mekke ile Şam yolu üzerinde yaya yürüyüşüyle Medîne’ye 3 günlük (160 km), Mekke’ye 10 günlük, Kızıldeniz sahiline 30 km uzaklıkta bir yerleşim yerinin adıdır.

Burada 17 Ramazan Cum’a / 14 Mart 624 târihinde Mekke müşrikleri ile Müslümanlar arasında savaş olmuştur. İslâm ordusu 305, müşrik ordusu 950 kişi idi. Müşriklerin 100 atlısı 700 devesi vardı. Çoğu zırhlı idi. Müslümanların ise 3 atlısı 70 devesi vardı. Müşrik ordusunun başkumandanı Ebû Cehil idi. Savaş Müslümanların zaferiyle sonuçlandı. Ebû Cehil dâhil 70 ölü 70 esir bırakıp kaçtılar. Müsümanlar 14 şehîd verdiler. (Diyânet)

3/ ÂL-İ İMRÂN -13- Birbiriyle karşılaşan iki toplulukta size büyük bir ibret vardı: Bunlardan biri ALLÂH yolunda vuruşuyordu. Diğeri ise kâfir idi. O kâfirler müslümanları, bizzat gözleriyle kendilerinin iki misli görüyorlardı. ALLÂH, dilediği kimseleri nusratıyla destekler. Elbette bunda görecek gözleri olanlar için alınacak ibret vardır.

123- Andolsun, sizler güçsüz olduğunuz hâlde ALLÂH size Bedir’de yardım etmişti. ALLÂH’dan sakının ki, O’na şükretmiş olasınız.

124- O zaman sen mü’minlere: “Rabbinizin size, indirilmiş üç bin melek ile yardım etmesi size yetmez mi?” diyordun.

125- Evet, sabreder ve (ALLÂH’dan) korkarsanız, onlar ansızın üzerinize gelseler, Rabbiniz size nişanlı nişanlı beş bin melekle yardım eder.

126- ALLÂH, bunu size sırf bir müjde olsun ve kalpleriniz bununla yatışsın diye yaptı. Yardım, yalnız dâima gâlib ve hikmet sâhibi olan ALLÂH katındandır.

127- (ALLÂH bu yardımı) inkâr edenlerden bir kısmını kessin veyâ perîşân etsin de umutsuz olarak dönüp gitsinler (diye yaptı).

128- Bu işten sana hiçbir şey düşmez. (ALLÂH), ya onların tevbesini kabûl eder yâhûd onlara, zâlim olduklarından dolayı azâb eder.

 

8/ EL-ENFÂL -5- Nitekim Rabbin seni, hakk uğruna savaşmak için evinden çıkarmıştı. Oysa müslümanların bir kısmı o zaman bundan hoşlanmamışlardı.

6- Ve gerçek, gün gibi açığa çıktıktan sonra bile seninle münâkaşaya devâm etmişlerdi; sanki göz göre göre ölüme sürükleniyorlardı.

7- İşte o zaman ALLÂH size iki tâifeden (kervan veyâ kureyş ordusundan) birini vaad ediyordu ki, sizin olacaktı. Siz ise arzu ediyordunuz ki, şânı ve şerefi olmayan şey (kervan) sizin olsun. Hâlbûki ALLÂH, âyetleriyle hakk’kı yerine oturtmak ve kâfirlerin arkasını kesmek istiyordu.

8- Ki, hakk’kın hakk olduğunu tanıtsın ve bâtılı büsbütün yok etsin, varsın o günâhkârlar istemesin.

9- O vakit siz Rabbinizden yardım diliyordunuz. O da: “Ben işte ardarda bin melekle size yardım ediyorum” diye duânızı kabûl buyurmuştu.

41- Şunu da biliniz ki, ganîmet olarak aldığınız her hangi bir şeyden beşte biri mutlaka ALLÂH içindir. O da Peygambere ve ona yakınlığı olanlara, yetimlere, miskinlere ve yolda kalmışlara âittir. Eğer siz ALLÂH’a îmân etmiş, hakk ile bâtılın ayrıldığı o gün, iki ordunun karşı karşıya geldiği o (Bedir) günü kulumuza inzâl ettiğimiz âyetlere îmân getirmiş iseniz bunu böyle biliniz. Ve biliniz ki, ALLÂH, herşeye Kadîr’dir.

42- O vakit siz vâdînin yakın bir yamacında idiniz, onlarsa uzak yamacında idiler. Kervan da sizden daha aşağıda idi. Öyle ki, şâyet onlarla sözleşmiş olsaydınız, öyle bir buluşma yeri için mutlaka anlaşmazlık çıkarırdınız. Fakat olması gereken (zafer)in olması için ALLÂH böyle takdîr etti. Tâ ki, helâk olan apaçık bir delîl gördükten sonra helâk olsun, sağ kalanlar da yine apaçık bir delîlden sonra yaşasın. Kesindir ki ALLÂH, işitendir, bilendir.

43- Şol zaman ALLÂH sana uykunda (rüyânda) onları az gösteriyordu. Eğer ALLÂH sana onları kalabalık gösterseydi korkacaktınız ve savaş konusunda anlaşmazlığa düşecektiniz. Fakat ALLÂH böyle bir şeyden sizi uzak tuttu. Çünkü O, gönüllerde yatanı da bilir.

44- Ve işte onlarla karşılaştığınız vakit onları sizin gözünüze az gösteriyordu, sizi de onların gözlerinde azaltıyordu. Çünkü ALLÂH o mukadder olan işi yerine getirecekti. Bütün işler ALLÂH’a döndürülür.

45- Ey îmân edenler, bir düşmân topluluğu ile karşılaştığınız zaman sebât edin ve ALLÂH’ı çokça zikredin ki, kurtuluşa eresiniz.

46- Ayrıca ALLÂH’a ve Resûlü’ne itâat edin. Ve birbirinizle didişmeyin. Sonra içinize korku düşer ve kuvvetiniz elden gider. Sabırlı olun, çünkü ALLÂH sabredenlerle berâberdir.

47- Çalım atarak ve halka gösteriş yaparak yurtlarından çıkanlar ve ALLÂH yoluna engel koyanlar gibi olmayın. ALLÂH onların bütün yaptıklarını çepeçevre kuşatmıştır.

48- Şeytân, onlara amellerini güzel gösterdiği zaman, “Bu gün insanlardan size gâlib gelecek yoktur, ben de size yardımcıyım.” demişti. Fakat iki tarafın karşı karşıya geldiği görününce arkasını dönüp kaçtı ve şöyle dedi: “Ben sizden kesinlikle uzağım. Ben sizin göremeyeceğiniz şeyler görüyorum ve ben ALLÂH’dan korkarım. Ayrıca ALLÂH’ın azâbı çok çetindir.”

49- O sırada münâfıklar ve kalblerinde hastalık bulunanlar, (müslümanlar hakkında) “şu adamları dînleri aldattı” diyorlardı. Oysa her kim ALLÂH’a tevekkül ederse bilsin ki, ALLÂH gâlibtir, güçlüdür ve hikmet sâhibidir.

64- Ey Peygamber! Sana ALLÂH yetişir, arkandan gelen mü’minlerle berâber.

65- Ey Peygamber! Mü’minleri savaşa teşvîk et. Eğer sizden sabredecek yirmi kişi olursa ikiyüze gâlib gelirler ve eğer sizden yüz kişi olursa kâfirlerden bin kişiye gâlib gelirler. Çünkü onlar hakk’kı ve âkıbeti düşünmeyen anlayışsız bir kavimdirler.

66- Şimdi ALLÂH sizden yükü hafîfletti ve sizde bir za’f olduğunu bildi. O hâlde sizden sabredecek yüz kişi olursa ikiyüz düşmâna gâlib gelirler, sizden bin kişi olursa ALLÂH’ın izniyle ikibin düşmâna gâlib gelirler. ALLÂH sabredenlerle berâberdir.

67- Hiçbir Peygamberin, yeryüzünde ağır basmadıkça (kesin zafere ulaşıp üstün gelmedikçe) esîrleri olması lâyık değildir. Siz dünyâ malını istersiniz, oysa ALLÂH âhireti kazanmanızı murâd eder. ALLÂH Azîz’dir, Hakîm’dir.

59/ EL-HAŞR -14- Onlar müstahkem kaleler içinde veyâ duvarlar arkasında olmadan sizinle toplu hâlde savaşmazlar. Kendi aralarındaki çekişmeleri şiddetlidir. Sen onları toplu sanırsın. Hâlbûki kalpleri darmadağınıktır. Bu, onların akılları ermez bir topluluk olmalarındandır.

15- (Bu yahûdîlerin durumu) kendilerinden az önce, işlerinin günâhını tatmış olan, âhirette de kendileri için acı bir azâb bulunan kimselerin (Bedir’de cezâlarını bulan putperestlerin) durumu gibidir.

Rahatlık, Zahmetin içinde gizlidir!..

“Rahat zahmette; zahmet rahattadır.” cümlesi Müslüman halkımızın yüz yıllardır Kur’ân’a dayandırarak söyleyegeldiği bir darb-ı meseldir. Yani, “rahat” çok çalışmada gizli demektir.

Çok yaygın olarak kullanılan bu cümle, Kur’ân-ı Hakîm’in, “Elbette güçlükle berâber şüphesiz bir kolaylık vardır. Gerçekten güçlükle berâber şüphesiz kolaylık vardır.” âyetlerini tefsîr ediyor. Âyetler şöyle devam ediyor: “Öyleyse, bir işi bitirince hemen diğerine giriş. Ve umduğunu yalnız Rabbinden iste.”

Bu son âyetlerden hareketle, Müslümanın aslâ boş durmaması gerektiğinin bir Allah emri olduğunu söylemek mümkündür. Öyle ki Müslüman—dinlenme dışında—hem bir saniye boş durmamalı, bir işini bitirince hemen diğerine atılmalı; hem de yalnız Allah’a güvenmeli, yalnız Allah’tan istemelidir. Bir saniye boş durmaksızın çalışmak görünüşte zahmettir ve zorluktur. Fakat bu zorluğun ve zahmetin sonunda Allah’ın ihsan ettiği nîmetler, bereketler, kazançlar, ücretler, mükâfâtlar, lütuflar, açtığı kapılar o çalışma zorluğunu, zahmetini ve sıkıntısını hiçe indirir.

Kul, kalbiyle ve diliyle istediği gibi, bizzat fiiliyle de istemelidir. Yani isteğini fiile ve eyleme dökmelidir ki, Rabbinin kabûlüne yaklaşsın.

İnşirâh Sûresinin bahsettiğimiz bu âyetleri nazil olduğunda Peygamber Efendimiz (asm) gülerek çıkmış ve “Bir zorluk iki kolaylığa üstün gelemez. Gerçekten güçlükle berâber kolaylık vardır. Hakîkaten güçlükle berâber kolaylık vardır” buyurmuşlardır.

Ebû Ubeyde (ra) Hazret-i Ömer’e (ra) mektubunda kendilerinin az olmasına rağmen Rumların çokluğundan yakınmış ve endîşelerini dile getirmişti. Hazret-i Ömer (ra) cevabında şöyle yazdı: “Muhakkak ki, mü’min bir kalbe her hangi bir şiddet ve korku inerse, Allah Teâlâ ona arkasından bir ferahlık verir. Her bir zorluk, sırtında iki kolaylık taşır.”

Dikkat edilirse, her zorluğu iki kolaylıkla müjdeleyen, “zorluktan sonra kolaylık” bulunduğunu üstü üste iki âyetle ifâde buyuran Kur’ân-ı Kerîm’dir. Zorluklar ne kadar dayanılmaz da olsa, gerek doğrudan Allah’ın takdir ettiği musîbetlerde olsun, gerekse olumlu netice almak için gösterilen verimli ve özverili çalışma esnasında olsun; çekilen her zorlukta; 1- Dünyevî, 2- Uhrevî olmak üzere iki büyük kolaylık vardır.

1- Dünyevî kolaylık; başarıdır, verimliliktir, kalitedir, olgunluğa ermektir, kemâl kazanmaktır, sevilmektir, sayılmaktır, el üstünde tutulmaktır, bol kazançtır, berekettir. Meselâ özveri ile işine sarılan ve işinde alınteri döken şahıs, zorluğu, sıkıntıyı ve zahmeti göğüslemiş olur. Fakat bu zorluğun arkasında:1- Çalışma zevkini tatma, 2- Başarı zevkini tatma, 3- İnsanlara hizmet verme ve memnun etme zevkini tatma, 4- Kazanma zevkini tatma, 5- İnsanlarca sevilmek ve sayılmak zevkini tatma, 6- Olgunlaşma ve kemâle erme zevkini tatma, gibi dünyevî kolaylıklar görmektedir.

Üstad Bedîüzzaman Saîd Nursî, Cenâb-ı Hakkın, çalışmanın mükâfâtını bizzat çalışma içine koyduğunu ve bundan dolayı cansızlar da dahil tüm varlıkların Allah’ın yaratılış emirlerinin icrâsı çerçevesinde hususî vazifeler yaptıklarını kaydeder ve zerre bile olsa her bir varlığın tam bir istek, eksiksiz bir şevk ve büyük bir lezzetle çalıştıklarının ve başarılı da olduklarının gözlerden kaçmadığına dikkat çeker. Bedîüzzaman’a göre arıdan, sinekten, tavuktan, tâ güneşe ve ay’a kadar herşey tam bir lezzet ve saadetle vazifesine çalışmaktadırlar.

Üstad Hazretleri der ki: “Demek hizmetlerinde bir lezzet var ki, akılları olmadığından âkıbeti ve netîceleri düşünmeden, mükemmel vazîfelerini îfâ ediyorlar.”

2- Zorlukların netîcesinde gelen uhrevî kolaylığa gelince: Bu, Allah’ın izniyle ve takdiriyle gelen yüksek feyiz ve sevapla birlikte, Allah’ın rızâsına, Cennetine, cemâline, sonsuz nîmetlerine, hadsiz mükâfâtlarına ve ebedî hazînelerine ulaşmaktır.

Rahatın zahmette oluşu bu geniş mânâları ifâde eder. Katlanılan zahmetler, çekilen sıkıntılar ve göğüs gerilen zorluklar, neticede hem dünyada, hem âhirette sonsuz rahatlık, doyulmaz huzur ve ebedî saadet kazandırıyorsa, elbette baş göz üstüne denmeli ve katlanmalıdır.

Şüphesiz zahmet de rahattadır. Çünkü peşinen aranan “rahatlık” esâsen tembelikten başka bir şey değildir. Tembellik ise sonu gelmez zahmetlerin ve bitmez zorlukların başlangıcıdır.

Rahatına ve keyfine düşkün olmakla ve çalışıp hak etmeden keyfini ve rahatını birinci plâna almakla insan, zahmetten, zorluktan ve sıkıntıdan başka bir kapıya çıkıp varmaz. İşe ve çalışmaya düşkün olmakla ise, sonuç itibariyle rahata ve rahmete kavuşmayı hak ettiğini ispat etmiş olur.

Hiç şüphesiz her insan rahatını ve keyfini düşünür. Fakat rahat ve keyfin sonuçta bir “ücret” olduğu ve buna hak kazanmak gerektiği unutulmamalı; buna hak kazanmak için, “çalışmak” gibi bir “önemli bedel” ödenmesi gerektiği akıldan uzak tutulmamalıdır.

Bu meyanda rahat dediğimiz özel arabalar da, aslında yoğun ve zahmetli bir çalışmanın neticesinde ulaşılan bir teknolojidir. Ve zahmetli bir çalışmanın neticesinde özel bir arabaya sahip olmuşsak, bu bize zahmetin sonrasında verilen dünyevî bir ücrettir ki, kesin olarak şükrü gerektiren bir husustur. Yani önemli olan, zahmet sonrasında bize ihsan edilmiş olan rahat hallere şükretmeyi bilmektir.

Öte yandan özel araba yerine otobüs tercih etmekle, zor tercih edilmiş olmayabilir. Esasen günümüzde otobüslerin bir çok özel arabalardan daha konforlu ve rahat oldukları düşünülürse, zahmet tercihinin bir araba veya otobüs tercihine indirgenmesinin isâbetli olmayacağı açıktır.

Bedîüzzaman’a göre, işsiz, tembel, istirahatle yaşayan ve rahat döşeğinde uzananların ekseriyetle çalışanlardan daha ziyâde zahmet ve sıkıntı çekmesi kâinâtta cereyan eden ve sünnetullah tabir edilen İlâhî düsturların bir gereğidir. İşsizler dâimâ ömürlerinden şikâyet ederler. Ömürlerinin eğlencelerle çabuk geçmesini isterler.

Çalışanlar ise şükredenler sınıfındadırlar, Allah’a hamd ederler ve ömürlerinin çabuk geçmesini istemezler.

“Rahat kimse ömründen şikâyet eder. Çalışan ise şükredendir.” sözü bunu ifâde eder.

“Rahat zahmette, zahmet rahattadır.” cümlesi bu hakîkatin ifâdesidir.

Süleyman KÖSMENE

www.fikih.info

Risale-i Nurlar Neden Müceddiddir?

Neden asrımızın müceddidi Bediüzzaman ve Risale-i Nur eserleridir? Bunun dini müdafaa, Kur’ân-ı Kerim hakikatlerini ispat ve Sünnet-i Seniyyeyi ihya vazifelerinin yanında pek çok sebepleri vardır.

Her ne kadar Bediüzzaman “Müceddid” unvanını Risale-i Nurlara vermiş olsa da bu hizmet, şahsının gayreti, mücadelesi ve kalbini safi bir şekilde yüce Allah’a teveccüh ettirerek ilhama mazhar olacak hale getirmesi bakımından şahsının ve şahsiyetinin varlığını inkâr etmek elbette mümkün değildir. Bediüzzaman bir çekirdek olmuş, toprağa girip çürüdükten sonra şahsı “Risale-i Nur” şahs-ı manevisi olarak tezahür etmiştir. Ehl-i dalalete karşı “ölümüm başınıza bomba olup patlayacak” sözü böylece gerçekleşmiştir.

Birincisi, iman hizmetidir. İnsanın yaratılış amacı Allah’ın birliğine ve ahiret hayatına iman etmektir. Kurtuluşun sebebi ve saadet-i ebediyenin vesilesi imandır. İmansız amel ve ibadet makbul değildir. İmanda şüphe ve tereddüt imanı giderir. Bu asırda en büyük hastalık ve musibet imansızlık ve iman zafiyetidir. İman esaslarını izah ve ispat eden Bediüzzaman ve Risale-i Nurlardan başka eser ve Bediüzzaman’dan başka bir âlim bulunmamaktadır. Taklidî imanı tahkiki hale getirmek için Risale-i Nur’u okumak yeterlidir.

İkincisi, Kur’ân ve Sünneti Müdafaasıdır. Bu konuda Risale-i Nur’dan daha müessir başka eserleri bulmak zordur. İlk akla gelen kitaplar Risale-i Nur eserleridir. İslam ve peygamber düşmanlarının bütün hücumlarına cevap vermiştir. Sünnet-i Seniyye’nin önemi anlatılmış ve “her nevi bid’aların ilacının” sünnete sarılmak olduğu ispat edilmiştir.

Üçüncüsü, hitabı umumidir. Her tabaka insana hitap etmektedir. Gençler, hanımlar, ihtiyarlar, hastalar için risaleler yazılmıştır. İrşadı ve eğitimi insanların bütün tabakalarını kapsamaktadır.

Dördüncüsü, irşadı sosyal hayatın bütün tabakalarını kapsamaktadır. Ehl-i kitap, tarikatçılar, siyasiler, şia, ehl-i sünnet, materyalistler, vehhabiler, bid’atçılar, mezhepler ve mezhebsizler, milliyetçiler, müminler, münafıklar ve inkârcılar… Her birine hitap ederek onların meselelerini açığa çıkararak çareleri göstermiş ve her birini hak ve hakikate irşat etmiştir. Hiçbiri de Bediüzzaman’ın irşadına ve izahlarına cevap verecek ilmi seviyeyi yakalayamamış ve acizliklerini kabul ederek boyun eğmişlerdir.

Beşincisi, sosyal hayatta toplumun sıkıntılarının “Cehalet, zaruret ve ihtilaf” olduğunu teşhis etmiş, bunlara karşı Kur’ân-ı Kerimden çareler sunmuş ve siyasilere yol göstermiştir.

Altıncısı, Mü’minlerin arasındaki ihtilafların “İhlâs” eksikliği olduğunu teşhis etmiş ve çarelerini göstermiştir. Hizmetin başarısının sırrının ihlâs olduğunu izah ettiği gibi, Başarsızlığın sebeplerini de mü’minlerin ihlâstan uzaklaşma olduğunu izah ve ispat etmiştir.

Yedincisi, cihad kavramına çağın gereği olarak Kur’an ve Sünnete uygun Asr-ı Saadet bağlamında izahlar getirerek izah etmiştir. Cihadın amacının imanı kalplere ve gönüllere yerleştirmek olduğunu, bunun da bu zamanda iman hakikatlerini basın ve yayın yolu ile yaymak ve neşretmek olduğunu izah ederek “manevî cihad” kavramını öne çıkarmış ve bunun prensiplerini ortaya koymuştur.

Sekizincisi, Avrupa’nın ilerleme ve Müslümanların geri kalma sebeplerini teşhis etmiş, çarelerini göstermiştir. Bu konuda ulema, din adamları, siyasiler ve eğitimcilerin neler yapması gerektiğini en güzel şekilde göstermiştir. Mü’minlerin geri kalmalarının en büyük sebebinin ümitsizlik hastalığı olduğunu teşhis etmiş ve ehl-i imanın ümit vermiş ve hedefler göstermiştir.

Dokuzuncusu, siyasi kavramlara Kur’an Sünnet ve Asr-ı Saadetten açıklık getirmiştir. Bu bağlamda, demokrasi, cumhuriyet, meşrutiyet kavramlarının içlerini doldurmuş ve olması gerektiği şekliyle ortaya koymuştur. Hürriyet, muhalefet, siyasi partiler, seçim ve lâiklik gibi kavramları izah etmiştir ki bu şekilde izah eden bir başka din bilgini yoktur.

Bütün bu hususlar Bediüzzaman ve Risale-i Nur eserlerinin müceddit olduğunu anlamak için yeterlidir.

M. Ali Kaya

www.sorularlarisale.com

Bir Sıkıntı Bin Hayır Kapısı Açar!

Sual: “Çok dertlerim var. Bazen altında ezilecek gibi oluyorum. Bana bir tesellî var mı? Bu sıkıntılarımın benim için hayır ciheti var mı?”

Dünyanın hiçbir derdi bizi yıldırmamalı. Çünkü biz mü’miniz; Allah’a inanıyoruz, güveniyoruz, itimad ediyoruz. Îmânımız bize öyle bir ümit ve ricâ kapısı açıyor ki, aslında yüz bin dünya derdi de gelse yine hafif kalır, yine çekilir cinsten olur.

Fakat biz şüphesiz, dertten ve belâdan Allah’a sığınıyoruz, sığınmalıyız. Çünkü Allah’a sığınmak bir ibâdettir.

Cenâb-ı Hak bütün canlıların, bütün hayvanâtın, bütün mahlûkatın, bütün kullarının yegâne umududur. Herkes, her derdinde, her kederinde, her ıztırabında yalnız Cenâb-ı Allah’a sığınır, yalnız Cenâb-ı Allah’tan ümit eder. Umutların tükendiği her noktada, Allah’ın rahmet ve umut kapısı hep açıktır. Emîn olmalıyız ki, Allah Kendisine ilticâ edenlere şefkatle ve merhametle yardım eder. Mü’min, bütün kapılar yüzüne kapansa da, yalnız Allah’tan ummaya devam eder, Allah’tan umudunu hiçbir zaman kesmez.

Şu âyetlerdeki ümit bize yetmez mi?

* “De ki: ‘Rabbine kavuşmayı uman kimse, salih amel işlesin. Rabbine kullukta hiç şirk koşmasın.’” 1 “Kararını verdiğin zaman da artık Allah’a dayanıp güven. Çünkü Allah, kendisine dayanıp güvenenleri sever. Allah size yardım ederse, artık size üstün gelecek hiç kimse yoktur. Eğer sizi bırakıverirse, ondan sonra size kim yardım eder? O halde Mü’minler ancak Allah’a tevekkül etsinler.” 2

Acziyetini bilen bir kulun Allah’a tevekkül edeceğinden eşsiz bir tesellî bulacağını beyan eden Bedîüzzaman, Fâtihâ Sûresindeki “Nestaîn” 3 kelimesinin tevekkül mânâsını içerdiğini, bu mukaddes kelimenin dertli kullara tesellî verdiğini ve Allah’ın recâ ve ümit kapısını her an açık tuttuğunu kaydeder.4

Bediüzzaman Saîd Nursî’ye göre, celâlî ve cemâlî isimler vicdana tecellî edince ümit ve korku hâsıl olur.5 Allah’ın emrine muhatap olan insanlar, korku ve ümit ortasında bulunmalıdırlar. Takvâyı umarak Rabbine ibâdet etmesi gereken insan, ibâdetini hiçbir şekilde yeterli saymamalı, ibâdetine itimat etmemeli, dâimâ ibâdetinin artmasına çalışmalıdır.6 Ümidin kaynağı hiç şüphesiz îmandır. Îman, dünya ve âhireti, nimetlerle süslenmiş iki sofra olarak insanın önüne sürer. Îmân nimetini bize ihsan eden Rabbimiz, ümit bakımından bize elbette kâfidir, yeterlidir.7

Recânın ve umudun cemâlî bir tecellî olduğunu8 kaydeden Üstad Bediüzzaman, Cenâb-ı Hakk’ın, tesellî isteyen kullarının dâima refîki, en yakın arkadaşı ve en sâdık dostu olduğunu, recâ ve umut makamı mâhiyetinde, şefkatini kullarından aslâ esirgemediğini9 beyan eder.

Üstad Hazretlerine göre, mü’min için hiçbir zaman umutsuzluk ve yeis söz konusu değildir.10 Ölüm bile mü’mini ye’se ve ümitsizliğe atamazken, mü’minin başka hangi sebeple ümitsizliğe düşmesi beklenebilir ki?

Zira ölüm yokluk ve umutsuzluk kapısı değildir.11 Mü’min için ölüm, mekân değiştirmekten ibârettir. Kabir ise, karanlıklı bir kuyu ağzı değil, nûrâniyetli âlemlerin kapısıdır. Dünyâ da bütün ihtişâmıyla, âhirete nisbeten bir zindan hükmündedir. Dünya zindanından Cennet bahçelerine çıkmak, dünya hayatının rahatsız edici dağdağalarından rahat âlemine ve ruhların uçtuğu meydana geçmek ve mahlukâtın sıkıntılı gürültüsünden sıyrılıp Rahmân’ın huzuruna gitmek bin can ile arzû edilir bir seyahattir ve eşsiz bir saadettir.12

Cenâb-ı Hak ölüm esnasında bu can ve ten mülkünü bizden, bizim için muhafaza etmek üzere alacak, fakat sonra tekrar geri iâde edecek ve fiyat olarak da—inşâallah—Cenneti ihsan edecektir.13

O halde Allah’a dayanmalıyız, Allah’a sığınmalıyız, Allah’a duâ etmeliyiz. Dünyanın hangi sıkıntısı olursa olsun; bilmeliyiz ki, bir kapıyı kapayan Rabbimiz, bize sayısız kapı açmaya kâdirdir. Ve yine bilmeliyiz ki, sabrettiğimiz ve Allah’tan ümidimizi eksik etmediğimiz takdirde, her sıkıntının perde arkası mutlak hayırdır, mutlak sevaptır, Allah’ın rızâsıdır ve her sıkıntı aslında birer âhiret azığı teşkil etmektedir.

DUÂ

Ey Dâfi’ü Kerîm! Zorluklarımızı kolaylıklara, darlıklarımızı genişliklere, korkularımızı umutlara, dertlerimizi devâlara, musîbetlerimizi rahmetlere, hastalıklarımızı âfiyetlere, seyyiâtımızı hasenata tebdil eyle!

Aczimizi kudretine, zaafımızı kuvvetine, fakrımızı gınana şefaatçi kıl! Bizi emrettiğin gibi dosdoğru istikametten ayırma! Âmin!

Süleyman Kösmene

www.saidnursi.de

Dipnotlar:

1- Kehf Sûresi: 110. 2- Âl-i İmrân Sûresi: 159, 160. 3- Fâtiha Sûresi: 5. 4- İşârâtü’l-İ’câz, s. 32. 5- A.g.e., s. 66. 6- A.g.e., s. 154. 7- Şuâlar, s. 85. 8- İşârâtü’l-İ’câz, s. 66. 9- A.g.e., s. 32. 10- Sözler, s. 580. 11- Mektûbât, s. 13. 12- Sözler, s. 187. 13- A.g.e., s. 31.