sonyildiz1876 tarafından yazılmış tüm yazılar

Yönetici ve İdarecilerimize Bir Hitabe

Her şeyden evvel, Ahirzaman peygamberi efendimizin(s.a.v) “Bir milletin büyükleri, onların hizmetkarlarıdır.” emir ve tavsiyelerinin bir icabı olarak Memuriyeti, bir nevi hizmetkârlık olarak görmeyi; her akıl ve iman sahibi idareci ve yöneticiye zaman ve zemin ihtar ediyor..

Atalarımızın “eşek ölür kalır semeri.. insan ölür kalır eseri..” veciz sözleriyle bizlere izah ettiği derin bir mana olan hizmetkarlık mesleği olan memuriyete muhalif yahut aykırı bir nazar ile bakanların, gelecek nesillere hiçbir eser bırakmamakla birlikte, bir eşek misali semer dahi bırakamadığına çoklukla şahitlik ediyoruz..

Güç ve iktidarlarını sahip oldukları koltuk, makam ve mevkilerinden alan; şan ve şöhret mübtelası bedbahtların çoğaldığı bir zaman ve zeminde yaşıyoruz…

Nefislerinden başka kimsenin çokta umurlarında olmadığı; şahsi menfaat ve ikballerini milletin menfaatine tercih edenlerin, esasen “insan” bile olamayacaklarını İslamiyet biz insanoğluna ihtar ediyor..

Bu ehemmiyetli hususu asrımızın imamı bediüzzaman hazretleri, “bir adamın kıymeti, himmeti nisbetindedir. Kimin himmeti milleti ise, o kimse tek başıyla küçük bir millettir.” şeklinde veciz bir şekilde izah etmiştir..

Hariçten içimize sokmakla, milletimizi bir bütün olarak zehirleyen “Ben susuzluktan ölsem, yağmur hiçbir daha dünyaya gelmesin. Eğer ben görmezsem bir saadeti, dünya istediği gibi bozulsun.” gibi ahmakane ve hainane düşüncelerle “nefsî! nefsî” demekle ve milletin menfaatini düşünmemekle -menfaat-ı şahsiyesini düşünmekle- bin adam, bir adam hükmüne sukut eder, alçalır..

İnsani olan tüm duygu ve düşüncelerle birlikte vicdan tamam bozulduğundan, millete tam muzır bir halete girer böylece..

Yıllarca işgal ettikleri koltuklar da, vatan ve memleket sathında, devletimizin türlü imkân ve kaynaklarını şahsi menfaatlerine peşkeş çekmekle heba etmek suretiyle; bu perişan ve cahil millete zerre bir menfaati olmamakla birlikte çakılı bir çivisi olmayan nice liyakatsız ve ehliyetsiz idareci ve yönetici gördük, görüyoruz ve böyle devam ederse maalesef görmeye devam edeceğiz..

“mü’minin niyeti amelinden hayırlıdır..” buyuran efendimiz(s.a.v), niyetin her şeyin başı ve temeli olduğuna nazarımızı çevirmektedir ki; milletin yönetim ve idaresine talip olanların akıl ve vicdanlarına, herşeyden evvel memuriyeti hizmetkarlık olarak telakki edip kabul etmeleri gereğine vurgu yapmaktadır …

Oturdukları hizmetkârlık koltuğunu, yıllarca şahsi ikbal ve menfaatlerine alet ve basamak yapan bu tür hastalıklı kişiliklerin, milletin istikbalinden çaldıkları onlarca yılların hesabını halka veremeyecekleri gibi, yarın Hakkın huzurunda da perişan olacaklarını düşünmezler mi?

Ateşten gömlek giyen siz akıl ve vicdan sahibi yöneticilerimize, bazı ehemmiyetli hususları hatırlatmayı bir vatandaşlık görevi olarak görüyoruz..

İşte bu yazıyı yazmakta ki amaç ve gayemizde, idareci ve yöneticilerimiz bir parça muhasebeye davet etmekle birlikte, aynı zamanda onları bediüzzamanca bir parça irşad ve ikaz etmektir.

Başka bir ifadeyle bu yazı, İstikbalde gelecek nefret ve tahkirden sakınmak için, yazılmıştır.

Yani “Tuh o asrın gayretsiz adamlarına!” denildiği zaman, yüzümüze tükürükleri gelmemek için veyahud silmek için yazılmıştır. İşte başlıyoruz..

 

Sözünüzü, fiiliniz tasdik etsin..

Yani verdiğiniz sözleri tutunuz..

Yahut tutamayacağınız sözleri vermeyiniz..

Bediüzzaman hazretlerinin ifadesiyle İman sıdktır, doğruluktur.

Yani doğruluk imanımızın bir gereğidir…

Bu sırra binaen kizb(yalan) ve sıdkın ortasında hadsiz bir mesafe var; şark ve garb kadar birbirinden uzak olmak lâzım geliyor.

Nar(ateş) ve nur gibi birbirine girmemek lâzım.

Hâlbuki gaddar siyaset ve zalim propaganda birbirini karıştırmış, beşerin kemalâtını da karıştırmış.

Üç kuruşluk şahsi menfaati uğruna yahut koltuk sevdası yüzünden, bu milletin aklıyla alay etmekle yapmayacağınız işler için söz vermeyin..

Milletin gönlünü kaybetmek pahasına özü ve sözünüz bir olsun..

Ağzınızdan çıkanları kulaklarınız duysun ki; vereceğiniz sözlerin arkasında durasınız..

Bu millet konuşmasını ve yazmasını bilmez, amma velakin ferasetiyle kömür ve elması birbirinden ayırmasını çok iyi bilir..

Çabucak geçecek şöhretli yıllardan sonra, arkanızda bıraktığınız eserlerden dolayı ruhunuza gelecek “Allah razı olsun..” dualarını almak isterseniz, bu safi millete bir parça kulak verin..

Zira onlar kime dua, kime de beddua edeceklerini çok iyi bilir..

Başkasının kusurunu kendinize özür göstermeyin…

İşlerinizi, birbirinize havale etmeyin..

Üzerinize vâcib olan hizmetimizde, tekâsül göstermekle tembellik yapmayın…

Vasıtanızla zayi’ olan zararları telafi ediniz..

Kaldırabileceğiniz kadar bir yükün altına girin ki, işgal ettiğiniz makamın hak ve hukukuna tam riayet etmekle birlikte, sorumluluk ve vazifelerinizi de yapabilesiniz..

Yahut giydiğiniz elbise bol geliyorsa, bırakınız o elbiseye uygun birileri üzerine alsın…

Başka zamanlardaki, başka adamlardaki kusurları zamanımıza taşımayınız..

Bu milletin, mazideki hikayeleri dinlemeye takat ve mecali kalmamıştır..

Geçmişe küfretmekle karanlığa tükürmenin, bu milletin istikbaline en ufak bir faydası olmamıştır..

Milletin karşısına yaptığınız eserlerle, istikbale ait projelerle çıkın..

Evet, ayinesi iştir kişinin, lafa bakılmaz…

Elinizden gelen bir şey varsa hemen yapın..

Yahut illaki susunuz ve gelecek nesillerin kapısında da durmayınız..

Mezar sizi bekliyor..

Zira mazi mezaristanın da, bir şeyler yapmak isteyipte  ama artık yapamayacak biçare cenazeler kabirlerin de bizlere bu ehemmiyetli hakikati haykırmaktadır..

O halde gelin ey yöneticilerimiz..

Misafir olarak, geçici oturduğunuz o koltukların hakkını vermek adına çalışınız.. çalışınız..

Çaresi bulunan şeyde acze düşmemek esastır..

Milletinizle birlikte elele vermek suretiyle göreceksiniz ki, her şey mümkündür ve her şeyin bir çaresi vardır bu aziz millete hizmetkarlık yapmak isteyenlere..

Bir parça keyfinizi terk etmek suretiyle, Ahvalimizi dinleyiniz ve keyfimizi sorunuz..

Hacatımızla, ihtiyaçlarımızla istişare ediniz..

Halkın içine girmekle, doğrudan doğruya halkla muhatap olunuz..

Zira etrafınızdaki şahsi menfaat dalkavuklarının gölgesinde kalarak, başınızı kaldırıp etrafınıza hakiki bir manada nazar edemediğinize şahit oluyoruz..

Sorumluluklarınız dahilindeki muhitlerde, çalmadık kapı bırakmayınız..

Üzerinizdeki vazifelerinizi yardımcı ve personelinizle paylaşmak suretiyle, her işe doğrudan yahut dolaylı olarak yetişmeye çalışınız..

Hz.Ömer misali, çevrenizdeki dağlara buğday serpiştirin ki, göçebe kuşlar aç kalmayıp sizlerden davacı olmasın Allah’ın huzurunda..

Dağına göre kar yağar misali, yüklendiğiniz makam ve mevkilerin icabını yerine getirmekle mecbur ve mükellefsiniz..

 

Makamlar büyüdükçe, maddi/manevi vazife, sorumluluk ve mükellefiyetlerde çoğalıyor..

Az hata yapmak adına Çokça dinleyici olunuz..

Az konuşup, çok iş yapmakla eserleriniz konuşsun..

Bölgenizde ki hakperest, ferasetli, sözü ve özü bir olan bazı ehl-i ilimden görüşler almak suretiyle; meşveretin maddi ve manevi istikamet ve gücünden faydalanmak adına bölgesel ehil meşveret heyetleri oluşturun.

Memuriyeti hizmetkârlık olarak kabul etmeyen; makam, mevki ve şan, şöhret müptelası bazı düşkünlerin cerbezesine kapılmadan, arkadaş ve dost muhabbetlerine kurban etmemek icab ediyor yöneticilik makamlarını..

Dinimizin dünya ve ahiret saadetine medar olacak bir kanuni esasisi hükmündeki ehliyet, salahiyet ve liyakat esaslarını her daim göz önünde bulundurmak; istikametli bir idarecilik süreci içerisinde yapılacak işlerin icabıdır.

Memuriyeti hizmetkârlık olarak benimseyip can-u gönülden kabul etmekle birlikte idarecilik için yeterli donanıma henüz sahip olamamış vatan ve memleket sevdalılarına yatırım yapmak suretiyle; istikbalin ehliyet, salahiyet ve liyakat sahibi kadrolarını yetiştirmek gaye-i hayalini yaşamak ve yaşattırmak elzem bir hal almıştır.

Bu nokta en ehemmiyetli ve dikkate değer bir ince manayı tazammun ediyor.

Zira herhangi bir ehemmiyetli işin yürütülmesi noktasında yöneticilik vasfına sahip bir idareci ihtiyacı hâsıl olduğunda; hiç tereddüt etmeden yaptığımız ilk savunma ve sarf ettiğimiz ilk cümle “liyakat ve ehliyet sahibi kimseyi bulamıyoruz” şeklinde oluyor.

Hâlbuki etrafımızdaki dalkavuk ve menfaatperestlerden bir an dahi başımızı kaldırıp, önyargısız ve daha geniş bir nazar ile çevremize baktığımızda; geleceğin nice fatihlerine el atıp yetiştirmek suretiyle, vatan ve memleketin maddi ve manevi kazancına vesile olacak asım’ın neslini göreceğimiz kaviyyen muhtemeldir.

Bediüüzaman hazretlerinin “Hal aldatıyor, aldanmayınız..!” ifadelerinin gereği olarak, yaşamakta olduğumuz hadisata bakıp aldanmayalım.

Bizler vazifemizi yapmakla mükellefiz.

Kader, her şeyiyle cereyan eden, her hadisenin üzerinde hâkimdir.

Geleceğin yerli ve milli dava adamlarına yatırım yapacağız.

En büyük kazancımız bu olsa gerek.

Yoksa üç-beş menfaatperest, makam ve şan-şöhret düşkünü gafili memnun etmek uğruna; deve kuşu misali gözünü kapatarak etrafındaki hakiki münevver vatanperver dava adamlarına nazar etmemek ve onları görmezlikten gelmek, en büyük bir gafletin tezahürü olmakla birlikte maddi ve manevi mes’uliyeti icab ettirir.

 

Bu milletin bir bütün olarak istikbalini temin etmek istiyoruz..

Toplumsal olarak huzur, adalet ve kalkınma noktasındaki hissemizi isteriz..

Üzerinize hafif, yanımızda çok azîm bir şey isteriz..

Bu vatan ve memleketin istikbal ve bekasını temin etmek adına, koltuklarınızın taşıdığı maddi ve manevi sorumluluk ve mükellefiyetle samimane  ve ciddiyetle yüzleşin..

Zira eski hal muhal..

Ya yeni hal veya izmihlal..

 

Memleket Meselesi -2-

Ülkemizin maddi ve manevi havasına uygun ve uzun vadede ihtiyaçların giderilmesi noktasında insan iş gücünün doğru ve zamanlı bir şekilde geç kalınmadan istihdamı için mesleki okulların çeşitliliğinin ciddi bir değerlendirmeye tabi tutulması icab ediyor.
Mesleki okulların keyfiyetini arttırmak gerekiyor.

Memleketimizde mevcut olup halen eğitim öğretim hizmetleri veren mesleki okulların bünyesinde icra-yı faaliyet gösteren alan ve dalların bir kısmında acilen revizyona gidilmesi gerekiyor.

Bununla birlikte devletimizin bekasına hizmet etmekle bütün bir millet olarak bizleri muasır medeniyet seviyesine çıkarıp diğer devletlerle mukabele edecek derece de olmakla birlikte memleketimizin ihtiyaçlarına da ayrıca derman olacak yeni alan ve dallara yer açmak gerekiyor bu okullarda.

Mesela, Uzay çağını yaşadığımız günümüzde mesleki okulların bünyesinde “uzay ve havacılık” adıyla yeni alan ve bölümlere yer verilebilecekken; maalesef yerli ve mahalli idarecilerimizin ferasetsizlik, basiretsizlik ve günü kurtarma işgüzarlığı neticesinde, mevcut alan ve bölümlerde bile günümüz ihtiyaçlarına cevab veremeyecek kısır bir döngünün hâkimiyet ve baskısı altına sokulmakta olduğu, böylece bu güzide fabrikavar-i okulların üretim yapamaz hale getirildiğini müteessifane müşahede ediyoruz.

Mesleki okullarda görevlendirilecek eğitimci ve idarecilerin ciddi bir yeterlilik, ehliyet, salahiyet ve liyakat gibi süzgeçlerden geçirilmesi zarureti de ayrıca hâsıl olmuştur.

Bir fabrikanın üretimine engel yahut üretimine katkısı olmayacak birisinin işine son verildiği gibi; kutsal eğitim öğretim hizmetlerini vermekten aciz bir muallim yahut idarecinin de başka alanlarda istihdamına gidilmesi gerekiyor ki, liyakatlı vazifesini bihakkın ifa edecek eğitimcilere yer açılmakla hizmet üretimi gerçekleşsin.

Ürünü basit bir “sakız” olan bir fabrikada çalışan bir işçinin bile vazifesini hakkıyla yapması beklentisiyle devamlı bir tarassut ve kontrol aşamalarında mes’uliyet noktasında muhatap addolunurken; ürünü kâinatın meyvesi “insan” olan bir eğitim öğretim sürecinin muallim ve idarecilerinin, ne derece ehemmiyetli ve ciddi yatırımlarla desteklenip müşahede edilerek, uzun soluklu devamlı bir muhasebe ve değerlendirme sürecine tabi tutulması gerektiği anlaşılacaktır.

Mesleki okullarda mevcut olan yahut yeni açılacak alan ve dallara uygun, pratikte ve muamelatta gerekli her türlü donanım, alet ve edevatın temin edilmek suretiyle, fabrika misali bu alanların teçhiz edilmesi gerekiyor.

Maalesef hal-i hazır çoğu mesleki okullar da var olan alan, bölüm ve dallarda, pratiği yapılan konu ve konuların uygulamasını yapmak imkânsız denecek bir derece de güç bir hale gelmiştir.
Söz gelimi çorbanın nasıl yapıldığını anlatıp, hayalen çorba pişirme yöntemlerini gösteriyoruz.

Hâlbuki bu mevzuda devletimizin tüm imkânlarını seferber etmesine rağmen, yerel idarecilerimizin yine ilgisizlik ve lakaydlığı neticesinde maalesef bu kaynaklar üretimin birer parçası olacak iken tüketimin birer paçavrası hükmünde olan söz ve yazı haline geliyor.
Ağlamayan çocuğa süt vermeyen anne misali, basiretsiz ve liyakatsız idarecilerimiz medeni insanlar misali konuşmayı yahut “istemek” fiilinin hakkını eda edemiyorlar maalesef..

Devletimizin günden güne ziyadeleşmekte olan imkanları başta olmak üzere, çevremizdeki sanayici, işadamı, esnaf, zengin ve fakir milletimin her bir ferdinin maddi ve manevi himmet ve gayretlerine rağmen hemde..

Meslek liselerinin nitelik ve nicelik olarak keyfiyetini arttırmak adına, her il merkezinin bünyesinde liyakat, salahiyet ve ehliyetle donanımlı koordinatör bir heyetin icray-ı vazife etmesi zarureti icab ediyor.

İl ve ilçe milli eğitim müdürlüklerinin bünyesinde halen aktif vazife icra eden milli eğitim müdürleri ile şube müdürlerinin; milli eğitim camiasının bütüncül bir yaklaşımla muhatap olunan ağır sorumluluk ve ziyade yüklerini omuzlamasıyla birlikte, mesleki liselere maalesef hususi bir ilgi ve alakayı gösteremediklerini müşahede ediyoruz.

Bu meseleye delil ise, maalesef çoğu il ve ilçe idarecilerimizin nazarında üvey evlat muamelesi gören yahut başka türlü mevzuların cazibesine kurban edilen meslek liselerinin hal-i hazır sahipsiz ve dertleriyle baş başa kalmış kimsesiz perişan halidir.

Yahut üretim yapamayıp iflas etmiş bir fabrika misali; içi boş büyük yapıların meslek lisesi tabelasıyla memleketimize hiçbir katkısı olmayarak, dahası bilgisiz, amaçsız ve gayesiz tüketim ürünleri olan kimlik sanatkârlarını netice vererek arz-ı endam etmesi, davamıza ayrıca bir sadık-ı şahittir.

Bizler neticesi ne olursa olun, mesleki çalışmalarımıza her şart ve ortamda devam edeceğiz..
Elbet bir gün sesimizi duyan, bir vatan, millet ve memleket sevdalısı çıkacaktır..
Azmettikten sonra, Allaha tevekkül et..

Hasan Tayfur

Memleket Meselesi -1-

Bizim düşmanımız cehalet, zaruret, ihtilaftır.

Bu üç düşmana karşı; san’at, marifet, ittifak silâhıyla cihad edeceğiz.

Çağları aşan bu sözlerin sahibi olan Bediüzzaman hazretleri, manevi bir doktor misali memleketimizin bu üç hastalığını teşhis etmekle yetinmeyip, mezkûr hastalıklara ait tedavi çarelerini mündemiç çok te’sirli ilaçları da, bu gaddar ve hasta asrın biz aciz sakinlerinin istifadelerine sunmuştur.

Asrımızın veba ve hastalıklarına birer reçete mesabesindeki risale-i nurlardan istifade babında, akıl, ruh ve kalb aynasında hissemize düşen kısmıyla sizlerle bir parça hasbihal etmek suretiyle; üzerimize vacib olan hizmetimizde tekâsül etmemek, ahvalimizi dinlemek ve hacatımızla istişare etmekle “memleket mes’elesinin keyfiyetini” beraber mütalaa yapmak arzu ediyoruz.

Bütünüyle “Memleket meselesi” olarak ele alınmakla birlikte türlü vecihlerden muhasebesi yapılarak düşünülmeye ve dahi üzerinde bihakkın müzakere yapılarak çoklukla himmetimizi hasretmeye değer bir mevzudur “meslek lisesi”..

Mesleki eğitim veren okullar, gerçekten bütün bir memleketimizin hakiki bir meselesi olarak ka’le alınıp üzerinde muhtelif çalışmaların yapılması lazım gelirken, maalesef yeterli seviyede bu mevzuya hakkıyla sahiplenilemediğini müteessifane müşahade ediyoruz.

Hâlbuki “bir adamın kıymeti, himmeti nisbetindedir. Kimin himmeti milleti ise, o kimse tek başıyla küçük bir millettir. Kimin himmeti yalnız nefsi ise, o insan değil.” buyurmuştu zamanın sahibi üstad bediüzzaman..

Memleketimizin kabuk bağlamış, tedavisi de başka türlü mümkün olmayan mezkur üç büyük yarasına merhem sürecek olan bu üç büyük külli ilacın kullanım talimatlarını havi olmakla birlikte bizatihi tedavisi de yapılan yerin adıdır mesleki liseler..

Zaruret ismiyle müsemma olan ve maddi olarak belimizi bükerek muasır medeniyet seviyesinden aşağılarda bizleri hapseden müzmin “fakirlik” hastalığının ilacı hükmünde olmakla birlikte, bu düşmanımızla bizleri savaştırıp galib edecek “san’at” silahının üretim merkezidir meslek liseleri..

İnsanlığın ebedi düşmanı olup, bizleri ortaçağ karanlıklarına hapsetmekle birlikte medeniyet terakkilerinden geride bırakan bulaşıcı “cehalet” hastalığından, bütün insanları koyu fikir karanlığından kurtarmak için imdadımıza gönderilmiş kuvvetli ve müessir bir ilaç olan “marifet” silahının talimat yeridir mesleki okullar..

Yüzyıldır bütün bir milletimizi türlü parçalara ayırıp yutmakla birlikte türlü hastalıkların da bir nevi kaynağı hükmünde bir bataklık olan asrımızın diğer bir hastalığı “ihtilaf” yarasına merhem olacak devaları içerisinde barındıran “ittifak” ilacının hususi olarak istimal edildiği bir ailedir sanat okulları..

Mezkûr üç hastalıkla maddi ve manevi hasta olup, şimdiye kadar dünya mezarında yaşıyorduk, lakin çürüyorduk.

Fakat şimdi bu üç düşmanımıza karşı, malum üç silahı istimal etmek suretiyle yine ve yeniden neşv ü nema bulacağız inşâallah; asrın sahibi bediüzzamanca düşünerek..

“Yüz bu kadar sene geri kaldığımız mesafe-i terakkiden; bu vahşet-engiz sahra-yı kebiri kısa zamanda tayyetmekle beraber, milel-i mütemeddine ile omuz omuza müsabaka edeceğiz.

Zira onlar kâh öküz arabasına binmişler, yola gitmişler.

Biz birdenbire şimendifer ve balon gibi mebadiye bineceğiz, geçeceğiz.

Belki câmi’-i ahlâk-ı hasene olan hakikat-ı İslâmiyenin ve istidad-ı fıtrînin ve feyz-i imanın ve şiddet-i açlığın hazma verdiği teshil yardımıyla fersah fersah geçeceğiz.

Nasıl ki vaktiyle geçmiştik.”

Bütün bir millet olarak, memleketimizin maddi ve manevi istifadesine medar olacak mahsulatı yetiştiren bu güzide kurumlara sahip çıkma zamanıdır..

İstikbalimizin sahipleri olacak olan çocuklarımız ve gençlerimizi aklen, ruhen ve kalben perişan eden bu üç sâri illete merhem olup kökünden kurutacak, bu üç ilacın tedavi ve üretim merkezlerini çoğaltmakla birlikte keyfiyetini arttırmanın zamanı geldi de geçiyor..

Memleketin esas meselesinin mana ve ehemmiyetine binaen, mezkûr mukaddimeyle iktifa ederek “neler yapılabilir?” sualine cevab olacak bir parça muhasebe yapmakla birlikte madde madde nazar-ı mütalaanıza arz edelim şimdi de..

Mesleki okulların sayısını acilen çoğaltmak gerekiyor..

Maalesef ülkemizin mevcut nüfusuna ve sahip olduğu genç potansiyeline oranla, mesleki okulların çok yetersiz kaldığını görüyoruz.

Burada en büyük vebal ise; memleket insanına yabancı olmakla birlikte, insanımızın asli ihtiyaçlarını göremeyecek ve bu ihtiyaçlara kulak veremeyecek kadar kör ve sağır olmuş bir avuç şan, şöhret ve makam müptelası menfaatperest ve dahi kendilerini idare etmekten aciz bedbaht basiretsiz yerli idarecilerimizindir.

Bunlar Meslek liselerini gereksiz bir yük olarak görmeleri neticesinde, maalesef devletimizin türlü kaynaklarını başka lüzumsuz yerlerde harcamaktan dolayı da mesleki okulların sayıları hep yerinde sayıyor.

Söz gelimi memleketimiz de yeni yapılacak bir okulu; sırf dost-ahbab ilişkisine dayalı bir idarecilik anlayışından dolayı, birisini müdür yaparak memnun etmek için “normal Anadolu lisesi” yahut “ilköğretim okulu” statüsüne almak suretiyle, hizmetkârlık olması gereken vazife-i kudsiyelerini su-i istimal ederek sorumluluk alanlarındaki asıl vezaiflerini terk ederek; layık olmadıkları ve liyakatları olmadığı halde, birilerini memnun edip, bunlara makam dağıtma aracı haline getirmişlerdir makamlarını.

Evet, bu bahsettiğimiz ibretlik misaller, hayali bir kuruntu yahut su-i zan eseri bir iftira olmamakla birlikte hakikatin resmidir gören gözlere..

Devam edecek…

“Whatsapp” adabı

Gerçek hayatta olduğu gibi, yaşadığımız sanal âlemlerde de; ahval, etvar ve ef’alimizin bir nevi tercümanı olan paylaşım ve düşünce yazılarında; Hâkim isminin mazharı olan bir üstada talebe olmaya namzet olmak muktezasınca, hikmetle hareket etmeye mükellefiz.

Mezkûr mana dolayısıyla, sanal âlemde ki istikametimiz mucibince “whatsapp” gruplarında nazar-ı dikkate değer nurlu bazı irşad, ihtar, ikaz ve teşvikleri; hâsıl olan lüzum üzerine, bazı müşahedatlarımıza binaen affınıza sığınarak, nurun meslek ve meşrebine dair bazı düstur ve kaideleri; nazarı müsamaha ile dikkatinize arz ediyoruz:

  1. Nur Risalalerinde, Havarik-ı medeniyet namıyla tesmiye edilen ve İhsanat-ı İlahiye nev’inden olmakla birlikte hüsn-ü istimal etmek suretiyle şükrünü eda etmek adına; cemaatimizin her bir ferdini muhtelif efkâr, meslek ve meşreblerine bakılmaksızın himayesine alarak oluşturulacak whatsapp gruplarındaki birinci ve en ehemm makasıd; üstadımızın ifadesiyle “..fevkalâde sadakat ve sebat ve müfritane irtibat ve ihlas lâzımdır. Onda terakki etmeliyiz. Kastamonu Lahikası 89 manasının bir tezahürüne masadak olarak, Risale-i Nurun esasları olan kardeşlik, uhuvvet-i diniye, tesanüd ve teavün manalarının cemaatimiz ile uzaktan-yakından alakadar olan tüm fertleri arasında yerleştirilmesinde; vesilelik cihetinde bir müsbet araç olarak hüsn-ü istimal etmektir.

 

  1. “whatsapp” grupları; Değişen dünyevi hâdiseler ile geniş ve küllî mes’eleler ve şartlar altında isabetli hizmet-i Kur’aniyenin esaslarını ders veren bir meclis-i nuranîdir ki, Kur’an’ın şu münevver, mübarek şakirdleri, içinde birbiriyle manen müzakere ve müdavele-i efkâr ediyorlar.

 

  1. “whatsapp” grupları; manevi, yüksek bir medrese salonudur ki, Kur’an’ın şakirdleri onda her biri aldığı dersi arkadaşlarına söylüyor.

 

  1. “whatsapp” grupları; Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan’ın hazine-i kudsiyesinin sandukçaları olan risalelerin satıcı ve dellâllarına muhteşem ve müzeyyen bir dükkân ve bir menzildir. Her biri aldığı kıymetdar mücevheratı birbirine ve müşterilerine orada gösteriyor. Bu nurani menzili süslendirmek adına yapacağınız Nurlu paylaşımlarınıza bin Bârekâllah.

 

  1. Bu zamanın şartları ve îcabları karşısında tarz-ı hizmeti yine Kur’anın nuruyla göstererek hakîmane irşadın ve tevfik-i İlahiyeye muvafık hareketle isabetli hizmetin îfası gibi noktalardan; Risale-i Nur’un meslek ve meşrebine dair paylaşımların mümkün mertebe;
  • doğrudan Ayet, Hadis, Risale-i Nur gibi Kudsi kaynaklardan olması;
  • yahut Hatırat, Taziye, Önemli Duyurular(doğum, evlilik gibi) ve herkesi alakadar eden hususi olmayan Meşveret kararları gibi,
  • veyahut dolaylı olarak mezkur kaynaklardan nebean eden umuma hitap eden muhtelif tefekküratlar, hatırat, yorum vesaire olmasına; zaman ve zeminin hassasiyet ve ehemmiyeti gereği ziyadesiyle dikkat etmek icab ediyor.

Zira gerek dar dairede cemaatimiz fertleri arasında, gerekse de umum âlem de malum hadisatın lüzum ve ehemmiyetini tebarüz ettiren, hadisat-ı âlemin şiddetli imtihanları şahitlik göstermektedir.

 

  1. Bir veya birkaç kişiyi alakadar etmekle dar bir daire de hususiyet kesbeden ikili sohbetlerin; mümkün mertebe umuma hitap eden gruplarda yapılmaması ehemmiyetle istikametin icabıdır.

 

  1. Grup üyelerinin içtima-i hayattaki meşguliyetleri, sanal âlemde geçirdikleri zaman, hizmetteki keyfiyetleri ve grup üyelerinin çokluğunu da göz önünde bulundurmak suretiyle yapılacak paylaşımların;
  • safi zihinleri idlal etmeyecek derecede müsbet, veciz, umumiyetle herkese hitap eden, mukteza-i hale mutabık,
  • gece geç vakitlerde(23.00’den sonra) olmamasına,
  • ve günlük paylaşım sayısının kemmiyet ve keyfiyet noktasında- haddi vasat derecede olmasına mümkün mertebe riayet etmek; herkesin farz-ul ayn olan sorumluluklarındandır.

Burada önemli olan illa ki paylaşım yapmak ve her paylaşım veya yoruma cevap vermek değildir. Aksine bir nev-i sanal şahs-ı manevi suretindeki bu gruba dökülen paylaşımlardan istifade etmek daha güzeldir. Zira dinleyen, konuşandan daha çok istifade eder.

 

  1. Paylaşımlarda kullanılan dil ve Üsluba çok dikkat etmek gerekir. Bu noktada alacağımız ders noktasında, nümune olmak üzere birkaç düsturu üstadımıza kulak verip dinleyelim;
  • Risale-i Nur’un mesleği, nezihane ve nazikâne ve kavl-i leyyindir.
  • Medenîlere galebe çalmak ikna iledir, söz anlamayan vahşiler gibi icbar ile değildir. Biz muhabbet fedaileriyiz, husumete vaktimiz yoktur!…
  • Davasını ifade eden kazanır. Bunu için de Satır satır kitabi olun. Sadırdan değil, satırdan konuşmak gerekir.

 

  1. “whatsapp” gruplarında yapılacak son paylaşım zamanı umumen gece saat 23.00’tür. Bu saatten sonra, çok zaruri bir durum olmadığı sürece paylaşım yapmamak gerekir.

Sabah namazında paylaşım yapmak mübah ve müstesna bir durum olmakla birlikte, burada dahi vasat bir ahvalde olmak, istikametimiz icabıdır.

 

  1. Umum cemaati alakadar eden hadisat ile alakalı yapılmasını düşünüp fayda mülahaza ettiğiniz duyuru, şikâyet, ikaz ve ihtarların; mümkün mertebe grup yöneticilerinin nezaretinde yapılması, şüphesiz oluşabilecek lüzumsuz tartışma ve kırgınlıklara engel olacaktır.

 

  1. Gerçek hayatta olduğu gibi, sanal âlemlerde de, hususan buna uygun zeminlerden olan “whatsapp” gruplarında, mesail-i imaniyenin münakaşa suretinde bahsi caiz değildir.

Dakik mesail-i imaniyeyi, mizansız mücadele suretinde sanal olarak oluşturulmuş bir cemaatin içinde bahsetmek caiz değildir. Mizansız mücadele olduğundan, tiryak iken zehir olur. Diyenlere, dinleyenlere, şahitlik yapanlara zarardır. Belki böyle mesail-i imaniyenin itidal-i demle, insafla, bir müdavele-i efkâr suretinde ve hususi olarak bahsi caizdir.

 

  1. Meşrebler veya hissiyatların muhalefetinden dolayı; içimizdeki zayıf damarları görerek, kardeşler arasındaki tesanüdü sarsmak ve içimize en ufak bir bahaneyle mübayenet düşürmeye çalışan Nefis, şeytan ve kötü arkadaşların telkinatlarına karşı muazzez üstadımıza kulak verelim: Sakın! Çok dikkat ediniz, içinize bir mübayenet düşmesin. İnsan hatadan hâlî olamaz, fakat tövbe kapısı açıktır.

Nefis ve şeytan, sizi kardeşinize karşı itiraza ve haklı olarak tenkide sevkettiği vakit deyiniz ki: “Biz değil böyle cüz’î hukukumuzu, belki hayatımızı ve haysiyetimizi ve dünyevî saadetimizi, Risale-i Nur’un en kuvvetli rabıtası olan tesanüde feda etmeye mükellefiz. O bize kazandırdığı netice itibariyle dünyaya, enaniyete ait herşeyi feda etmek vazifemizdir.” deyip nefsinizi susturunuz!

Medar-ı niza’ bir mes’ele varsa, meşveret ediniz. Çok sıkı tutmayınız, herkes bir meşrebde olmaz. Müsamaha ile birbirine bakmak, şimdi elzemdir. Kastamonu L. 234

 

  1. Dünyevi meslek ve meşgalesinden dolayı; yapılan paylaşımların kemmiyet veyahut keyfiyetinden rahatsız olacak/olanların olması muhtemeldir.

Bu noktada gruptan çıkmak çare olmadığı gibi; islami ahlak ve muaşeret kaidelerine de ayrıca uygun düşmez. Zira maddi-manevi dâhil olduğumuz bir ortamda, eğer bir sorun veya sıkıntı söz konusu ise, bizlere düşen çözümün bir parçası olmaktır.

Aksine kaçmak ise sorunu derinleştireceği gibi, bizleri de sorunun bir parçası yapacaktır. Burada üstadımızın dediği gibi “Çaresi bulunan şeyde acze, çaresi bulunmayan şeyde cez’a iltica etmemek gerektir.” kaidesince bu sorunun çözümü için müsbet kanallar ile gayret göstermek ve yılmadan, öfkelenmeden, yorulmadan çalışmaktır.

Çözümün bir parçası olmak isteyenler için nümune olup hüsn-ü misal olmak üzere, sizlere tavsiyemiz; Grup bildirim ayarını sessize almak suretiyle, herkes istediği vakit yapılan paylaşımları okuyarak haberdar olup istifade edebilecektir.

 

  1. “whatsapp” gruplarına üyelik ve gruptan çıkmak meselesi:
  • Gruplara üye olmak veyahut birilerinin eklenmesini isterseniz; bu hususu grup yöneticilerine haber vermeniz yeterlidir. Bu durumda muvafakat olursa grup üyeliği yapılır. Uygun görülmediği durumlarda (meslek, meşreb, fikriyat, cemaatle uyum vb. hususiyetler dikkate alınır.) bu üyelik gerçekleştirilmez.
  • Gruba dâhil edilen üyeler; herhangi bir mazeret belirtmeksizin üyeliğini sonlandırabilir. Bunun yanısıra, grup yöneticileri de iktiza-i hale mutabık olmak kaydıyla, üyeleri gruptan çıkarabilir.

 

  1. Yapılan paylaşımların maliyeti:

Grup içerisinde yapılan “yazımsal” paylaşımlar; ne kadar çok ve uzun olursa olsun, teknik olarak telefonun hafızasına yok denecek derecede bir yük oluşturur.

“Görsel” dediğimiz resim ve fotoğraflı paylaşımlarda ise; teknik olarak telefonun hafızasına zamanla, hissettirir bir derece de bir yük oluşturacağı malumdur. Bundan dolayı da yapılabilecek iki şey var:

  • Vasat derece de resim ve fotoğraf paylaşmak.

Herkes kendi âleminde bunun muvazenesini kurmak suretiyle makul derece de resim ve foto paylaşımı yapabilir.

Ama bu yol kesin bir çözüm değildir. Zira herkesten aynı hassasiyeti beklememek gerekir. Bu noktada Üstadımıza kulak verelim: “Çok sıkı tutmayınız, herkes bir meşreb de olmaz. Müsamaha ile birbirine bakmak, şimdi elzemdir.”

  • Telefon belleğinden saklanmakta olan resim ve fotoğrafların silinmesi.

Bu şık daha eshel, kesin ve de mümkün olmakla birlikte, aşağıda tarif edildiği gibi herkes kendi hususi telefonundan arada bir olmak kaydıyla belleğin içinde kaydedilen foto ve resimleri silebilir.

Tarifi: “Tüm Dosyalar” ——-> “Whatsapp” klasörü

 

At İzi, İt İzine Karıştı..!

At İzi, İt İzine Karıştı..!

“Beni yaratan, elbet yolumu gösterir..” emr-i Rabbanisine imtisalen ve  “Ey akıl sahipleri..! Hiç düşünmez misiniz?” emr-i semavisine ittibaen bir parça tevekkül ederek, gönderdiği elçilere kulak vermek icab etmez mi..?

Üç-beş koyun için bir çobanın varlığına ve rehberliğine olan inancımız gereği her türlü külfete giren insanoğlu; “insan ipi boğazına sarılıp, istediği yerde otlamak için başıboş bırakılmış bir hayvan değildir.” ikaz ve ihtarını nedendir ki düşünmez bediüzzamanca..

 

Âdem aleyhisselamdan bugüne dek; iman ve küfür olmak üzere iki cereyan, ins ve cin âleminde bir an dahi duraksamadan birbirleriyle yapageldikleri maddi ve manevi mücahedelerle, iki yolun varlığını bilfiil isbat etmişlerdir..

Sağ ve sol olmak üzere iki yol; sağ yolun ve sol yolun yolcularına..

Her an ve her yerde vücuda gelen iki yol, şu misafirhane-i dünyanın sakinlerine..

 

Peki ne yapmalıydı..

Nasıl yapmalıydı; hayat-ı dünyeviyenin son nefese dek bitmek bilmeyen imtihanlarının yol ayrımında duran insanoğlu..

Neden.. Niçin.. Nasıl.. bir sürü soru..

Akıl nimetine, zaten sırf “düşünmek” için mazhar kılınmamış mıydı insanlık..

Sahi insanoğlunu, Rabbimiz kutsal kitabımızda defaatle “hiç düşünmez misiniz?” hitabına mazhar etmemiş miydi..?

Madem hakikat budur..

Buyurun hep beraber inancımıza tuzak kuran soru ve sorunlarımıza cevaplar aramaya..

Yahut “aklını başından çıkar at.. hayvan ol kurtul” hitabına mazhar olacaksınız..

İşte yine önünüze açılmış iki yol..

İstediğinizi intihab etmekte serbestsiniz..

 

Evvel zaman için de İmam Şafii’ye sormuşlar dı; “Fitne zamanı hakkı tutanı nasıl anlarız?”

“Düşman okunu takip edin, o sizi Hak ehline götürür.” demişti o büyük müçtehid..

İşte bizde İmam Şafii misali düşman oklarını takip ederek, hakk yolunun yolcularını tanıyıp onlarla arkadaş olmak üzere başlıyoruz..

At izi ile it izini tanımak, bilmek ve görmek isteyenlerle beraber..

Gazamız mübarek ola..

 

Evvela..

Kurtların kuzu postuna büründüğü münafıklar asrının son müceddid-i a’zamı Bediüzzaman hazretlerinin, kur’andan iktibas suretinde risale-i nurlar eliyle bizlere hediye olarak getirdiği “iman gözlüğünü takmak” zarureti hasıl olmuştur..

Fasık ve günahkâr mimsiz medeniyetin, ahirzaman sakinleri olan bizlerin gözlerimize taktığı siyah ve yalancı gözlüklerini kırmanın zaman ve zemini gelmiştir..

Zira her bir insanın şu hakikî âlemden kendisine mahsus hayalî bir âlemi olduğu gibi, herkes kendi meşrebine yahut kendi âyinesinin rengine göre bakar hadisat-ı dünyeviyeye..

Merhametsiz siyah bir kalb; kâinatı ağlar, çirkin, zulüm ve zulümat suretinde görür.

Fakat iman gözüyle baksa; yetmiş güzel hulleleri giymiş bir cennet hurisi gibi, rahmetler ve hayırlar ve hikmetlerden dikilmiş yetmiş binler güzel libasları birbiri üstüne giymiş, daima güler, rahmetle tebessüm eder bir surette müşahede eder.

Evet, herkes âyinesinin müşahedatına tâbi’dir.

Bu âlemin keyfiyeti, o adamın kalbine ve ameline tâbi’dir.

Nasılki âyineniz de görünen muhteşem bir saray, âyinenin rengine bakar.

Siyah ise, siyah görünür. Kırmızı ise, kırmızı görünür.

Hem onun keyfiyetine bakar.

O âyine şişesi düzgün ise, sarayı güzel gösterir.

Düzgün değil ise, çirkin gösterir.

En nazik şeyleri kaba gösterdiği misillü; sen kalbinle, aklınla, amelinle, gönlünle, kendi âleminin şeklini değiştirirsin. Ya aleyhinde, ya lehinde şehadet ettirebilirsin.

 

Demek bu ahirzamanın dehşetli iman ve küfür mücadeleleri için de bizlere lazım olan en ehemmiyetli şey, satır satır kitabi olmak..

Hakiki bir insan olmanın gereği olarak Kur’an, hadis ve risale-i nurları Okuyacağız ki; sap ile samanı, at izi ile it izini yahut dost ile düşmanı  birbirinden ayırt edebilmeyi sağlayacak, maddi ve manevi bir feraset ile imani bir gözlüğü takmakla günümüz hadiselerine bakmayı nasib etsin yaradan..

 

Sonra..

“Bana göre, sana göre, falancaya göre..” gibi boş yorum ve muhabbetlerle hal olacak hiç bir şey yok..

Bu böyle biline..

Kendimizi kandırmayalım..

Rabbimizin gönderdiği elçilerin, beşerin her iki cihan saadetine kavuşturmak üzere açtıkları yollarda ayak izlerini takip etmek gerekmez mi; akıl ve mantıktan dem vuran beyinsizlere…

Kur’an ve sünnet yolunun yolcusu ve müşterisi olmak gerek; her şeyden evvel..

Rabbimiz, gönderdiği elçilerine itaat edilmesi gerektiğine binaen şöyle buyurmuştu;  “Sizden hiçbir karşılık beklemeyen ve kendileri doğru yolda olan bu kimselere uyun!”

 

Peki kimdir bu elçiler..

124 bin peygamber..

124 milyon evliya..

124 milyar asfiya..

Yetmez mi acaba, ahirzamanın yorulmaz ve tok olmaz yolcularına..

 

O halde bırakın elçiler konuşsun..

Gelin hep beraber bu şaşmaz ve şaşırtmaz doğru elçilere kulak verelim..

Üç-beş koyun için bir çoban vazifelendiren insanoğlu, 6-7 milyar insanın çobansız bırakıldığı yahut bırakılacağına ihtimal verebilir mi?.

“Kim doğru yola gelirse ancak kendi lehine yola gelmiş ve kim de saparsa ancak kendi aleyhine sapmıştır. Kimse kimsenin günahını çekmez. Biz peygamber göndermedikçe kimseye azab etmeyiz.” diye buyuran yüce Rabbimiz, bizleri çobansız bırakmayacağını vaad ettiği halde..

Hem de son elçisi ve ümmeti olmakla şerefyab olduğumuz efendimizin (s.a.v) kendisinden sonra; “Her yüz senede, Cenâb-ı Hak bir müceddid-i din gönderecek” diye müjdelediği hadis-i şerifleri, en çıplak haliyle ortada duruyorken gören gözlere..

 

Ahirzamanın dehşetli eşhaslarından olmakla birlikte, “fitne ve şerlerinden kendinizi muhafaza ediniz” emr-i nebevisine rağmen; gelecek (gelen) deccal ve süfyanları tanımak ve bilmekle, ebedi hayatın bileti olan imanımızı muhafaza etmeyi farz bir vazife bilmek gerekmez mi..?

Diğer taraftan ahirzamanın dehşetli fitneleri içinde maddi/manevi sarhoş olmuş sakinlerini kurtarmak üzere, bizlerin imdadına gönderilmiş olan hazreti isa (a.s) ve hazreti mehdiyi (r.a) tanımak ve tabi olmakla, açtıkları nurlu yolun yolcusu ve müşterisi olmak gerekmez mi..?

Buyurun hep beraber, mezkûr eşhasları tanımak, bilmek ve böylece hakkıyla “imanlı bir kul ve abd” olmak için kur’an, sünnet ve risale-i nurlara ciddi bir nazar edip, müşteri olmakla muhatap olalım..

Nereye kadar; “bilmiyorum, inanmıyorum, lazım değil, vaktim yok, neme lazım, beni ilgilendirmiyor..” gibi dünya ve ahirette bizleri mes’ul ve mükellef edecek mazeret ve safsatalarla kendimizi kandıracağız..

Hem ne zamana kadar Rabbimizin, “Eğer bilmiyorsanız, bilenlere sorun.” emr-i ilahisinden bihaber yaşayacağız; akıldan istifa etmiş iki ayaklı hayvanlar misali…

Ve illaki, “asrın imamını tanımadan ölen, cehalet üzeredir” hadisine masadak bedbaht nasipsizler olacaksınız..

 

Son olarak..

Yine evvel zaman içinde Mevlânâ Hazretleri, Hakk’a ulaşmak istediğini söyleyen birisine, “Bâtılı bırak!” buyurmuştu.

Bunun üzerine, “Pekala, bâtıldan nasıl kurtulmalı?” sorusuna ise, “Hakk’ı tutarak” şeklinde hikmetli bir cevab vermişti..

İşte, hak ve batılın, iman ve küfürün adem aleyhisselam zamanından günümüze dek devam edegilen mücadelesinde hangi saf yahut tarafta durulması gerektiğine binaen, asırlar ötesinden bizlere ders ve ibret olup yol gösteren mevlanaca düşünme zamanıdır..

Zira hak ve batılın ortası yoktur; iman ve küfrün ortasının olmadığı gibi..

“tarafsızım, objektif bakıyorum..” gibi nefis ve şeytanın yalan, hezeyan ve safsatalarını bir tarafa bırakmak gerekiyor; akil insanlarca..

Zira bitarafane muhakeme, tarafı muhali iltizamdır..

O halde batıl ve küfrün her nev’ine mukabil; hakk ve hakikatın tarafında, safları sıklaştırmak gerekmez mi..?

 

Mehdiyetin kurmuş olduğu nurani ve kur’ani sofralara icabet etmeyen; deccal ve süfyanların cehennemvari fitne ve şerli damına düşecektir..

Süfyaniyetin sofrasından beslenen birisi de; din, iman ve islamiyetinden emin olmasın..

Kıldığı namazlar, tuttuğu oruçlar yahut yaptığı hayırlara güvenmesin..

Zira Rabbimizin, Yazıklar olsun o namaz kılanlara ki, Onlar namazlarını ciddiye almazlar..” şiddetli emr-i ilahisini hatırlasın ve titresin..

 

Süfyaniyetin şerrinden emin olmak isteyenler; mehdiyetin nurani sofralarına dahil olup müşteri olmak zorundadır..

Zira kişi sevdiği, beraber düşüp kalktıklarıyla beraber olacaktır ahirette..

 

Hem “iman” ve “İslamiyet” bir bütün yaşandıkça, insanların ebedi kurtuluşuna ancak vesile olabilir..

Bu yüzdendir ki; günümüzde mehdiyetin, kur’ani, imani ve nurlu sofraları, memleketimizin her köşesinde arz-ı endam edip nasibli müşterilerini bekliyor..

Mehdiyet sofralarının kurulduğu yerlere ise “Medrese-i Nuriye” denmektedir, bediüzzamanca..

Medrese-i Nuriyeler de; Kur’an-ı Kerimin bu asırdaki insanların anlayışına uygun, en kuvvetli manevi bir tefsiri olmakla birlikte insanların maddi ve manevi saadetini temin eden mehdiyetin bir nevi plan ve programı olan  “risale-i nur” okunmaktadır..

Buyurun hep beraber risale-i nur okumaya..

 

Elhasıl..

Demek ki neymiş; at izi, it izine karış(ma)mış..!

Buraya kadar, “at izi, it izine karışmasın..” diye bir parça anlatmakla uyarıp çalıştığımız günümüz gerçekleriyle yüzleşmek zaman ve zemini geldi de geçiyor..

Aklını kullanmayanlar misali meydana çıkıp, “at izi, it izine karıştı” demeyin..

At izi de belli.. İt izi de bellidir; akil olanlara..

Mehdi de belli, süfyan da; manen kör olmamış gören gözlere..

Sağ yol da belli, sol yol da; bahtiyar mü’minlere ve bedbaht isyankârlara…

Paranın da, imanın da kim de olduğu çoktan belli olmuştur..!

Duymayanlara yahut duymak istemeyenlere duyurulur..!

 

Buyurun işte size mükemmel tesirli bir ilaç..

Satır satır kitabi olun..

Rabbimizin gönderdiği elçilere kulak verin..

Asrın imamının ayak izlerini takip edin..

Ve netice de hakk yolunda her daim ayaklarınız sabit olmakla istikamet üzere olmak için, mehdiyetin kurulduğu sofralara mutlaka müşteri olup aklen, ruhen ve kalben istifade ediniz..

Ahirzaman sakinlerine, medar-ı teselli ve sabır ve tahammül için yazdırılan risale-i nur külliyatını dikkatle ve tekrarla okuyunuz.

Risalet-ün Nur ve Mektubat-ün Nur’un her bir satırında, bir kitabın tesirini bulamazsanız, bana ne derseniz deyiniz, kabul ediyorum.

Tekrar çok tavsiye ediyorum, okuyun, okuyun.

Okudukça, risaleler feyzâver nurları saçıyorlar.

Okudukça iştiyaka getiriyorlar, usanç vermiyorlar.

Başka kitabları bir-iki defa okusan, insana usanç veriyor.

Hâlbuki risaleler öyle değil, okudukça başka başka iman halleri telkin ediyorlar.

Ta ki tahkiki imanı elde edip, imanla kabre girinceye dek..

 

Yaşasın sıdk!

Ölsün yeis!

Muhabbet devam etsin!.

Şûra kuvvet bulsun!.

Bütün levm ve itab ve nefret, heva hevese tâbi olanlara olsun.

Selâm ve selâmet Hüda’ya tâbi olanların üstüne olsun.

Âmîn…

Hasan Tayfur
nurdanhaber.com