Muhammed Numan tarafından yazılmış tüm yazılar

Ehl-i Sünnet müslüman ve pürmerak Risale-i Nur Talebesi instagram sayfası: risaleinurdan.vecizeler

RİSALE-İ NUR HİZMETİNİN GAYESİ NEDİR

RİSALE-İ NUR HİZMETİNİN GAYESİ NEDİR

 

İnsan, bazen hedef sapması yaşayabilir veya idealini kaybedebilir. Bu sebeple asla ve kat’a şaşırmaması için daima esasatlarını, düsturlarını kontrol etmelidir. Bu kaidelerden uzaklaşıyor mu yoksa bağlı olarak mı devam ediyor murakabesini yapmalı. 

Tüm İslami hizmetlerde ve amellerde ve niyetlerimizde en temel esas Allah’ın rızası ve ihlas olmalıdır. Tüm hayatımızda bu sağlanamazsa insanın manevi dengesi sarsılır.  

Sonuç olarak ulvî bir menba-ı kuvvet olan ittifakı kaybedip, [insanda] ihlas da kırılır ve vazife-i uhreviye de zedelenir. Kolayca rıza-yı İlahî[yi] de [abd] elde edilmez.”[1]

“Ubudiyet, emr-i İlahîye ve rıza-yı İlahîye bakar.”[2]

“hüner, rıza-yı İlahîyi kazanmakladır.”[3]

“ihlası esas tut ve yalnız rıza-yı İlahîyi düşün.”[4]

Medar-ı necat ve halas, yalnız ihlastır. İhlası kazanmak çok mühimdir. Bir zerre ihlaslı amel, batmanlarla hâlis olmayana müreccahtır. İhlası kazandıran harekâtındaki sebebi, sırf bir emr-i İlahî ve neticesi rıza-yı İlahî olduğunu düşünmeli ve vazife-i İlahiyeye karışmamalı.”[5]

Okunan dersler, yapılan mütalaalar istisnasız olarak hepsi bu manalara müteveccihtir. Zaten okunan ve talim edilen şeyler insanı ihlasa, mahviyete götürmüyorsa “Niyet, nazar, mana-i ismi ve harfi” gözden geçirilmelidir. Netice tesanüte, ittihada, ittifaka çıkmıyorsa şayet işler çok vahimdir. Derslerimizde de bu manalar herbir latifemizin burcunda birer sancak olarak sallanmalıdır. Çünkü bunlar heva ve hevese bakan değil bizzat murad-ı ilahi ve Rasulîdir. 

İnsan, katıldığı derslerle, günlük olarak okuduklarıyla manevi olarak şarj olur ve itikad ve amelini daha güzel ve sağlam olarak yapmaya kendinde bir azim hisseder. Bu manada bir araya gelenler birbirine sirayet eder. Sirayet şu anda kâinatta cari olan en kuvvetli ve yaygın olan bir iletişim biçimidir desek haddimizi aşmış olacağımı zannetmiyorum. 

Derslerimiz ilmî ve imanî mevzuların müzakere ve mütalâa sahasıdır. Orada bilen konuşur, konuşan dinlenir; bilmeyen sorar ve bilmediğini öğrenir bu suretle insanın tekemmülatı devam eder. Bir nevi işbaşı eğitimi diyebiliriz buna. Ama illa bilenin okuduğu bir ortam değildir ders rahleleri. Bazen beraber okunur istifade edilir. Bir de illa okunacak ve izah edilecek değildir illa. Çünkü bu izah meselesi bir nevi ilhamdır.

Tüm islami hizmetlerin gayesinin de inkılab-ı İlahî, marziyat-ı Rabbaniyeyi ve ahkâm-ı İlahiyeyi anlamak..”[6] şeklindedir. 

“Bu itibarla, o zamanlarda bütün fikirler, kalbler, ruhlar marziyat-ı İlahiyeyi bilmek ve öğrenmeğe müteveccih.. Bunun için, istidad ve iktidarı olanlar o zamanlarda vukua gelen bütün ahval ve vukuat ve muhaverattan ders almakla, içtihadlara zemin teşkil eden yüksek istidadlar vücuda..”[7] getirebilir. 

 

Hülâsa: Risale-i Nur, Kur’an’ın bu asırda en yüksek ve en kudsî bir tefsiridir. Hakikatleri semavîdir, Kur’anî’dir. O halde Kur’an okundukça o da okunacaktır. Risale-i Nur, mücevherat-ı Kur’aniye hakikatlerinin sergisidir, pazarıdır. Bu ulvi pazarda herkes istediği gibi ticaret yapar. Uhrevî, manevî zenginliklere mazhariyeti temin eder.

   Bu kadar maruzatımızla ifade etmek istedim ki:

Maksadımız; imanımızı kurtarmaktır, imana hizmettir, Kur’an’a hizmettir.”[8]

 

Selam ve dua ile 

Muhammed Numan ÖZEL

[1] Lem’alar (153)
[2] Lem’alar (131)
[3] Lem’alar (152)
[4] Lem’alar (152)
[5] Lem’alar (133)
[6] Sözler (491)
[7] Mesnevi-i Nuriye (91)

[8] İşârât-ül İ’caz (308)

 

www.NurNet.org

SAYFALAR ÇEVİRMEK KÜLLİYATLAR DEVİRMEK Mİ.. 

SAYFALAR ÇEVİRMEK KÜLLİYATLAR DEVİRMEK Mİ.. 

 

Risale-i Nur Külliyatını okumak bir disiplindir. Eser okurken bazı şeyler bizim elimizdedir. Hızlı okuyabilir ve saatte 15-20 sayfa okuyabiliriz biraz daha yavaş okursak 5 sayfaya kadar düşebilir sayfa sayımız.

Fazla sayfa okumak daha fazla istifade gibi görülebilir ilk bakışta. Ne kadar çok sayfa okursam, sayfa çevirirsem o kadar istifade edeceğini düşünmek bir düşünme hatasıdır. Okumayı ve istifade edebilmeyi tek bir formül, tarz, metod, usule bağlanamaz çünkü eğitim, kültür, zekâ, mizaç farklılıkları söz konusudur.

Mesela işitsel bir zihin için sadece okumak, görsel bir zihin için okuyup yorumlamak, dokunsan bir zihin için de şekiller ve temsillerle akla yaklaştırmak gerekir.

İstifadeye sebep olan en önemli kriter insanın kitapla hem hal olduğu süredir. Çevrilen sayfa sayısı değildir.

“Kemmiyetin, keyfiyete nisbeten ehemmiyeti yok. Asıl ekseriyet, keyfiyete bakar.”[1]

Bu hakikate işaret etmektedir. Kendimi misal olarak alayım. Bazen saatte 30 sayfa okurum, bazen 20, bazen de saate en fazla 5 sayfa okurum.

Okuma hızı ile metnin derinliğini kavrama birbirinin aleyhinedir. Hız yükseldikçe kavrama sathîlleşir. Araba olarak düşünürsek hız, direksiyon hakimiyeti ve dikkatte odaklanmayı azaltır.

Risale-i Nur gibi çok geniş ve derin manaları ihtiva eden bir eseri, güya “çok okumuş” olabilmek, külliyatlar devirip, sayfalar çevirmek için hızlı okumaya kalkmak, ülfet ettiği ve öğrendiği zahirî manalarla yetinmek ve sathî kalmaktır ki, bu da gaflete sebep olacaktır. Sayfalar çeviren külliyatlar deviren bir çok kimsenin gaflete dalması ülfetle hemhal olmasının sebebi de budur.

Diğer ve en ehemmiyetli şey nedir dersek şayet hemen akıllarda İhlas, Takva, Sadakat, küliyatın düsturlarına bağlılık olarak ampuller yanacaktır.

Külliyatı okumakta bir de niyet çok önemlidir. Bir şey olmak için okunmamalıdır. İlim ALLAH rızası için tahsil edilmeye çalışılır. Sadece kuru okumakla ilim tahsil edilmez sadece kitap kıraat edilir ki, kıraat de malumata ve sayfalar çevirmeye sebep olur.

Ruhani şifa niyetiyle okumak, uhuvvet ve tesanüd sayesinde veliyy-i kâmil hükmündeki şahs-ı mânevîye kuvvet vermek gibi şeyler de niyetimizde olmalıdır.

Bu gibi esbaba riayet, feyiz alabilmenin ve istifade edebilmenin asıl manevî sebepleridir.

Burada maksadım ne Risale-i Nurlar gazete gibi okusun ne de zikir çeker gibi veya evrad okur gibi okunsun! Amacım tahkikle ve istifadeye sebep olacak verimli okumalar yapmaktır.

Risale-i Nur, ilim içinde imandır ve marifettir. Marifetullah dersleridir.

İşte bu açıdan, notlar alarak ve bazı kısımları yazarak çalışmak ehemmiyetlidir.

“Risale-i Nur’u yazmanın” beş uhrevî faydasından dördüncüsü olan “kalemle ilmi tahsil etmek”[2] maddesi halen de yürürlüktedir.

Malûmdur ki, Rabbimizin birinci emri “Oku!” olmuştur. Devamında aynı emri tekrar etmiş, ama “Alleme bi’l-kalem”[3] kaydını koyarakokumakla yetinilmemesi gerektiğine “ilmin kalemle tahsil edilebileceğine” dikkati çekmiştir.

Hakkı Efendi (rh) hakkında: “Vazifedarane kalemi her gün istimal etmeyenler… hususî isimleriyle has şakirtler dairesi(nden) isimleri muvakkaten tayyedildi”[4] denilerek, yazarak çalışmanın “has talebe” statüsüne yükselten ve bizzat ismiyle duâya mazhar eden bir fazilet olduğu hissettirilmiştir.

Risale-i Nur Külliyatı ile tahkik ederek meşgul olmak has talebeler dairesine giremeye de sebeptir. Çünkü yazarak ve notlar alarak okumak ve nurlara çalışmak, hiç şüphesiz daha etkili, daha kalıcı ve “talebelik ciddiyetine” daha çok yaraşır.

Külliyatı birkaç defa okuyanların artık düz okumak yerine doğrudan kendi dert- lerine, yani zihnî ve hissî hastalıklarına deva olarak buldukları cümleleri yazmaları ve not almaları, bu şekilde kendilerine hususî hizipler, derlemeler, toplamalar (ajanda) yapmaları fevkalâde faydalıdır.

Çünkü herkesin ihtiyacı, her meseleye aynı şiddette olmaz. Hem bir kez yazmak, üç defa okumaktan evlâdır. Dolayısıyla kalem “talebenin” altıncı parmağı olmalıdır.

Yazma işlemini talebeliğin birinci şartı gibi görenlerin ifratına mukabil, onlara benzeriz korkusuyla kalemi büsbütün bırakmak da tefrit olsa gerektir. “Okuyucu” veya “Yazıcı” gibi isimlendirmelerin lâfzî tanımına takılıp kalmamak gerekir. Belki hem okur, hem de yazar olmak daha iyidir. Göz gibi eli de sevaba sokmak günah değildir!

Zaten asıl talebelik ve yazmak “hayatımız bir kalem, onunla sahife-i a’mâlimize geçecek” şekilde o hakikatleri yaşamaktır. Yazmak da artık neşir için değil, iyice kavramak, hatırda tutmak ve yaşamak içindir.

Bir nur talebesinin maneviyatı kalem ve kitapla ayakta durabilir ancak. Okuruz ve dimağ ve not defterimize yazarız. Bu şekilde gaflet, lakaytlık, ülfet belalarından korunur ve kurtuluruz.

“Cenab-ı Hak bizi ve sizi, bu zamanın cazibedar fitnesinden kurtarsın ve muhafaza eylesin, âmîn…”[5]

 

Selam ve dua ile

Muhammmed Numan ÖZEL

[1] Mektubat ( 44 )
[2] Lemalar (167)
[3] Alak 96/1-5.
[4] Barla Lahikası (372)
[5] Sözler ( 147 )

Çare-i Necat/ Kurtuluş

Çare-i Necat/ Kurtuluş

İnsan ve insanlık sürekli olarak üretim ve tüketim noktaları arasında gidip gelmektedir. Kendi gelişimini, potansiyelini arttırması için müstehlik/tüketici olmaktan kurtulup müstahsil/üretici konuma gelmesiyle mümkündür.

Üretici olmayı sadece çiftçiliğe indirgemek de zihinsel bir prangadır. Üretici herkese çiftçi/rençber denecek olursa herkes bir rençber olmalı. Ama gıda ürünleri ama bilimsel ama fikir…

Ülkemiz kadim bir medeniyetin merkezidir. Bu birikim ve var olan müstakbel beyinler görsel kültürün bombardımanı altında maalesef. Sosyal mecralar körpe dimağların gelişmesine mani olmaktadır.

İslamiyet bizlerin mayası ve hamurudur. Bizlerin ayakta kalması ancak ve ancak İslamiyetle mümkündür. İslamiyeti bu toplumdan çekerseniz, ateist olan Avrupa kültürünün benimsenmesi bizim mayamız ve hamurumuzla uyumlu değildir ve entegre edilmesi de söz konusu değildir.

“Hem tarih şahiddir ki: Ehl-i İslâm ne vakit dinine tam temessük etmiş ise, o zamana nisbeten terakki etmiş. Ne vakit salabeti terketmişse, tedenni etmiş. Hristiyanlık ise, bilakistir. Bu da, mühim bir fark-ı esasîden neş’et etmiş.”[1]

Modernite ve teknolojiye kimse karşı çıkamaz. “Bunu gâvurlar icat etti kullanmayalım” gibi sözlerin de mahiyet-i harbiyesi hiç yoktur. Teknolojik gelişmeler toplumların ortak malıdır. Kimsenin patentli malı değildir.

Alimlerimizin, hocalarımızın taassuptan azade olarak terütaze olan İslamiyet’i içtimai hayatın her sahasında anlatarak İslami bir toplum inşa edilmeli ve mayamız, hamurumuz bu şekilde muhafaza edilmelidir. Mayasını bozan toplumlar pagan anlayışlarının tabağına düşerek onların mezesi olmaktan kendini kurtaramaz. Bakın Avrupa’ya sözüm ona Hıristiyan devletleri ama mayasını koruyamadığı için tekrar pagan olmuş ve ateist bir yapıya inkılab etmiştir.

Bugün Avrupa’da toplumsal kültür korunmadığı için toplumun her şeyinden kırmızı alarmlar yanmakta. Evlikler, iş hayatı, çocuk terbiyesi… Hani kovboy filmleri vardı bir zamanlar, her Pazar TRT’de yayınlanırdı. İşte onun gibi bir hal.

Bizler ki elhamdülillah Müslümanız ve bu kadim medeniyetin bir evladıyız. Mayamız, hamurumuz İslamiyetle mezcolmuş/birleşmiş. Bizlerin ruhu İslamiyettir. Ruhumuzu aldıktan sonra bizlerden geriye kalan da Avrupa’nın başına gelen pagan bir yaşantı olur. Ve toplumumuzdan, vicdan, merhamet, şefkat, diğerkamlık, değerkamlık çekilmeye başlar ve “güçlü zayıfı ezer, büyük balık küçüğü yutar” şekline evrilir. Zulümler ortaya çıkar her alanda.

Her yerden “zalimlerin gürültüleri, mazlumların ağlayışları”[2] işitilir.

“Ben tok olayım, başkası açlıktan ölse bana ne”, “Sen çalış, ben yiyeyim”[3] anlayışı da göndere çekilen bayrak gibi olur.

Toplumu irşad edecek kimseler binaların kolonları gibidir. Onlara olan hürmet ve muhabbetin kırılmasına en az bir asırdır beynelmilel komiteler çabalamakta. Biliyorlar ki bu kolonlar yıkılırsa bina çökecektir. Toplumu çökertmek için irşad ve tebliğ hizmeti yapan şahıs ve STK’lara insafsızcasına saldırlar oluyor. Bunun neticesinde sokaklarımız ahlak erozyonuna uğramaya başlıyor. Nesiller arası kopukluk, kuşak çatışmaları da kaçınılmaz. Mesela dünyada yaşanan zulümlerde yeni nesiller, “bizim ülkemizde yaşanmıyor” diyerek diğerkamlık göstermemekte. Çünkü İslam kültürüyle değil pagan kültürüyle, ateist bir anlayışla büyüdüler.

Milli ve manevi değerlerimizi anlatmalı, korunması için de elimizden gelenin fazlasını yapmakla mükellefiz. Aksi taktirde toplum olarak bunun bedelini çok ağır öderiz.

Ne mutlu nefsini ve neslini ıslah edene.

Selam ve dua ile..

Muhammed Numan ÖZEL

[1] Mektubat (438)
[2]Lem’alar (116)
[3] Sözler (409)

Kaynak: RisaleHaber

Lakaytlık ve Gaflete Sebep Olan Şeyler!

Lakaytlık ve Gaflete Sebep Olan Şeyler!

Lakaytlık, bilerek ve sürekli ihmal etmek demek. Gaflet ise, daha çok anlık olarak ihmal etmek demek.

Gaflet artarsa şayet bu lakaytlığa inkılab etmektedir. Dikkatsizlik, düşünmeden hareket etmek veya şuur/farkındalık eksikliği gibi anlamlara gelir. Gaflet, bir şeyi ihmal etmektir. Gafletin artması bir çok farklı manalara gelen şeylere sebeptir.

İslami hizmetlerle meşgul olan ve bir ideali, davası, gaye-i hayali olan insanların gafletle hareket etmesi hem şahsi hem de toplumsal/içtimai hayatta çok feci şeyleri getirir. Bir şoför gafletle direksiyonda uyusa araçtaki herkes risk altına girer. Ama bir şahs-ı manevinin içinde bulunanlar o şahs-ı manevinin mümessili olur. Bu sebeple kendisi istese de istemese de üzerine bu misyon ve vizyon yüklenmiş olur. Bu sebeple her şeyinde azami derecede dikkatli olmalıdır.

“Öyle ise dostlar müteyakkız davranmalı, tâ dostların lâkaydlıklarından ve gafletlerinden, zındıka taraftarları istifade etmesinler.”[1]

Bazı şartlar insana olumsuz olarak tesir edip yoldan çıkartabilir. Bunlara dair küliyattan tadad edelim.

Açlık ve derd-i maişet belasından ehl-i dalalet istifade edip, Risale-i Nur’un fakir şakirdlerinin aleyhine istimal etmek ihtimali var.”[2]

“Sakın, dikkat ediniz! İhtilaf-ı meşrebinizden ve zaîf damarlarınızdan ve derd-i maişet zaruretinizden ehl-i dalalet istifade edip, birbirinizi tenkid ettirmeye meydan vermeyiniz.”[3]

Derd-i maişet sersemliğiyle, ekser halk âhiret işlerine ikinci derecede bakmalarından, ehl-i dalalet istifade edip onları avlıyorlar. Risale-i Nur şakirdleri kanaat ve iktisad düsturlarıyla bu manevî hastalığa da mukabele ederler, inşâallah.”[4]

“Her tarafta bu derd-i maişet herkesi sarsıyor. Ehl-i dalalet bundan istifade eder. Ehl-i diyanet de kendini mazur bilir, “Zarurettir, ne yapalım?” der.”[5]

Hırs ve tama’ ve lisan-ı hal ile istemek olmamalı. Yoksa ehl-i dalalet ki, hırs ve tama’ yolunda dinini feda etmiş. Onlar nazarında kıyas-ı binnefs cihetiyle, “Risale-i Nur’un bir kısım şakirdleri dahi, dinini dünyaya âlet ediyorlar” diye çirkin bir ittiham ile taarruzlarına meydan açar.”[6]

“Bu zamanda zındıka ve ehl-i dalalet ihtilaftan istifade edip, ehl-i imanı şaşırtıp ve şeairi bozarak, Kur’an ve iman aleyhinde kuvvetli cereyanları var.”[7]

“Gizli düşmanlarımız olan ehl-i dalalet ve sefahet, ehemmiyetsiz bazı hâdiselerle Nur talebelerine telaş vermeğe ve habbeyi kubbe yapıp sarsıntı veriyorlar.”[8]

“Ehl-i dalalet ve ehl-i gaflet ülfet, âdet, kanunluk, yeknesaklık perdesi ile saklayıp; âdi bir isim takıp, muvakkat kendilerini aldatıyorlar.”[9]

“Ehl-i dalalet ibtal-i his nev’inden gaflet sarhoşluğuyla muvakkaten hissetmez!”[10]

“Ey bedbaht ehl-i dalalet ve gaflet! “Gayr-ı meşru bir muhabbetin neticesi, merhametsiz azab çekmektir.”[11]

“Fırtınalı zamanın hissi ibtal eden ve beşerin nazarını âfâka dağıtan ve boğan cereyanlar, ibtal-i his nev’inden bir sersemlik vermiş ki; ehl-i dalalet manevî azabını muvakkaten tam hissedemiyor. Ehl-i hidayete dahi gaflet basıyor, hakikî lezzetini takdir edemiyor.”[12]

“Evet şu elîm elemi ve dehşetli manevî azabı hissetmemek için, ehl-i dalalet ibtal-i his nev’inden gaflet sarhoşluğu ile muvakkaten hissetmez. Fakat hissedeceği zaman yani kabre yakın olduğu vakit birden hisseder.”[13]

“Ehl-i dalalet ve sefahet yüzbin lezzeti ve zevki alsa da, yine o manevî bir cehennem kalbinde yaşar ve yakar. Fakat pek kalın gaflet sersemliği muvakkaten hissettirmez”[14]

“Ekall-i kalil olan ehl-i dalalet ve tuğyan; safdil tarafdar ile ekseriyet teşkil ederek, ekseriyetin hatasına terettüb eden musibet-i âmmenin devamına ve idamesine belki teşdidine kader-i İlahiyeye fetva verirler; biz buna müstehakız derler.”[15]

Bütün bu sebepler ve daha fazlası insanlarda lakaytlık, yeis gibi manaları netice vermektedir.

Ehl-i dalaletin, Ehl-i diyaneti aldatma taktikleri nelerdir? şeklinde akla kapı açılırsa kısaca şunları sıralayabiliriz.

  • Hubbu-u cah
  • Korku
  • Tama’
  • Asabiyet-i Milleye
  • Enaniyeti okşama
  • Tembellik ve tenperverlik
  • Vazifedarlık
  • Bu da hizmettir deyip Nur talebelerinin nazarlarını dağıtmak
  • Üstada ve Nurlara muhabbeti kırmak
  • Nazarları esaslara değil, teferruatlara yönlendirme yaparak huzur ve huşuyu dağıtmak
  • Münazaa ve münakaşa ortamına çekmeleri,
  • Malayaniyatla meşgul etmeleri,
  • Enaniyetli hocalarla meşgul etmeleri – Rekabet ve tarafgirlik damarı ile ihlasın ve ittihadın kaybolması
  • Hodfuruşluk – ferdi hareket etmek
  • Şahsi kemalat ve manevi makam sevdası
  • Düstur ve esaslara riayet etmemek
  • İnsanları lakaytlığa alıştırmak
  • Gaflete sebep olacak şeylerle meşgul etmek
  • Yeisle insanların şevlerinin kırılması
  • Günahlara alıştırmak (Ekberul kebair)
  • Tükenmişlik sendromu
  • Himmetin kaybedilmesi
  • Sünnet-i seniyyenin unutturulması
  • Meylürrahat – konfor düşkünlüğü
  • İsraf, iktisadsızlık, kanaatsizlik, hırs
  • Siyasi meselelerle insanın dimağ ve hissiyatını tarumar etmek
  • Herkesin zayıf damarını tutup kullanmak
  • Gaye-i hayalin olmaması
  • Tiryakilik, âdet, gelenek göreneklerin dayatmaları ve aldatmaları
  • Medeniyet-i fantaziye
  • Ehl-i dalaletin safdil çoğunluğu elde etmesi
  • Damarları buluyor.

“Kimin hırs-ı intikamını, kimin hırs-ı câhını, kimin tama’ını, kimin humkunu, kimin dinsizliğini, hattâ en garibi, kimin de taassubunu işletip siyasetine vasıta ediyor.” (Asar-ı Bediiyye-113)

Amma Kur’anın cadde-i nuraniyesi ise: Bütün ehl-i dalaletin çektiği yaraları, hakaik-i imaniye ile tedavi eder. Bütün evvelki yoldaki zulümatı dağıtır. Bütün dalalet ve helâket kapılarını kapatır.”[16]

Bir misyon ve vizyon sahibi olan herkese düşen şey:

“Evet talebe, profesör, meb’us, kim olursa olsun, mes’uliyet dairesi olanlar, muhitini tenvir ile mükelleftir. Bir vilayet, hattâ bir memleketin saadet ve selâmeti, tenvir ve irşadı ile mükellef olanlar, elbette çok daha ziyade müteyakkız davranmak mecburiyetindedirler.”[17]

“Demek ki şimdi en esaslı vazifemiz; bataklıktan kurtulmak isteyen ehl-i dinin, karanlıktan usanmış, gıdasız kalmış kalblerin yardımına koşmak, kendimizden başlayarak Nur’un dellâllığını yapmaktır.

Bilhâssa ve bilhâssa şurası çok ehemmiyetli ve pek mühimdir ki, en başta ve en evvel Risale-i Nur’u dikkat ve tefekkürle devamlı olarak okumak ve o muazzam eser külliyatındaki Kur’an ve iman hakikatleriyle kendimizi teçhiz etmek ve bu esas ve şartlarla, o hârika eser külliyatını bir an evvel ikmal etmektir.

İşte bu nimet-i uzmaya nail olan her genç ve herkes; bire yüz, bin kuvvetinde, kendine, vatan ve milletine faideli olur.

Vatan, millet, gençlik ve Âlem-i İslâm çapında hizmet edebilecek bir vaziyete gelebilir. Bunun için, başta Hazret-i Üstadımız Bedîüzzaman ve onun hakikî ve ihlaslı talebeleri olmaya lâyık sizlerden dua istirham ediyoruz ki, Risale-i Nur’un mecmualarını bir an evvel temin edelim, arayalım, bulalım, dikkat, tefekkür ve ihlasla okuyalım. Kur’an ve iman hizmetine bu vaziyette koşalım.”[18]

“Cenab-ı Hak bizi ve sizi, bu zamanın cazibedar fitnesinden kurtarsın ve muhafaza eylesin, âmîn…”[19]

Selam ve dua ile..

Muhammed Numan ÖZEL

[1] Mektubat (361)
[2] Kastamonu Lahikası (235)
[3] Kastamonu Lahikası (236)
[4] Kastamonu Lahikası (154)
[5] Kastamonu Lahikası (201)
[6] Kastamonu Lahikası (223)
[7] Emirdağ Lahikası-1 (234)
[8] Emirdağ Lahikası-1 (262)
[9] Emirdağ Lahikası-2 (122)
[10] Sözler (633)
[11] Sözler (634)
[12] Hutbe-i Şamiye (15)
[13] Hanımlar Rehberi (69)
[14] Gençlik Rehberi (14)
[15] Kastamonu Lahikası (25)
[16] Sözler (635)
[17] Tarihçe-i Hayat (29)
[18] Tarihçe-i Hayat (623)
[19]Sözler (147)

Kaynak: RisaleHaber

www.NurNet.org

Bedizüzzaman’ın Hizmetkârı Olmanın İzzet ve Şerefi!

Üstad’ın Son Yolculuğunda Şoförlüğünü Yapmış Bir İnsanla Mahkemelik Olmak” Hz. Ebubekir neden Sıddıkiyet makamına yükselmiştir? Hz. Muhammed (asm) Efendimizin miraç hadisesi kendisine sorulduğunda hiç düşünmeden, “O (asm) söylüyorsa doğrudur” dediği için değil midir? Peki sahabeleri bizden üstün kılan hususiyetleri Efendimize hizmetkâr olmak şerefi değil midir?

İşte bu asırda da Peygamberimizin davasına sahip çıkmış ve “Kur’an yeryüzünde cemaatsiz kalırsa cenneti de istemem”, diyen Bedizüzzaman’a hizmetkâr olmak ta, saffı evvel ağabeyleri farklı kılan ve sıddıkiyet makamına benzeyen bir makam kazanmalarına sebebiyet veren bir hususiyettir. Üstadımız kendisine, “sözleri değiştirme ve tashih yetkisi” verdiği halde, “hayalen bile bir harfini değiştirmeyi büyük bir cinayet-i Azime görüyorum” diyen birinci talebesi Hulusi Yahyagil’de, Hz. Ebubekir gibi, sıddıkiyet makamına benzeyen bir duruş sergilemiştir.

İşte, hakiki bir Risale-i Nur talebesi olabilmek, bir insanı aziz eden böyle bir şereftir. Bugün hayatta olan “Son Kahraman Nur Talebesinin” de üstadına ait olan her şeye tesahüb ve tam bir sadakat hissiyle hareket ettiğini düşünüyorum. On üç yaşından beri üstadımızın yanında kalmak ve ona hizmetkâr olmak acaba nasıl bir şereftir? Nasıl bir duygudur.

En ceberut dönemdeki baskılara, sürgünlere, takiplere, hapislere, yokluklara rağmen üstadımızın hizmetkârlığını yapmak nasıl bir anlam ifade ediyor?

Üstadının suyunu getirmek, yemeğini hazırlamak, eşyasını taşımak, alışverişini yapmak, arabasının şoförlüğünü yapmak, üstadım binecek diye o aracın temizliğini yapmak, kapısını açmak ve o aracı üstadım rahatsız olmasın diye, o aracı gayet itinayla kullanmak acaba nasıl bir hassasiyettir? Peki, bu hizmetkârlık vazifesi ne kadar aziz bir şereftir? Dünyevi makamlardan, unvanlardan, servetlerden vazgeçmek ve hayatını kutsi bir davaya feda etmek nasıl bir histir? Bu fedakârlığı, “bizim gibi, hayatını kariyer planlaması ile yönetmeye çalışanlar”, asla anlayamaz kanaatindeyim.

Kıymetli bir hizmet yapamamakla birlikte, keşke bütün ömrümü ve Risale-i Nur ile yaptığım İslam hizmetini Aziz Üstadımızın hizmetkârının Urfa seferinde şoförlüğünü yaparak kazandığı sevaba feda edebilseydim. Kabul buyururlarsa da feda etmeye hazırım. Bu fedakârlık öyle bir şereftir ki, bugün de, “O şerefin izzetiyle, üstadına ait olan her şeye sahip çıkmayı”, netice vermektedir. Bu hizmetkârlık öyle büyük bir makamdır ki, “üstadının resmini istismar ederek, resmin altınaHAYIRyazma densizliğini” gösterenlere, haddini bildirme kararlılığı vermektedir. Bu hizmetkârlık öyle bir şereftir ki, “bütün terör örgütlerine meydan okuma cesareti” vererek “DAVAM” şuuruyla Risale-i Nur Talebelerinin izzetini muhafaza etmektedir.

Bu hizmetkârlık ve şoförlük öyle “izzetli bir şereftir” ki, üstadını zımnen ve alenen tahkir edenlere, siyasete ve menfaate alet edenlere karşı kahramanca karşı durmak cesaretini vermektedir. Üstadımızın yaşayan son hizmetkârını karşıdan bizim gibi tribünden izleyenlere de, “şöyle güven verici bir mesaj” vermektedir, “İşte Bediüzzaman’ın talebesi böyle olur, menfaate ve siyasete alet olmaz, Hak olanı yalnızca Hak için söyler, Allah’tan başka kimseden korkmaz.” Üstadımızın hizmetkârı olmak şerefi, Risale-i Nur Talebelerine, “Bir Nur Talebesinin Zor Zamanlarda Nasıl Olması Gerektiğini” göstermektedir.

Üstadımızın yaşayan son hizmetkârı ve talebesi bizlere, terör çığırtkanlarına karşı, siyaset simsarı ve bezirgânlarına karşı, “dik bir duruş sergilememiz gerektiği” dersini vermektedir. Üstadımızın hizmetkârı, Nurculuğun, “kendine imtiyazlı bir sınıf ve bir dokunulmazlık zırhı biçerek, miskin bir şekilde medresede oturmak” olmadığını göstermektedir. Üstadımızın yaşayan son hizmetkârı, “Nur Talebesiyim Diyen Ağır Abilere, Makam Sahibi Akademisyenlere, Minnetsiz Muallimlere Konuşma Cesareti Dersi” vermektedir.

Üstadımızın yaşayan son talebesi ve hizmetkârı, Nurculuğun her türlü makam ve menfaat çekişmeleri ve maddi rekabetten uzak olması gerektiğini hatırlatmaktadır. Allah hayırlı ömür versin, fakat ahir ömrüne gelmiş olan ve fedakârca Risale-i Nur ile İslam’a hizmet eden ve Nur talebelerinin ve Müslümanların izzetini muhafaza etmek için çalışan, koşturan bir hizmetkâr olmak ne güzel bir hizmetkârlıktır. Keşke biz de bu kahraman hizmetkârdan ders alabilsek te üstadımız ve bu hizmetkârı gibi aziz olabilsek.

Üstadımızın “hizmetkârı” sıfatını kullanan ve kendisine başka bir makam ve paye biçmeyen, kimseden servet ve imtiyaz istemeyen, “İkinci FETÖ’ler çıkmasın Müslümanlar kandırılmasın” diye çalışan Kahraman Bir Nur Talebesi’nin yerinde olabilmek için ömrümü ve maddi ve manevi servetimi feda etmeye hazırım. Risale-i Nur’a hizmet edeceğim diye, onun felsefesini yapanlar, O’nu siyasete ve maddi çıkarlarına alet edenler, titreyiniz! Üstadımızın hayatta kalan son Kahraman talebesi ve ondan hakikat ve kahramanlık dersini alan Nur Talebeleri, bu emellerinizi gerçekleştirmenize fırsat vermeyecektir.

Üstadımızın hizmetkârı ve yaşayan son talebesi, “Nurculuğun Nirengi Noktalarını” işaret etmektedir. Üstadın son talebesi ve hizmetkârı, “Nurculuğu Yeniden Üstadımızın Zamanındaki Yörüngesine Oturtmak” için çalışmaktadır. Üstadın son talebesi ve hizmetkârı, “Nurculuğu Fabrika Ayarlarına Döndürmek” için gayret etmektedir. O kahraman hizmetkârı takdir ve hürmet eden, Kur’an Hakikatlerini ve Sünnet ’in Nurlu Yolunu takip eden samimi Nur talebeleri her şeyi alenen görmektedir.

Risale-i Nur Talebeleri, TERÖR ÖRGÜTLERİYLE AYNI SAFTA YER ALMAYACAKTIR ve bu lekeyi üzerinde taşıyanlarla aynı fotoğraf karesinde görünmeyecektir. Bütün kalbimle inanıyorum ki, hainler istemese de, “Bütün Nur Talebeleri İttifak Halinde “EVET” Mührünü Basacaktır.” On beş yıldan beri, “farz-ı muhal”, başörtüsü serbest olmasaydı, Risale-i Nurlar Diyanet eliyle basılmasaydı, darbeler önlenmeseydi de Recep Tayyip Erdoğan, hiçbir şey yapmamış olsaydı ve yalnızca “Çamlıca camiini inşa etmiş olsaydı” bile “EVET” oyu vermemiz için yeterli bir sebep teşkil ederdi. Bu şartlarda yüz bin kuvvetimiz de olsa “EVET” diyeceğiz ve sandıkları “EVET” tercihimizle doldurup prangalarımızdan kurtulacağız ve Milletimize yeni bir ufuk bahşedip, Ayasofya’yı da açacağız inşa Allah. Nur Talebelerini ve bütün vatandaşlarımızı, “TERÖR ÖRGÜTLERİYLE AYNI TERCİHİ YAPMAMALARI” için uyaran, İslami hizmet düsturlarını hatırlatmak için çırpınan bir hizmetkâr olmak, ne güzel bir hizmetkârlıktır. Bediüzzaman’a hizmetkâr olan ve onun hususi duasına mazhar olan bir talebenin basiret ve feraseti ne kadar keskindir.

Üstadımızın son zamanlarında, 27 Mayıs darbe hazırlığının yapıldığı dehşetli günlerdeki son yolculuğunda, kahramanca şoförlüğünü yapan bir hizmetkârı hakkında, “Üstad’ın son yolculuğunda şoförlüğünü yapmış bir insanla mahkemelik olmak” ibaresini kullanma cüretini gösteren nadanlar, her halde şunu hiç düşünmüyorlar; “Ya üstadın talebesi mahkemeyi Kübra’da sizden davacı olursa ne yapacaksınız? Aziz üstadımızın, “Yaşayan Son Kahraman Talebesi ve Hizmetkârı” üstadının yanına alnı ak ve yüzü pak olarak gidecek inşa Allah. Ya siz? Titreyiniz, kendinize geliniz ve nedamet ediniz!

Dr. Nadir Çomak

Kaynak: NurdanHaberler

www.NurNet.Org