Avrupalı feylosofların Kuran Hakkındaki Görüşleri

Kur’an, Allah’ın Birliğine İnanmak Hakikat-ı Kübrasını İlân Eder 

İngilizce-Arabça, Arabça-İngilizce lügatların muharriri (yazarı) Doktor City Youngest (Siti Yangest) Kur’an hakkında şu sözleri söylüyor: 

Kur’an, insanların yed-i istifadesine (faydalanmalarına) geçen eserlerin en büyüklerinden biridir. Kur’anda büyük bir insanın hayal ve seciyesi (huyları), en vâzıh (açık) şekilde görülmektedir. Carlyle “Kur’anın ulviyeti, onun cihanşümul (milletlerarası) hakikatındadır” dediği zaman, şübhesiz doğru söylemişti. Muhammed’in (A.S.M.) doğruluğu, faaliyeti, hakikatı taharride (araştırmada) samimiyeti, sarsılmayan azmi, imanı, kendisini dinlemek istemeyenlere ezelî (Allahtan gelen) hakikatı dinletmek yolundaki sebatı; bana kalırsa onun o cesur ve azimkâr peygamberin hâtem-i risalet (son Peygamber)  olduğunun en kat’î ve en emin delilleridir. Kur’an akaid (inanç) ve ahlâkın, insanlara hidayet (yolunu gösterme) ve hayatta muvaffakıyet (başarı) temin eden esasatın mükemmel mecellesidir (dergisidir). Bütün bu esasatın üss-ül esası, âlemin bütün mukadderatını yed-i kudretinde (kudret elinde) tutan Zât-ı Kibriya’ya (büyük Allaha) imandır.

Allah’ın birliğine iman etmek hakikat-ı kübrasını (büyük hakikatını)  ilân ediyorken, Kur’an lisan-ı belâgatın (anlatma şeklinin) en yükseğine ve nezahetin şâhikasına (paklığın tepesine) varır. Kur’an Allah’ın iradesine emirlerine) itaatı, Allah’a isyanın neticelerini izah ederken, insanların muhayyilesini elektrikleyen (hayallerini canlandıran) en seyyal (akıcı) lisanı kullanır. Resul-i Kibriya’ya (büyük Peygambere) teselli vermek ve onu teşvik etmek, yahud halkı sair Peygamberlerin ahvaliyle, milletlerinin âkibetiyle korkutmak îcab ettiği zaman, Kur’anın lisanı en kat’î ciddiyeti almaktadır. Madem ki Kur’anın birbirine düşman kabileleri, yekdiğeriyle mücadele eden unsurları (biri diğeri ile kavgaları) derli toplu bir millet haline getirdiğini, onları eski fikirlerinden daha ileri bir seviyeye yükselttiğini görüyoruz; o halde belâgat-ı Kur’aniyenin (Kur’nın dilciliği) mükemmeliyetine hükmetmeliyiz. Çünki Kur’anın bu belâgatı, (dilciliği) vahşi kabileleri medenî bir millet haline getirmiş; dünyanın eski tarihine yeni bir kuvvet ilâve etmiştir. Zaman ve mekân (yer) itibariyle birbirinden çok uzak oldukları gibi, fikrî inkişaf (geliştirme) itibariyle de birbirinden çok farklı insanlara hârikulâde bir hassasiyet ilham eden ve muhalefeti (karşı gelenleri) hayrete ve istihsana kalbeden (hoş görmelerine çeviren) Kur’an, en şâyân-ı hayret eser tanınmaya lâyıktır. Kur’an, beşerin (insanların) mukadderatıyla (gelecegiyle) meşgul âlimler için tetebbua şâyân (araştırmaya değer) en faideli mevzu sayılır. 

Doktor CITY YOUNGEST 

KUR’ANIN LİSANI, NEZAHET VE BELAĞAT (paklık ve dilcilik) İTİBARİYLE NAZİRSİZDİR (eşsizdir) KUR’AN BİZÂTİHÎ (kendiliğinden) MUHTEŞEM BİR MUCİZEDİR 

Kur’anın mutaassıb münekkidi ve mütercimi (fanatik tercümecisi)  Corsele (Korsel) diyor ki:

Kur’an, Arapçanın en mükemmel ve pek mevsuk (delilli) bir eseridir. Müslümanların itikadı veçhile (Müslümanların ona inandığı gibi); bir insan kalemi, bu i’cazkâr (mucize) eseri vücuda (meydana) getiremez. 

Kur’an, bizâtihî (kendi kendine)  daimî bir mü’cizedir; hem öyle bir mu’cize ki, ölüleri diriltmekten daha yüksektir. Bu mukaddes kitabın ta kendisi, menşeinin (kaynağının) semavî (Allahtan) olduğunu isbata kâfidir. Muhammed (a.s.m.) bu mu’cizeye istinaden, (dayanarak) bir peygamber olarak tanınmasını istemiştir. Arabistan’ın çıplak ve kısır çöllerini aydınlatan, şâir ve hatiblere meydan okuyan Kur’an, bir âyetine bir nazîre (benzerlik) istemiş; hiçbir kimse bu tahaddîye (meydan okumaya) karşı gelememişti. Burada yalnız bir misal irad  ederek (vererek), bütün büyük adamların, Kur’anın belâgatına baş eğdiklerini göstermek isterim. 

Hazret-i Muhammed’in (a.s.m.) zamanında, Arabistan şâirlerinin şehriyarı Şâir (en meşhuru) Lebid idi. Lebid, muallâkattan birinin nâzımıdır (Kabede asılan şiirlerden birinin sahibidir). O zaman putperest olan Lebid; Kur’anın belâgatı karşısında lâl kalmış, bu belâgatı en güzel sözlerle ifade etmişti. Kur’anın belâgatı karşısında hayran kalan Lebid, Müslümanlığı kabul etmiş, Kur’anın ancak bir peygamber lisanından duyulacağını söylemiştir. 

Kur’anın lisanı belîğ (dili net) ve hârikulâde seyyaldir (akıcıdır). Cenab-ı Hakk’ın şan ve celaletini, azamet sıfatlarını (büyüklüğüne)  ifade eden âyetlerin ekserisi, müstesna bir güzelliğe haizdir (içerir). Kur’anı bîtarafane (taraf tutmadan) tercümeye gayret ettim ise de; kari’lerim (okuyucularım), Kur’anın metnini sadakatkârane bir ifadeye muvaffak (başaran biri) olamadığımı göreceklerdir. Bu kusuruma rağmen kari’ler (okuyucular) tercümemde bahis mevzuu ettiğim muhteşem âyetlerin bir çoklarını okuyacaklardır.

CORSELE 

Kur’an, Beşeriyete İlahî Bir Lütuftur. Kur’an, Muzaffer Cumhuriyetler Meydana Getirmiştir. 

Kur’an âyetlerini nüzul (iniş) tarihine göre tercüme ve tertib eden İngiltere’nin en mutaassıb (fanatik) papazlarından Rodwell (Radvel), şu hakikatları itiraf ediyor: 

Kur’an, Arabistan’ın basit bedevilerini öyle bir istihaleye (temizlemeye) uğratmıştır ki, bunların âdeta meshur (büyülenmiş) olduklarını zannedersiniz. Hristiyanların telakkisine (anladıklarına) göre Kur’anın nâzil olmuş bir kitab olduğunu söyleyecek olsak bile, Kur’an putperestliği imha, (yıkma) Allah’ın vahdaniyet akidesini (birlik inancını) tesis, cinlere, perilere, taşlara ibadeti ilga (ortadan kaldırma), çocukları diri diri gömmek gibi vahşi âdetleri izale, (etkisiz) bütün hurafeleri istîsal (koparıp atmış), taaddüd-ü zevcatı tahdid (çok hanımla evlenmeyi sınrlamak) ile, bütün Araplar için İlahî lütuf ve nimet olmuştur. Kur’an bütün kâinatı yaratan, gizli ve aşikâr herşeyi bilen Kadir-i mutlak sıfatıyla Zât-ı Kibriya’yı (Kudreti her şeyi içine alan Yüce Mevlayı) takdis ve tebcil ( Kusurdan pâk sayıp hürmet) ettiğinden, her sitayişe şâyândır (her övgüye layıktır). 

Kur’anın ifadesi veciz ve mücmel (kısa ve öz) olmakla beraber; en derin hakikatı, en kuvvetli ve mülhem (ihmal edilmiş) hikmeti takrir (faydalı şeyleri tasdik) eden elfaz (sözler) ile söylemiştir. Kur’an, devamlı memleketler değilse de, muzaffer cumhuriyetler vücuda getirmeye hâdim (yardımcı) olacak esasları muhtevi (içerir) olduğunu isbat etmiştir. Kur’anın esaslarıyladır ki; fakr u sefaletleri ancak cehaletleriyle kabil-i kıyas olan (fakir ve sefilliğe düşmelerine sebep olan), susuz ve çıplak bir yarımadanın sekenesi (oralı olanlar), yeni bir dinin, hararetli ve samimî sâlikleri (yolcuları) olmuşlar, devletler kurmuşlar, şehirler inşa etmişlerdir. Filhakika (gerçekten) Müslümanların heybetidir ki; Fesdad, Bağdad, Kurtuba, Delhi bütün Hristiyan Avrupa’yı titreten bir azamet ve haşmet ihraz ( bir büyüklüğü elde) etmişlerdir.

RODWELL

Paylaşan: Abdülkadir Haktanır

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: