Avrupalıların İtirafları

Gerçekte Avrupa medeniyeti İslâm medeniyetinin ürünüdür. Yapılan araştırmalar günümüz ilminin %60’nın Müslümanların eseri olduğunu göstermiştir. Bu kuru bir iddia değil, bizzat Avrupalıların itirafıyla sabit olan bir gerçektir. Bereket versin Avrupa’da tarafsız, insaflı, gerçekçi bilginler de yetişmiştir. Bunlar, malı sahibine vermişler ve Avrupa medeniyetini, İslâm medeniyetinin meydana getirdiğini söylemekten çekinmemişlerdir. Bu bize “Hakikat o kadar yücedir ki, hiçbir hatıra fedâ edilmez” gerçeğini hatırlatmaktadır. 

Bazı Avrupalı bilginlerin bu konuda söylediklerine kısaca göz atmamızda fayda var: 

Fransız matematikçi ve tarihçisi Libri (1803–1869), “tarihten Müslümanları silecek olursanız, ilmî rönesansımız asırlarca geri kalır.” Der. 

Briffoult, “İnsanlığın Oluşu” adlı eserinde şu gerçeğe parmak basmakta tereddüt etmez: “İslâm medeniyetinin modern dünyaya en büyük hediyesi ve yardımı ilimdir. Fakat Avrupa’yı yeniden hayata kavuşturan şey sadece ilim değildi. İslâm medeniyetinden gelen daha başka tesirler de Avrupa hayatına ilk parlaklığı vermiştir. Avrupa’nın ilerlemesinde İslâm kültürünün tesirini göremeyeceğimiz tek bir basamak yoktur. Bu tesirin bütün açıklık, büyüklük  ve devam eden gücüyle kendini gösterdiği, en büyük zaferlerin kazanılışına sebep olduğu alan, tabiat ilimleriyle ilim zihniyeti olmuştur.” 

Ord. Prof. Ali Fuad Başgil, Sebilürreşad (Mart 1952, S:365) te yazdığı “İslâm Nurundan Doğan Kültür Medeniyeti” adlı makalesinde, 11. yüzyıldan itibaren Avrupa’ya taşan kültür medeniyetinin Rönenans’ doğuran sebeplerin başında geldiğini, bu hususun Doğulu ve Batılı tüm hakperest müelliflerce kabul edilen bir gerçek olduğunu belirtir ve Gustave Lebon’dan şu ifadeleri nakleder: “Avrupa’nın kara bir barbarlık içine daldığı bir devrede, Bağdat ve Kurtuba gibi İslâm’ın hüküm sürdüğü iki büyük merkez, parlak nuruyla dünyayı aydınlatan bir medeniyetin ocaklarıydı.” 

Rivoire de İslâm medeniyetin Abbasilerin Bağdat’ıyla, Emevilerin Endülüsün’den hareket ederek Avrupa’yı yeniden fethettiğini ifade etmektedir. 

732’de Fransa’da yapılan Poitiers Muharebesi. Endülüs Valisi Abdurrahman il-Gafikî’nin yenilmesiyle neticelendi. Batılı İlim ve Tarih araştırmacıları bu hadiseyi değerlendirirken, Charles Martel’in galibiyetini “Cehaletin ilme zaferi” şeklinde tarif eder ve bir felaket olarak vasıflandırırlar. “Eğer bu felaket olmasaydı İslâm medeniyeti Avrupa’yı daha o zamandan itibaren aydınlatmış olacaktı” diye yana-yakıla anlatırlar. Hatta 655–782 tarihlerinde İstanbul’a karşı girişilen seferlerin neticesiz kalması, Batının bir an önce aydınlanmasına mani olduğunu dile getirirler. Bu konuda Emmanuel Beri şöyle der: 

“Arap rakamlarıyla, Batının bilmediği ve İslâmiyetten öğrendiği cebir ilmi, Ömer ve daha sonraki Fas camiinin inşası, İslâm kültürünün ihtişamını göstermeye yetiyordu. O zaman İslâmiyet yalnız kuvvet değil, aynı zamanda fikir demekti. Eğer Müslümanlık Bizans’ta muzaffer olsaydı, Tuna, Rhun, Meuse ve Oise boylarından bütün Avrupa’ya en parlak bir medeniyeti sokmuş olacaktı. Bu medeniyet kıymeti gizlenemeyecek kadar açık olan bir siyasî sisteme ve dört asır boyunca kâinatın en parlak medeniyeti vaziyetini muhafaza edecek olan bir kültüre sahiptir. 

Ömrünü İslâm ilimlerini ve Batı medeniyetinin meydana gelişini araştırmaya adayan ilim adamlarından birisi olan Fransız Şarkiyatçı’sı Sedillot (1808-1875) şu hakikati itiraf etmeyi bir vazife telakki eder: 

“Dokuzuncu asırla 13. asır arasında dünyanın en geniş edebiyat dairelerinden biri teşekkül etmiştir. Birçok kültür mahsulleri ve yapılan keşifler fikrî faaliyetlerin ne derece mükemmel olduğunu göstermektedir. Bu mükemmellik Hristiyan Avrupa üzerinde de tesirlerini gösterdi. O kadar ki, Müslümanların her hususta bizim hocalarımız olduğu hakkındaki görüşe haklılık kazandırmış olabilir.” 

Fakat bu gerçek çoğu zaman gözlerden kaçırılmaya çalışılmıştır. Bunun böyle olduğunu ve maksadını Sedillot şöyle itiraf eder: 

“Müslümanları ve onların bütün ortaçağ boyunca yeni medeniyet üzerinde meydana getirdikleri tesiri, unutulmaya mahkûm etmekte herhalde özel bir kast olsa gerektir.” 

Prof. E.F. Gautier (1864-1940) in şu ifadeleri de son derece dikkat çekicidir: 

“Rönesans’ın ilk kekeleme anları öyle bir devre rastladı ki, barbarlıktan uyanmakta olan Avrupa, İslâm Medeniyetine bitkin bir hürmetle bakmaktaydı. Taklidi imkânsız bir örnek karşısında cesaretini kaybeden Batı’nın kolları sarkıyordu.” 

Bu sözlerin sahibi meşhur Fransız coğrafyacısı Prof. E.F. Gautier Batı’nın, İslâm medeniyetinin bu hatırasını unutmasını bir nankörlük sayar ve ayıplar. 

MÜSLÜMANLARI İLME İTEN SEBEPLER 

Acaba Müslümanları böylesine keşif ve buluşlara iten sebepler nelerdi. Hiç şüphesiz bunda İslâm dininin mahiyeti ile ilme verdiği büyük önem rol oynar. Şu halde İslâm’ın ilme karşı tutumu üzerinde kısaca durmamız gerekiyor. 

İslâmiyet ilim dinidir. Kur’ân-ı Kerîm’in ilk emri “Oku” ile başlar. İslâm dini cehaleti karanlığa, ilmi aydınlığa benzetir. İlim sahiplerinin daima üstün olacaklarını bildirir. “Hiç bilenle bilmeyenler bir olur mu?” (Zümer-9) der. 

“Beşikten mezara kadar ilim öğrenin.” diye buyuran Peygamberimizin ilme teşvik eden ve ilim sahiplerini öven birçok hadîs-i şerifleri vardır. 

Bunlardan bazılarını hatırlatalım: 

“İlim öğrenmek kadın erkek her Müslüman’a farzdır.” 

“ilim çinde de olsa gidip alınız.” 

“Babanın evladına verebileceği en kıymetli miras, iyi bir eğitim ve öğretimdir.” 

 “İlim öğrenmek mukaddes bir cihaddır.” 

“Cehaletten daha müthiş bir fakirlik olmaz.” 

“İlim rütbesi, rütbelerin en yükseğidir.” 

“ Cahiller içinde bir âlim, ölüler içinde bir diri gibidir.” 

“Âlimin uykusu cahilin ibadetinden hayırlıdır.” 

“Bir âlimin ölümü, bütün bir milletin ölümünden daha büyük bir kayıptır.” 

“ Kıyamet gününde âlimlerin mürekkebiyle şehitlerin kanı denk tutulur.” 

“ Ya ilim sahibi, ya ilim öğrenen, ya dinleyen, veyahut ilmin dostu ol. Sakın beşinci vaziyette bulunma, mahvolursun.” 

İşte bu ve buna benzer hadislerdir ki, Müslümanları ilme yöneltmiş, ilme ibadet duygusuyla sarılmaları ve büyük ilim adamlarını yetiştirmelerine sebep olmuştur 

Gecesini, gündüzüne katan İslâm âlimleri öylesine eserler vermişlerdir ki, ilim dünyası onlara asırlarca dört elle sarılmıştır. Birçok ilimlerin temelini atanlar Müslümanlardır. 

Müslümanların ilham kaynağı şüphesiz Kur’ân-ı Kerîm ve hadis-i şeriflerdir.  Birçok keşif ve buluşların temelinde de bunlar vardır. İlk emri “Oku” ile başlayan bu dinin mensupları, “Yaş veya kuru hiçbir şey yoktur ki, Kur’ân’da zikredilmesin.” (En’am-59) ayetini kendilerine rehber ediniyor. Keşif, buluş ve teorilerini onda buluyorlardı. 

Kur’ân, âdetâ kâinatın yazılı şeklidir. Kâinatta hüküm süren bütün kanunlar onda mevcuttur. Nitekim kâinat da Kur’ân’ın bir açıklaması mahiyetindedir. 

Bu gerçeği insaf sahibi bazı Avrupalı bilginler de kabul etmiş bulunmaktadırlar. 

“Kur’ân-ı Kerîm insan fikrinin en yüksek teori ve görüşlerini beslemeye yetecek fikir ve duygulardan meydana gelen bir hazineyi ihtiva etmektedir.” diyen Arthur Pellegrin, Kur’ân’ın, Müslümanların keşif ve buluşlarına mesnet teşkil etmesindeki mânâyı anlayanlardan biridir. 

  1. Rivoire İslâm tarihinin ruh ve zekâ sahasındaki zenginlikleri ve gerçekleştirdiği ve maddi yükselişle, cihan tarihinin en büyük devirlerinden biri olduğunu belirttikten sonra bunun sebebini şöyle açıklar: “Bu yükseliş ve gelişmenin sırrını bize Kur’ân-ı Kerîm’in birçok ayeti ile (Hz.) Muhammed’in hadisleri vermektedir. Bu âyet ve

 hadîsler Müslümanları ilme, yükselişe ve medeniyete teşvik etmiş, bunu Müslümanlar için dînî bir vazîfe saymıştır.” 

Peygamberimizin a.s.m. hayatında olsun, halifeler devrinde olsun İslâm’ın emirlerine sımsıkı bağlanıldığını görüyoruz. Şam’dan, o güne kadar hiç görülmeyen bir kandil getiren sahâbiye Peygamberimizin duada bulunuşu, keşif ve buluşlara verilen değerin en güzel bir örneğidir. Bedir savaşında her düşman esirinin 10 çocuğa okuma-yazma öğretmek şartıyla serbest bırakılışı, ilmi kimden olursa olsun alabilmenin delilidir. Peygamberimizin Zeyd bin Sâbit’e yabancı dil öğrenmeyi emretmesi ise oldukça mânâlıdır. 

Hz. Ömer, Batlamyus’un bir eserini tercüme eden Yahya isimli âlimi taltif etmiştir. 

Harun Reşid’in tercüme edilen eserlere ağırlığınca altın verdiği bilinmektedir. Nizam-ül Mülk, bütün hazinelerini ilmin ilerlemesi için sarfetmiştir. Gazneli Mahmud, her beytini birer altın karşılığında bir Şehnâme yazdırmıştır. Uluğ Bey ise, saltanatını ilmin hizmetine adamıştır. Bunlar devlet seviyesinde ilme verilen değerin ifadesidir. Artık o ülkede ilmin ileri gitmemesi düşünülebilir mi?                         

          İLME BAKIŞ AÇISI

Bütün gücünü inancından alan İslâm kaşif ve mucitlerinin ilme bakış açısı üzerinde de duralım. 

Beyrunî, ilimden maksadım tamamen gerçeğe ulaşmak olduğunu söyler ve, “Anlattıklarım içinde gerçek dışı olan şeyler varsa Allah’a tövbe ederim. Razı olacağı şeylere sarılmak hususunda Allah’tan yardım dilerim. Batıl şeyleri öğrenip onlardan korunmak için de Allah’tan hidayet dilerim. İyilik O’nun elindedir.” der. 

Huneyn bin İshak ise, ilmin insanlığın faydası için kullanmak gerektiğini ve bunda taviz verilmeyeceğini şu hadise ile gösterir. Kendisine, zamanın halifesi Mütevekkil düşmanına vermek üzere, zehir yapma teklifinde bulunur. Huneyn ise zehir yapabilecek güçlü bir ilim adamıdır. Fakat buna yanaşmaz: “Benim dinim düşmanlarıma dahi iyilik yapmamı emreder. Mesleğim de insanların zararına değil, faydasına çalışmamı gerektirir” diyerek zehir yapmayı reddeder. 

İnsanı marifetullahta (Allah’ı tanımada) da ilerletmeyen ilmi “Faydasız İlim” olarak gören İslâm âlimleri, ilmin insanı imana götüreceğini, gerçek ilim sahibi olan kimsenin inanmadan edemeyeceğini bildirirler. Prof  Abdusselam, ilmin insanı inanmak zorunda bırakacağını şu sözüyle dile getirir: “Ben insan beynindeki 10 milyar sinir hücresinin birbiriyle bağlantılarını görünce iman etmekten başka çare bulamıyorum.” 

İbrahim Hakkı, anatomiyi, “Allah’ı anlamanın bir vasıtası” olarak görür. Battanî, insanın astronomi sayesinde Allah’ın birliğini, eşsiz büyüklüğü, yüce hikmeti, muazzam kudreti ve eserinin mükemmelliğini anlamaya muvaffak olacağını söyler. 

Tabiatı ilahi bir san’at olarak gören İbn-i Heysem ilim yoluyla Hakk’a varılacağını, kalplerin doyacağını belirtir. İbn-i Yunus’da ilimle insanın yaratıklarda, Allah’ın büyüklüğünü gösteren delilleri bulmak ve ilimden asıl maksadın imanı kuvvetlendirmek olduğunu ifade eder. 

Görüldüğü gibi İslâm alimleri, fen ilimleri ile din ilimlerini birleştirmesini bilen, dinlerine bağlı kişilerdi. Keşif ve buluşlarında ilham kaynakları Kur’ân-ı Kerîm’di. Kaynak: Şaban Döğenin kitabından.

Paylaşan: Abdülkadir Haktanır

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: