Ayasofya ne zaman tekrar cami olacak?

Bir 29 Mayıs daha geldi ve geçiyor; İstanbul’un 1453’te Fatih Sultan Mehmet tarafından fethinin bir yıldönümü daha.. Fethin sembolü Ayasofya’nın fetihten sonra asırlar boyunca İstanbul’un en mühim camisi olarak ibadete açık olmasından sonra, yakın geçmişte içinde namazın yasaklanmasının üzüntüsünün daha fazla deşildiği bir tarih de oldu 29 Mayıs’lar..

Niçin her şuuru uyanık Müslüman’ın kalbi, Ayasofya denilince burkuluyor, imanî bir ıstırap ifadesi yüzünde beliriyor? Niçin Ayasofya’nın cami olarak açılması için en fazla mücadele edenler bile, hâlâ Ayasofya’nın esaretini giderebilmek meselesinde vazifelerini yapmış olmanın huzurunu hissedemiyorlar?

Kimbilir, belki ortada sadece Ayasofya’nın esareti olarak ona ait bir dava değil, Ayasofya’nın esaretinin ve aslına aykırı kullanılma davasının âbidesi haline geldiği Ayasofya’dan çok daha mühim bir dava olduğu için.. Ayasofya da, bu davaya günümüzde bir sembol olabildiği için.

Taş, kireç, kumdan mamul bir mimarî eserin, Fatih’in cami olarak kullanılması ferman ve vasiyetine rağmen, içinde namaz kılmanın yasaklanıp müze olarak kullanılmakta devamına karşı, Müslümanların direnişle, itirazla, Hak’tan bahisleri onlara vazifelerini yapmış olmanın huzurunu veremiyorsa, bunun sebebi; diğer tarafta et, kan ve kemikten mâmul ve Kâinatın Efendisi Son Peygamber Hz. Muhammed’in (s.a.s), İslâm imanını taşımak ve İslâmiyet’i her haliyle yaşamak vasiyetine rağmen, nüfus kâğıdındaki «Müslüman» kelimesinin manâsından bile habersiz, maneviyatça içi boş insanların mevcudiyetinin çokluğundandır.

Ayasofya’nın tekrar camî olarak açılmasını, fethin sembolü olarak içinde İslâmiyet’in tekrar dirilişini isteyen Müslümanların etrafında, bizim etrafımızda, her gün, her yerde şimdiki Ayasofya misâli milyonlarca insan dipdiri meyyitler gibi konuşur, gezer ve ömür sermayelerini tüketirken, onların içlerinde İslâmiyet’in dirilebilmesi için hakkı tebliğ vazifesi gerektiği gibi yapılmadığı içindir.

Evet, mahzun Ayasofya.. Dört minaresiyle gören ona camidir dese ve içinde namaz kılmağa teşebbüs etse, müze idarecileri onu menederler; Ayasofya’nın halen cami değil, bir müze olarak halka açık olduğunu söylerler. Aslında, müze kelimesi de Ayasofya’nın şimdiki durumunun tam hakikatini ifade etmez. Şimdiki haliyle Ayasofya, bir Müslüman’ın, zevâhirin ardındaki aslîyi görmek melekesi varsa onunla idrâki yönünden, bir semboldür. İçlerinde İslâmiyet’in diriltilmesi icabeden ve nüfus kaydında «Müslüman» da yazılı olmasına rağmen, Müslümanlığı yaşamayan, içi maneviyatça boş insanların sembolü. Sanki o, asrımızda bu durumdaki Müslümanların îmanları kurtarılmağa şiddetle muhtaç hallerine dikkati çekmek istercesine, Kur’an ve iman davasının ehemmiyetine, cesâmet ve ihtişamiyle dikkati çekmeye çalışan bir âbide: Ayasofya Âbidesi!..

Ayasofya’ya yalnız hüzünle değil; içi maneviyatça boş insanlara yapılması gereken hakkı tebliğ vazifesini ikaz edecek bir âbide gözüyle de bakmalıyız. Sultanahmet’ten geçerken veya resimleriyle gözümüze ilişince, dışından veya içinden onu baktığımız zaman, Fatih’in mirâsı olan Ayasofya’nın vakfiyesine uyulup cami olarak tekrar açılarak Fatih’in vasiyetinin tahakkukunun lüzumunu düşünürken, zihnimizi bundan daha mühim düşünceler de istilâ etmelidir.

Peygamberimiz’in (s.a.s) bize emaneti olan İslâm’ı yaşamayan insan cismindeki Ayasofya’ların içlerinde İslâmiyet’in diriltilmesinin lüzumunu ve ehemmiyetini de düşünmeliyiz. Taş, kireç ve kumdan Ayasofya’yı, kendilerinin bir sembolü olarak âbideleştiren, et, kan ve kemikten mâmul, insan bedeni şeklindeki Ayasofya’ların, vakfiyelerine ve emanet şartlarına uygun olarak kullanılmaları için de mücadele etmeliyiz. Yalnız Ayasofya Âbidesi’nin içindeki İslâmiyet’in dirilişi için bu emanetin şimdiki sahiplerine müracaat etmek, elbette ki bu mevzuda vazifemizi yapmış olmanın huzurunu duymamız için kâfi değildir. İslâm imanından ve yaşayışından uzak insan kalıbındaki cesetlerin İslâmiyet’i hakikî bir imanla kabul etmeleri ve yaşamaları için, içlerinde İslâmî dirilişi temîne çalışmazsak; elbette ki bu mevzuda vazifemizi tam yapmış sayılamayız.

Ayasofya Âbidesine acımaktan çok, içinde bulunduğumuz âhirzaman şartlarında sayıları çok artmış olan insan bedeni şeklindeki Ayasofya’lara acımalıyız ve yalnız Ayasofya’nın değil, onların kurtuluşu için de çalışmalıyız. Ayasofya Âbidesini de, bu çok mühim ve farz-ı kifaye olmaktan çıkıp farz-ı ayn haline gelmiş hakkı tebliğ vazifemizi cesameti ve hüznüyle bize ikaz eden bir âbide gibi görmeliyiz.

Kurtuluş bekleyen insan bedeni şeklindeki Ayasofya’lar, emanetçileri tarafından vakfiyelerine uygun olarak kullanılmağa başlanınca; nüfus kâğıdı Müslümanları, İslâmiyet’i hakikî bir imanla kabul edip onu bütün icaplarıyla yaşamayı kendilerine gaye yapınca, Ayasofya’nın da hakkı tebliğ vazifemizi ikaz eden büyük bir “âbide” olmak vazifesi tamamlanacak; vaktiyle tezatlı hallerini sembolize etmeğe çalıştığı insanları, bu inkılâbdan sonra namaz safları halinde bağrına basacağı “Ayasofya Camii” haline geliverecektir.

 Prof. Dr. Mustafa NUTKU

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: