Aynı Günahı Neden Bir Daha İşliyorum?

   “Ben bu kadar günah işliyorum, harama giriyorum; onca günahıma rağmen bende îmân nasıl duruyor? Ben nasıl bir îmâna sahibim?” diye soruyorum kendime nefsimle cedelleşirken. Bu soruyla meşgul olurken kendimi ikiyüzlü hissediyorum bazen. Peki, niye böyle hissediyorum? Çünkü ben bir günah işliyorum ve o günaha tevbe ediyorum ama çok geçmeden tevbe ettiğim o günahı bir daha işliyorum. Özellikle de başımın belası olan ve ülfet hâline gelen günahları sıkça işliyorum ve bu günahlar bende daha fazla sıkıntı meydana getirmekte. Yeni Asya Gazetesi yazarlarından Ahmet Demirdöğmez abimiz, 21 Nisan 2015’te Regaip Kandilinde, Kastamonu Lâhikasındaki Üstad Bediüzzaman’ın ‘gayet ehemmiyetlidir’ dediği takva hakkındaki mektuptan1 yapmış olduğu derste şöyle bir ifadede bulunmuştu: “Sürekli işlediğimiz günah, her ne kadar küçükse de bizim için günah-ı kebâir olmakta ve sürekli işlediğimiz için de ülfet peyda etmektedir.” İşte ben de aynen bu durumdayım. Sürekli işlediğim günah benim günâh-ı kebîrem. Bir de bunun üzerine şeytanın verdiği ‘imanın gitti’ gibi vesveseler de cabası.

   Peki, biz mü’minler neden bunları yaşıyoruz, niye bu hâletteyiz? Bu kadar îman sahibi olmamıza rağmen nasıl oluyor da bu duruma düşüyoruz? İşte bu soruların yanıtları nefsimizi ve hissiyâtımızı tanımakta gizli. O zaman işe nefsimizi tanımaktan başlayalım.  Evet, ‘nefs-i insâniyye muaccel (peşin) ve hazır bir dirhem lezzeti; müeccel (ertelenmiş) , gaip bir batman lezzete tercih’2 ediyor. Nefis aynen lezzette olduğu gibi elemde de hazır zamanı önemsemektedir. Yani hazır bir tokat korkusundan ilerideki azaptan -kesin yaşayacak bile olsa- daha ziyade çekinir. Demek oluyor ki nefsimizin en büyük ve önemli bir özelliği, daima hazır güne bakması ileriyi umursamamasıdır. Nefis, insanda galip olduğu hengâmda bizi bu özelliği ile avlamakta ve günah işlememize sebebiyet vermektedir.

   Şimdi de hissiyatımızı tanıyalım. Evet, insanda nefis galip olabildiği gibi his, heves ve hissiyât da galip olabilmektedir. Peki, hissiyâtın galip olması sonucunda ne oluyor da günaha giriyor ve aynı günahı ısrarla işliyoruz? Evet, insanda hissiyat galip olduğu zaman akıl devreden çıkar ve aklın muhâkemesini dinlemez. Mesela nasıl ki açlık hissinde akıl, muhâkemesini kaybedip devreden çıkıyor bunun neticesinde agresif oluyoruz, sinirleniyoruz bazen de kırıp döküyoruz. Aynen açlık hissi gibi bizi günaha harama sevk eden his ve hevesin akla hâkim olması sonucu en az ve ehemmiyetsiz hazır bir lezzeti ileride gayet büyük bir mükâfata ve lezzete tercih ediyor. Nasıl ki hazır lezzeti tercih ediyor, aynen nefis gibi hazır sıkıntıdan daha çok elem duyuyor hissiyât. Az bir hazır sıkıntıdan değil, ilerideki büyük ve dehşetli bir azaptan daha çok korkuyor, titriyor. Çünkü his ve heves ileriyi görmüyorlar, görmek istemiyorlar hatta inkâr ediyorlar. Nefis dahi bu esnada hissiyâta yardım etse ‘mahall-i îmân olan kalp ve akıl susarlar mağlup olurlar’3. Demek oluyor ki ‘şu hâlde günah işlemek imansızlıktan gelmiyor belki his ve heves ve vehmin galebeleriyle akıl ve kalbin mağlubiyetinden ileri geliyor.’4 Evet, bu benim gibi “Acaba günahlarımdan dolayı imanım gitmiş mi?”  diye vesveseye kapılan biçarelere bir müjde mahiyetinde. Bu vesvese yüzünden ‘zaten battım batacağım kadar’ deyip namazı niyazı bırakan biçarelere güzel bir müjde elhamdülillah.

   Evet, bir mü’min günah işler hem de en büyüğünü işler ve bu günahlara tevbe eder. Bazen tevbesini bozup aynı günahı tekrar işler, bir daha tevbe eder. Biz günah işleyip tevbe etmeseydik, Rabbim bizi helak eder günah işleyip tevbe eden kullar yaratırdı. Bu yüzden günah işliyoruz diye kesinlikle ümitsizliğe kapılmamalıyız. Sıkça tevbe etmeli ve peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa’nın (ASM) günde yetmiş kereden fazla tevbe-istiğfar ettiğini5 ve Yüce Rabbimizin onca günahımıza rağmen bizi tevbe etmeye davet ettiğini6 unutmamalıyız. Biz de Peygamberimiz (ASM)  gibi her gün sıkça tevbe-istiğfar etmeli, daima havf ve recâ ortasında olmalıyız. Ümitsizliğe kapıldığımız zamanlarda da Settar ve Afûvv olan Allah’ın şu ayetlerini pürdikkat dinlemeliyiz. “De ki: Ey nefislerine zulmeden kullarım! Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Çünkü Allah bütün günahları affeder. Gerçekten O; Ğafûr’dur, Rahîm’dir.” 7 Böyle diyen bir Allah’ımız varken biz mü’minlere ümitsizlik yakışır mı?

   Rabbim bizleri; işlediği günahların farkında olan nefsin ayıbını gören sürekli tevbe eden ve tevbeleri Allahın “tevbeten nasûha”8 buyurduğu nasûh tevbelerden olan ve aynı günahı bir daha işlememeye gayret eden kullarından eylesin. (Âmîn)

Dipnotlar:

  1. Kastamonu Lâhikası, Said Nursi, Bediüzzaman, Shf:205 99. Mektup, Yeni Asya Neşriyat, Nisan 2013
  2. Lem’alar, Said Nursi, Bediüzzaman Shf:220, Yeni Asya Neşriyat, Nisan 2013
  3. A.g.e. shf:220
  4. A.g.e. shf:220
  5. Buhari; Kütüb-i Sitte / Deavat
  6. Tahrîm Sûresi, 8. ayet
  7. Zümer Sûresi, 53. ayet
  8. Tahrîm Sûresi, 8. ayet

 

Said YÜKSEKDAĞ

said_yuksekdag@hotmail.com

Twitter: @SaidYuksekdag

www.NurNet.org

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: