Azerbaycan’dan bir hoş sada, güzel bir hatıra..

12.10.2010

Isparta

(Bismillah..) Dün sabah, 9. Bediüzzaman sempozyumu için Türkiye’ye gelen birkaç Azerî hanım kardeşimizle Barla’ya gittik. İsimlerini vermemem konusunda söz aldıkları için açık yazamıyorum -Ayşe Fatma, Meryem diyeceğim- ama dualarınızda ind-i İlahî’de gayet mübeyyin olan bu kardeşlerimizi unutmamanızı rica ederim.

Yolda Ayşe kardeş ile yaptığımız sohbetimizi aktarmak istiyorum.

Sabah  9.15’te İzmirli ve Azerî misafirlerimizle birlikte Barla yoluna çıktık. Bir müddet geçtikten sonra  tanışma  niyetiyle Ayşe kardeşle konuşmaya başladım. Gözleri cam gibi parlayan ve ruhundaki sürur yüzüne de yansıyan bu kardeşe klasik sorular sordum. Azerbaycan’ın neresindesiniz, dersleri nasıl yapıyorsunuz, dersanede kimler kalıyor, cemaat fazla mı vb. sorular.. Sonra Ayşe’ye eşinin Nur talebesi olup olmadığını sordum. Eşi vasıtasıyla nurları tanıdığını ve “3 ay önce eşinin şehit olduğunu” söyledi. Algılayamadım.. Karşımda müferrah ve mesrur gülümseyen bu genç hanımın eşinin 3 ay önce vefat ettiğini anlayamadım.. İnsan ister istemez müteessir oluyor, Ayşe : “Üzüldün mü?” dedi.

“Evet” dedim, tesellici yoldaş olmak istedim ama nafile, o kadar mukavemeti bulamadım kendimde. Ayşe müftehirane: “Ben üzülmüyorum, eşinin şehit olması herkese nasip olmaz” dedi. Ben hala Ayşe’nin hangi boyutta konuştuğunu algılayamıyordum, üzerinden 24 saat geçmesine rağmen hala aynı durumdayım. Ayşe ihlasla yoğrulmuş bir ruh; nasıl ki hayatı Allah için yaşamış, ölümü de Allah için olan eşi ve ondan öğrendiği bu keskin ihlasa dayalı bir insanlık seviyesinde yaşıyordu. O anda otobüs, Eğirdir elmalıkları, seyahat hepsi gözümden silindi ve Ayşe’nin nurlu sesiyle onun çıktığı yüksek alemde sohbete devam ettik. İnsan nur kardeşinden gelen muazzam inikas ile ruhen uruc ediyor, yükseliyor, elhamdülillah. O sabah bu seyahati lutfeden Rabbim’e çok şükrettim. Gayet sıradan başlayan seyahatimiz çok başka bir mecraya doğru, otobüsle beraber ilerliyordu.

Sonra eşiyle geçirdikleri hayat ve hizmet maceralarını anlatmaya başladı.

Eşi Anar Ağabey (Anar, Allah’ı zikreder manasında imiş)Azerî ordusunda Askerî Pilotluk yapmış. Okulda iken bir vesileyle namaz kılmaya başlamış ama komutanları hep Rus ve ateist oldukları için çok sıkıntı çektirmişler. Ayşe de 13-14 yaşlarında iken “namaz”ı merak etmiş. Ne olduğunu bilmeden araştırmış bir müddet. Aile büyüklerinden birinin namaz kıldığını öğrenmiş ve ona danışmış. Azerbaycan’da Şia uygulamaları yaygın olduğu için 3 vakit bir namaz öğretmişler, bir de namaz kılarken başının örtülü olması gerektiğini.. Ayşe de ruhunun ihtiyacıyla bu şekilde namaza başlamış.

Okulu bitirmesiyle Anar Abide evlilik niyeti olmuş. Lakin yaşadıkları şehirde tek namaz kılan hanım Ayşe ve tek namaz kılan bey de Anar Abi imiş. “Namaz kılmayanla evlenilmez” diyerek (ikisi de birbirini hiç görmeden) evliliğe karar vermişler. (Ayşe 18, Anar Abi 22 yaşında.)

Evlendikten 1 ay sonra Çeçenistan’dan savaş haberi gelmiş. Anar Abi “Müslüman kardeşlerim öldürülürken ben nasıl evimde otururum” diyerek Çeçenistan’a gitmek istediğini söylemiş. Bütün ailesi çok kızmış, “Madem savaşa gidecektin, halkın kızını niye aldın?”diye azarlamışlar ama nafile.  Anar Abi, kararını vermiş ama eşinden gitmek için izin istemiş.  “İzin verir misin?” diye, kahraman kardeşimiz Ayşe de “Hayat senin, nasıl istersen öyle yap” diyerek tam teslimiyetle karşılamış.

Bu sırada Anar Abi Risale-i Nurları tanımış. Ona risaleleri tanıtan Türk abi “Çeçenistan’a gidip insanların dünya hayatını kurtaracağına Risale-i Nurlarla insanların ebedî hayatlarını kurtar.” demiş. Anar Abiye de bu daha makul gelmiş ve bundan sonraki ömrünü hizmete tam manasıyla vermeye niyet etmiş.

Azerbaycan’da abinin vazifesinden ötürü askerî lojmanda yaşıyorlarmış ve İslamî yönden çok sıkı denetim altındalarmış. Diğer subayların da kışlanın herhangi bir yerinde namaz kılmasına izin yokmuş. Anar Abi kendi gibi namaz kılan diğer subaylar için evini mescid yapmış. Nasıl..?

Ayşe, eşi evden çıkar çıkmaz kendini odasına kilitliyor, evin kapısını açık bırakıyor. Böylece hangi saat olursa olsun ev daima subayların namaz kılmaları için müsait oluyor. Fırsatını bulan subay da gelip vazife-i ubudiyetini yapıyor. Ayşe dedim, “Bir ihtiyacın olunca ne yapıyordun, odandan hiç mi çıkmıyordun?”. “Eşim öğlen geliyordu, o evden çıkmadan bütün ihtiyaçlarımı karşılayıp tekrar odama dönüyordum” dedi. Bu şekilde Ayşe’nin evi 1 sene mescid olarak kullanılmış. Anar Abi bu sürede de boş durmuyor, Nurları etrafındaki  insanlara anlatmaya, neşretmeye çalışıyormuş.

(Devamı bir sonraki yazıda inşallah. Şehit abimizin şirin yavruları Muhammed ve Nurseven için hassaten dua bekliyoruz..)

Nâbi

www.NurNet.org

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: