Azınlıklar, Müslümanlara emanet, mabetleri yıkılamaz!

İslam dünyasının tarihte şahit olunmayan bir dönemden geçtiğini söyleyen Görmez, İslamafobia, ırkçılık gibi söylemlerle yüreklerde oluşan nefreti ortadan kaldırmak gerektiğini söyledi. İnsanlığın yeni bir durumla karşı karşıya kaldığını söyleyen Diyanet İşleri Başkanı “Dünyanın her yerinde Müslümanlar, başka medeniyetin mensupları ile birlikte yaşamaya başladılar. Bunun için bizim tarihte gerçekleştirdiğimiz birlikte yaşama tecrübelerini yeniden keşfetme zorunluluğumuz var.” ifadelerini kullandı.

Suudi Arabistan Baş müftüsünün ülkedeki kiliselerin yıkılması ile ilgili sözlerini eleştiren Görmez, “İslam dünyasında asırlarca varlıklarını sürdüren dini azınlıklar, Müslümanlara emanettir. Hiçbir Müslüman’ın bu emanetlere hıyanet etme hakkı ve salahiyetleri yoktur.” dedi. Batı’da İslam’ın uç yorumlarının kendisini hissettirmesinden yakınan Görmez bu durumun İslam’ın yanlış anlaşılmasına neden olduğunu söyledi. Heybeliada Ruhban Okulunun açılmamasının bu topraklarda inşa edilen medeniyete yakışmadığını dile getirdi. Yeni eğitim sistemine de değinen Diyanet Reisi, bunun yeni bir çatışma alanı haline getirilmemesini isteyerek, Kur’an-ı Kerim’in öğrencilerin yaşı dikkate alınarak öğretilmesi ve lafsının yanı sıra manasının da okutulması çağrısında bulundu.

– Bir kesim medeniyetler çatışması derken, Türkiye’yi temsilen Diyanet Reisi olarak Çin, AB ülkeleri ziyaretleriyle dünyanın değişik ülkeleriyle temaslar kuruyorsunuz. Buralarda İslam dünyasına nasıl bakılıyor?

Bundan 50 sene önce dünyanın büyük bir kısmında herhangi büyük bir Müslüman topluluktan söz etmek mümkün değildi. Bugün öyle bir dünyada yaşıyoruz ki içinde herhangi bir Müslüman azınlığın olmadığı ülke yok. Dünyanın her yerinde İslam kültürünün mensupları, başka medeniyetin mensupları ile birlikte yaşamaya başlamışlardır. Bunun için bizim tarihte gerçekleştirdiğimiz birlikte yaşama tecrübelerini yeniden keşfetme zorunluluğumuz var. Bizim elimizde olmadan birileri bir çatışma kültürünü besliyor, bir çatışma dili oluşturuluyor. Bu çatışma kültürünü de ortadan kaldıracak bir çabaya ihtiyaç var.

Diyanet olarak henüz yeterli olduğumuzu söyleyemeyiz ama çabamızın önemli olduğunu düşünüyorum. Birileri kültürler arası çatışmadan yangın çıkarmak istiyor. Bazı yerlerde bu yangın çıkmış vaziyette. Biz de Hz. İbrahim’in ateşine su götüren karınca misali bir şekilde yüreklerde oluşan nefreti ortadan kaldırmak için elimizden geleni sarf etmemiz gerekiyor.

– İslamofobia, ırkçılık nefret suçları gibi uluslar arası anlamda suç teşkil eden hastalıklar toplumlar arasında yaygınlaşıyor. Bunun önlemek için neler yapılmalı?

Maalesef İslam dünyasında bazı kesimler eczacı yöntemiyle tedavi olmayı deniyor. Eczaneden ilaç alarak tedavi olmayı denediğimiz zaman kendi sorunlarımızı çözmek bir yana, yeni sorunlar ortaya çıkarırız. Bütün İslam dünyasının bilgi kaynaklarını ve bilgi üretme düzeneklerini, metodunu ve İslam âlimi yetiştirme düzeneklerini gözden geçirme zarureti var. Bugün bizim sahip olduğumuz İslam müktesebatı hem İslam dünyasında kendi aramızda ortaya çıkan sorunlarımızı hem de dünyada ortaya çıkan yeni verili durumun üstesinden gelebilecek güç ve kuvvette değil. Dolayısıyla İslam dünyasının bütün bu sorunları çözümü için mevcut olan müktesebatını yeniden gözden geçirmeye ihtiyacı var.

– Yine Suriye, Irak, Afganistan gibi İslam coğrayasında iç çatışma görüntüsü var. Bunun önlenmesi adına diplomatik olarak ve kardeşlik hukuku açısından neler yapılabilir?

Müslümanlar arasındaki çatışma o kadar can yakmaya başladı ki birbirimize diplomasi uygulayarak sorunları çözebileceğimiz kanaatinde değilim. Bütün kardeşlerin yüreklerini birbirine açarak bunu ele almaları gerekiyor. Kutlu doğum haftasında bu başlığı seçme amacımız; İslam kardeşliğini yeniden nasıl bir retorik, bir söylem olmaktan çıkarıp bir ahlak ve hukuk haline getirebiliriz çabası. Gerçekten çok zengin bir İslam irfan geleneği var ve bu gelenek ‘Yaratıcı‘ eksenli bir kardeşlikten o kadar söz etmiştir ki bugün insanlığın buna ihtiyacı var. Ama biz Müslümanlar bunu ihmal ettik.

Özellikle irfan geleneğini, bazı anlayışlar gayri İslami ilan ettiler. Onun doğurduğu boşluk şuan pek çok sorununa yol açmıştır. İslam’ın daha çok tarihi, kültürü ve yaşanmışlıkları yok sayan, sadece dini metinleri bir kanun metnine dönüştürerek hüküm çıkarmaya çalışan bir anlayışın, modernizmin bir eserin olarak İslam dünyasını kuşatmaya çalıştığını hepimiz biliyoruz. Bu uçlar özellikle birbirleriyle mücadele ettiği için de ana yol dediğimiz yani Kur’an ve sünnetin bir şekilde dışlandığını görüyoruz. Bugün Batı İslam ikileminde İslam’ın kendisi görünürde yok. İslam’ın uç yorumları görünürde. Bu da İslam’a ve tüm Müslümanlara ve İslam’ın kitabına ve peygamberlerine mal edilmek isteniyor. Bu doğru değil.

– Suudi Arabistan’ın baş müftüsünün kiliselerin ortadan kaldırılabileceğine yönelik açıklamaları oldu. Kur’an, Sünnet ve İslam devlet ve topluluklarının müktesebatı açısından baktığınızda bu açıklamayı nasıl değerlendiriyorsunuz?

Böyle bir açıklamanın, İslam’ın kendi asli kaynaklarıyla, Hz. Peygamber’in (sas) kendi çağında Müslüman olmayan topluluklarla imzaladığı bütün anlaşmalarla, İslam Medeniyetinin tarih boyunca en büyük rüçhaniyeti olan farklı dinleri, kültürleri, mabetleri yanyana yaşatma tecrübesiyle hiçbir ilişkisi yok. Zayıf, üzerine hiç hüküm bina edilemeyecek olan ve doğrudan Hz. Peygamber’in ana uygulamalarına aykırı denilebilecek bir rivayeti esas alarak böyle bir açıklama yapmak doğru olmaz. Böyle bir şey söyleyebilmek için Kuran’ı Kerim’in din özgürlüğü ve farklı din mensuplarına verdiği hakları, Hz. Peygamber’in hayatındaki bütün uygulamaları bir kenara bırakmak lazım. Böyle bir fetva için, Hz. Peygamber’in Necran, Eyle, Yemen, Hicaz Hıristiyanlarıyla yaptığı ve bugün orijinal metinleri hala elimizde olan vesikaları yok saymak lazım. İstanbul’da, Endülüs’te, Bağdat’ta, Şam’da Müslümanların tarih boyunca yaşadıkları tecrübeleri yok saymak lazım. Fatih Sultan Mehmet’in Galata ve Bosna’daki Hıristiyanlarıyla yaptığı sözleşmeler keza aynı. Bütün bunları yok sayarak ancak böyle bir şey söylenebilir. Ben açıkça ifade edeyim: Ortadoğu’da İslam dünyasında asırlarca varlıklarını sürdüren dini azınlıklar İslam medeniyetinin her bir Müslüman emanetidir. Hiçbir Müslümanın bu emanetlere hıyanet etme hakkı ve salahiyetleri yoktur. Biz batıda herhangi bir ırkçı ayrılıkçı kimsenin içindeki nefreti ortaya koymak için caminin duvarına ırkçı bir yazı yazmasından ne kadar rahatsız oluyorsak, İslam dünyasının herhangi bir yerinde asırlarca varlığını sürdürmüş olan deyr, manastır, kilise, havra yada herhangi bir mabet herhangi bir Müslüman tarafından en küçük bir yanlışa maruz kaldığında da aynı rahatsızlığı hissetmesi, bizatihi inancımızın bize yüklediği bir sorumluluktur.

– Yani İslam dini bunun hukukunu da oluşturmuş durumda…

Evet. Yüce dinimiz bizimle beraber yaşayan gayrimüslimlere nasıl davranacağımızı bize bırakmamış, hak, hukuk ve ahlak çerçevesinde prensiplere, ilkelere bağlamıştır. Düşünebiliyor musunuz bir Peygamber; “Müslümanlarla beraber, Müslümanların emanı altında yaşamayı kabul etmiş bir gayrimüslime eziyet eden bana eziyet etmiş olur. Bana eziyet eden, Allah’a eziyet etmiş olur.” buyuruyor. Geçenlerde Lübnan Maruni Kilisesi papazları beni ziyaret etti. Onlara Osmanlı arşivinden 4 belge hediye ettim. 1890 da Lübnan Marunilerinin başındaki Papaz Yohanna Efendi, Cebeli Lübnan Mutasarrıflığı’na bir yazı yazıyor: “Biz Roma’da din adamı yetiştirmek üzere papaz mektebi açmak istiyoruz. 10 bin altına ihtiyacımız var. Lütfen bize yardımcı olun.” Yazı İstanbul’a geliyor. Sultan Abdülhamit’e takdim ediliyor. Sultan 10 bin altının tahsis edilmesini istiyor. Ve en zor zamanımıza denk gelmesine rağmen Beytülmalden yardım gönderiliyor. Bizim tarihimiz bunun çok büyük örnekleriyle doludur.

KUR’AN ÇOCUKLARIN YAŞLARI DİKKATE ALINARAK ÖĞRETİLMELİ

– 4+4+4 eğitim sistemi ile Kur’an-ı Kerim ve Siyer seçmeli hale geldi. Bu eğitimi kimlerin vereceği ve eğitim içeriğin kaliteli ve müktesebata uygun şekilde verilmesi için neler yapılmalı?

Bu tartışmaların başladığı günden itibaren üzerinde en çok durduğum husus Türkiye’de din üzerinden bir ayrışma meydana gelmemesi yönünde. İnsan kaynağına gelince, Türkiye eş zamanlı olarak bu açığını kapatacak ölçüde ilahiyat fakülteleri açtı. Yani 23’ten 53’e çıktı ilahiyat fakültesi sayısı. Zannediyorum 53’le de yetinilmeyecek. Dolaysıyla Türkiye’de üniversite sisteminin çok kısa sürede bunun üstesinden gelebileceği kanaatindeyim.

– Yaygın eğitimde siz de Kur’an eğitimini milyonlara taşıyorsunuz…

Diyanetin görevi yaygın din eğitimidir. Milli Eğitim Bakanlığı daha çok örgün eğitim, hatta din eğitiminin de örgün kısmı tamamen MEB’in uhdesindedir. Eğer bize bir işbirliği çerçevesinde sorulursa, benim kanaatim: Kur’an-ı Kerim’i yüzünden okumayla birlikte mutlaka belirli yaş seviyelerine göre Kur’an’ın içeriği hakkında da yani Türkçe anlamlarından da çocukların haberdar olması, en azından belli ünitelerin de bu konuya tahsis edilmesinin daha faydalı olacağı yönünde. Avrupa’dan Batı muhitlerindeki din eğitiminde, İncil eğitiminde bu çok gelişmiş bir konudur. Kur’an’ın muhtevasının yanı sıra çocukların yaşları da dikkate alınarak, içindeki muhtevasını tasnif etmek ve onu lafzını ve nazmı ile birlikte anlamını da çocuklara vermek mümkündür. Bunun gelişmiş dünyada çok güzel teknikleri vardır. Bunu Diyanet İşleri Başkanı olarak önemsiyorum.

– Gayrimüslimlerin sıkça dile getirdikleri Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılmasıyla ilgili düşünceleriniz nedir?

Anlayış itibariyle Türkiye’de yaşayan Ortodoks vatandaşların kendi din adamlarını yetiştirmek için Selanik’e, Yunanistan’a, yahut Ermeni vatandaşların din adamı yetiştirmek için çocuklarını Ermenistan’a göndermek zorunda kalmasının, bizim bu topraklarda inşa ettiğimiz medeniyetin büyüklüğüne yakışmadığına inanıyorum. Daha 6-7 sene önce üniversite bünyesinde böyle bir imkanın tanınması için çalışmaların başladığını biliyorum. Ancak azınlık cemaatler böyle bir yapıyı kabul etmediler. Geleneksel yapı içerisinde bunun olması gerektiğini ifade ettiler. Dolayısıyla onların da bu isteklerini dikkate alarak en güzel şekilde bu sorun çözülmeli. Din, inanç ve dini eğitim özgürlüğü e insan hakları konusunda ben uluslararası ilişkilerde egemen olan muadelet prensibinin doğru olmadığını düşünürüm. Yani “Başka ülkelerde veya yanı başımızdaki bir Müslüman azınlığa şu yapılıyor, öyleyse ben de bunu yaparım.” demeyi bir ilim adamı ve Diyanet İşleri Başkanı olarak doğru bulmam.

 FATİH UĞUR, CİHAN YENİLMEZ / Zaman Gazetesi

Suudi Arabistan’ın baş müftüsünün kiliselerin ortadan kaldırılabileceğine yönelik açıklamaları oldu. Kur’an, Sünnet ve İslam devlet ve topluluklarının müktesebatı açısından baktığınızda bu açıklamayı nasıl değerlendiriyorsunuz?

Böyle bir açıklamanın, İslam’ın kendi asli kaynaklarıyla, Hz. Peygamber’in (sas) kendi çağında Müslüman olmayan topluluklarla imzaladığı bütün anlaşmalarla, İslam Medeniyetinin tarih boyunca en büyük rüçhaniyeti olan farklı dinleri, kültürleri, mabetleri yanyana yaşatma tecrübesiyle hiçbir ilişkisi yok. Zayıf, üzerine hiç hüküm bina edilemeyecek olan ve doğrudan Hz. Peygamber’in ana uygulamalarına aykırı denilebilecek bir rivayeti esas alarak böyle bir açıklama yapmak doğru olmaz. Böyle bir şey söyleyebilmek için Kuran’ı Kerim’in din özgürlüğü ve farklı din mensuplarına verdiği hakları, Hz. Peygamber’in hayatındaki bütün uygulamaları bir kenara bırakmak lazım. Böyle bir fetva için, Hz. Peygamber’in Necran, Eyle, Yemen, Hicaz Hıristiyanlarıyla yaptığı ve bugün orijinal metinleri hala elimizde olan vesikaları yok saymak lazım. İstanbul’da, Endülüs’te, Bağdat’ta, Şam’da Müslümanların tarih boyunca yaşadıkları tecrübeleri yok saymak lazım. Fatih Sultan Mehmet’in Galata ve Bosna’daki Hıristiyanlarıyla yaptığı sözleşmeler keza aynı. Bütün bunları yok sayarak ancak böyle bir şey söylenebilir. Ben açıkça ifade edeyim: Ortadoğu’da İslam dünyasında asırlarca varlıklarını sürdüren dini azınlıklar İslam medeniyetinin her bir Müslüman emanetidir. Hiçbir Müslümanın bu emanetlere hıyanet etme hakkı ve salahiyetleri yoktur. Biz batıda herhangi bir ırkçı ayrılıkçı kimsenin içindeki nefreti ortaya koymak için caminin duvarına ırkçı bir yazı yazmasından ne kadar rahatsız oluyorsak, İslam dünyasının herhangi bir yerinde asırlarca varlığını sürdürmüş olan deyr, manastır, kilise, havra yada herhangi bir mabet herhangi bir Müslüman tarafından en küçük bir yanlışa maruz kaldığında da aynı rahatsızlığı hissetmesi, bizatihi inancımızın bize yüklediği bir sorumluluktur.

– Yani İslam dini bunun hukukunu da oluşturmuş durumda…

Evet. Yüce dinimiz bizimle beraber yaşayan gayrimüslimlere nasıl davranacağımızı bize bırakmamış, hak, hukuk ve ahlak çerçevesinde prensiplere, ilkelere bağlamıştır. Düşünebiliyor musunuz bir Peygamber; “Müslümanlarla beraber, Müslümanların emanı altında yaşamayı kabul etmiş bir gayrimüslime eziyet eden bana eziyet etmiş olur. Bana eziyet eden, Allah’a eziyet etmiş olur.” buyuruyor. Geçenlerde Lübnan Maruni Kilisesi papazları beni ziyaret etti. Onlara Osmanlı arşivinden 4 belge hediye ettim. 1890 da Lübnan Marunilerinin başındaki Papaz Yohanna Efendi, Cebeli Lübnan Mutasarrıflığı’na bir yazı yazıyor: “Biz Roma’da din adamı yetiştirmek üzere papaz mektebi açmak istiyoruz. 10 bin altına ihtiyacımız var. Lütfen bize yardımcı olun.” Yazı İstanbul’a geliyor. Sultan Abdülhamit’e takdim ediliyor. Sultan 10 bin altının tahsis edilmesini istiyor. Ve en zor zamanımıza denk gelmesine rağmen Beytülmalden yardım gönderiliyor. Bizim tarihimiz bunun çok büyük örnekleriyle doludur.

KUR’AN ÇOCUKLARIN YAŞLARI DİKKATE ALINARAK ÖĞRETİLMELİ

4+4+4 eğitim sistemi ile Kur’an-ı Kerim ve Siyer seçmeli hale geldi. Bu eğitimi kimlerin vereceği ve eğitim içeriğin kaliteli ve müktesebata uygun şekilde verilmesi için neler yapılmalı?

Bu tartışmaların başladığı günden itibaren üzerinde en çok durduğum husus Türkiye’de din üzerinden bir ayrışma meydana gelmemesi yönünde. İnsan kaynağına gelince, Türkiye eş zamanlı olarak bu açığını kapatacak ölçüde ilahiyat fakülteleri açtı. Yani 23’ten 53’e çıktı ilahiyat fakültesi sayısı. Zannediyorum 53’le de yetinilmeyecek. Dolaysıyla Türkiye’de üniversite sisteminin çok kısa sürede bunun üstesinden gelebileceği kanaatindeyim.

– Yaygın eğitimde siz de Kur’an eğitimini milyonlara taşıyorsunuz…

Diyanetin görevi yaygın din eğitimidir. Milli Eğitim Bakanlığı daha çok örgün eğitim, hatta din eğitiminin de örgün kısmı tamamen MEB’in uhdesindedir. Eğer bize bir işbirliği çerçevesinde sorulursa, benim kanaatim: Kur’an-ı Kerim’i yüzünden okumayla birlikte mutlaka belirli yaş seviyelerine göre Kur’an’ın içeriği hakkında da yani Türkçe anlamlarından da çocukların haberdar olması, en azından belli ünitelerin de bu konuya tahsis edilmesinin daha faydalı olacağı yönünde. Avrupa’dan Batı muhitlerindeki din eğitiminde, İncil eğitiminde bu çok gelişmiş bir konudur. Kur’an’ın muhtevasının yanı sıra çocukların yaşları da dikkate alınarak, içindeki muhtevasını tasnif etmek ve onu lafzını ve nazmı ile birlikte anlamını da çocuklara vermek mümkündür. Bunun gelişmiş dünyada çok güzel teknikleri vardır. Bunu Diyanet İşleri Başkanı olarak önemsiyorum.

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: