‘Bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum’ sözünden ne anlamalıyız?

Mehmet Abidin Kartal

Ses, lisanı meydana getiren en küçük unsurdur. Harf ise sesin yazıdaki karşılığıdır. Yazı yazmak için kullanılan işaretler harflerdir. Harflerin hepsi alfabeyi meydana getirir. Bir bilgiyi, düşünceyi, konuyu anlatmak, yazmak için harf dizisinden, heceden meydana gelen, anlamı olan ses birliği, laf, lafız, kelam, lakırdı olarak tanımlamaya da söz diyoruz. Eskiler sözü “fikrin bir kisve-i müstearı” diye tanımlamışlar; sözün hayırlısı, güzel olanı hem kalîl (kısa/ öz), hem de zîdelil (bir kaynağa dayanan) bulunanıdır, tavsiyesinde bulunmuşlardır

Bütün ilimlerin, gelişmelerin  malzemesi ve esası sözdür. Kitapların meyvesi sözlerdir. İnsan, düşünce ve gönül dünyasındakileri hep sözle ifade etmiştir. Dil, aklın da kalbin de tercümanı olmuştur. İnsanı diğer varlıklardan ayıran sözdür; insan sözle diğer varlıklardan üstün olur; diğer taraftan yine sözüyle hayvandan aşağı olabilir.

‘Bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum’

Hz. Ali Efendimizin bu kısa sözünde çok büyük manalar yüklüdür. Her şeyden önce okumanın, ilim öğrenmenin, eğitimin önemi vurgulanmaktadır.

Bu sözde, insanlığın kurtuluş reçetesi İslam gelmeden önce köleliğin, beşeriyetin yaşadığı yüz karası bir dönem olduğu, kaldırılmasının da zor olduğu, kaldırılmasının ilimle, okumakla, eğitimle olacağı mesajı verilmektedir. Devletin başkanı, Halife Hz. Ali efendimiz insanın hakiki insan olmasının okumakla, öğrenmekle olacağını, insanın ancak doğruyu, yanlışı, güzeli, çirkini, haklıyı, haksızı, cehaleti, bilgili olmayı, adaletle hükmetmeyi bu şekilde başarabileceğini ifade etmektedir.

Kur’an, “De ki: Bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Doğrusu ancak aklıselim sahipleri öğüt alır.” (Zümer, 39/9) buyururken, Hz. Ali (r.a) yukarıdaki özlü sözüyle, Dinini anlama ve anlatma adına hareket ettiğini gösterir.

Bilmek öğrenmekle olur. Öğrenme ve öğretmede, medeniyetlerin ilerlemesi ve yükselmesinin en önemli aktörleri hep öğretmenler olmuştur. Öğretmen, insan yetiştiren bir sanatkardır. Bu sanatın adı, eğitim, davranışları değiştirme sanatı. Kişide olumlu, faydalı davranışların yerleşmesi, olumsuz davranışların sonlandırılması amacıyla sürdürülen sistematik bir program, insanı insan yapan bir süreçtir. İnsanın insan olabilmesi, onun beşikten mezara kadar bir eğitim sürecinden geçmesini zorunlu kılar. Bu sürecin en önemli öğesi öğretmendir. Öğretmen, kendisine emanet edilen çocukların “insan” olarak yetişebilmeleri için onları maddi ve manevi açıdan sevgiyle şekillendirir. Bu, öğretmenlerin, birer sanatkâr olduklarının bir göstergesidir. Öğretmen, yaratılanların en şereflisi olan insanı yetiştiren, gelişimine katkı sağlayan ve terbiye eden sanatkardır.

Hayatımızın her alanında bizlere, insanlığa örnek olan Sevgili Peygamberimiz (sav), aynı zamanda beşeriyetin öğretmenidir. Bu gerçek Kur’an-ı Kerim’de şöyle beyan edilir: “Nitekim kendi içinizden size ayetlerimizi okuyan, sizi kötülüklerden arındıran, size Kitab’ı ve hikmeti talim edip size bilmediklerinizi öğreten bir Resul gönderdik.”(Bakara-151)

Öğretmenlerimizin önlerinde çok muazzam bir model vardır. En güzel, en mükemmel öğretmen Hz. Muhammed Mustafa (sav)’dır. Kendisinin bir muallim olduğunu Sevgili Peygamberimiz (sav) şu sözü ile ifade eder: “Ben ancak öğretici olarak gönderildim.”

Konumumuz ne olursa olsun hepimiz birer eğitimciyiz, öğretmeniz aslında. Hepimiz ya öğretici ya da öğrenci konumundayız. Bizleri bu anlamda daima dinamik tutan “Yaradan Rabbinin adıyla oku” ve “Sakın cahillerden olma” gibi ayeti kerimeler ile, en güzel öğretmen, Peygamberimizin (sav)“İlim öğrenmek, kadın-erkek her Müslüman’a farzdır” ve “Ya öğreten, ya öğrenen, ya dinleyen ya da bunları seven ol. Beşincisi olan cahillerden olma, helak olursun” gibi hadisi şeriflerdir.

Girdiği mescitte biri Kur’ân okuyup Allah’a dua eden, diğeri ilim öğrenen ve öğreten iki ayrı topluluk görünce her iki grubun da hayır üzere olduğunu, ama birinin diğerinden daha üstün bir iş yaptığını buyuruyor ve ilave ediyor Sevgili Peygamberimiz (sav): “Şunlar, Allah’a dua ediyorlar, O’na yöneliyorlar. Allah dilerse istediklerini onlara lütfeder. Fakat şu ikinci topluluğa gelince; onlar ilim öğreniyorlar ve bilmeyene o konuda bilgi veriyorlar. Ben de zaten bir öğretmen olarak gönderildim.” Ardından gönderiliş amacını iyice açıklamak ister gibi ilimle meşgul olan halkaya katılıyor Efendimiz.    ( İbn Mace, I/83, el-Mukaddime, Babu Fadli’l-Ulemâi ve’l-hassi alâ talebi’l-ilim.)

Ne diyor, Hazreti Ali Efendimiz, “bana bir harf öğretenin kırk yıl  kölesi olurum.” Ama o harf “mana-yı ismi ”ile değil, “ mana-yı harfi” ile olursa… Yani bize a’yı, b’yi öğretenler, a’nın bir harf olduğunu, bir harfin kendisini ancak bir harf kadar gösterebileceğini ders verdikten sonra, eğer o harfi yazan yani ortaya koyan yazarından, sanatkârından söz etmezlerse olmaz. İşte ideal öğretmen, aranan öğretmen kainata, olaylara “mana-yı harfi” ile bakan, mesleğinin hakkını veren öğretmendir.

Mana-yı harfî, lügat ilmi itibariyle başkasının manasını göstermek, başkasının bilinmesine hizmet etmek anlamını taşır. Mana-yı ismî ise, bir şeyin kendi şahsına ve zatına bakan cihetini ifade eder.

Mana-yı harfi: Mahlukata ve bütün kainata Allah hesabına ve Allah’ın sanatı ve eseri nazarı ile bakmaktır. Yani kendi başına bir mana ifade etmez; ancak başkasına işaret ederse anlam kazanır manasınadır. Bir elmada kendi nefsine bakan bir yön varsa, Mucidi ve Sanatkarı olan Allah’a bakan yüzlerce yönü vardır. İşte burada sanatkara ve mucide bakan yüzlerce yöne mana-yı harfi denilmiştir. Süleymaniye camisinin sanatkarı Mimar Sinan’dır. Süleymaniye camisini gezenler  bu eseri kim yapmış diye merek ediyorlar ve Mimar Sinan’ın yaptığını öğreniyorlar. Mimar Sinan’ın büyük bir mimar olduğunu takdir ediyorlar. Olaya mana-yı harfi yönünden yaklaşıyorlar. Sanat varsa sanatkar da vardır. Kainata, içindekilere, yaratılmışlara bakarken de bu gözle bakmak akılı olmanın gereğidir. Süleymaniye camisinin kubbesine bakan her akıllı kubbeyi bir mimarın yaptığını kabul ediyorsa, dünyanın kubbesi gökyüzüne bakan aynı akıllı, dünyanın kubbesini ve içindekileri Yaratan sanatkarı, mimarı kabul etmek zorundadır. Bu yaratanda bir olan Allah’tır. Kabul etmeyene insan denilebilir mi? Bu bakış  mana-yı harfi bakışıdır.

Artık, çiçeği çiçek olarak değil, Allah’ın çiçeği olarak anlattıkları için… Harfi harf olarak değil, o harfi yazandan bahsettikleri için… Tabiatı, bitkileri, hayvanları, ağaçları, fiziği, kimyayı, edebiyatı, coğrafyayı, tarihi, ne varsa, her şeyi ama her şeyi Allah’ın (c.c.) yarattığını bilerek, hissederek ders verecek öğretmenlere ihtiyacımız var.

Eğitimde mana-yı harfi anlayışını öğretmenler nasıl anlatacak?

“Vicdanın ziyası, ulum-u diniyedir. Aklın nuru, fünun-u medeniyedir. İkisinin imtizacıyla hakikat tecelli eder.” Yani, demek ki, medeniyetin ürettiği fen ve teknolojinin aydınlatacağı merkez akıldır. Din ilimlerinin, manevi ilimlerin aydınlatacağı yer ise vicdandır. Dolayısıyla bu iki kanat birbiriyle çarpışan, çatışan değil, kaynaşan, bütünleşen bir sistemdir.

Bu iki yönlü insanı tek yönlü olarak eğitirsek ne olur?
Sadece aklını aydınlatacak olan fen ilimlerini verirsek veya sadece kalbini, vicdanını aydınlatacak olan din ilimleri ile eğitirsek o zaman ne olur?

Böyle bir durumda, yani din ile fen ilimleri ayrıldığı vakit, birinden taassup, diğerinden ise hile ve şüphe ortaya çıkar… Sadece fen ilimleri verilmesi halinde hile ve şüpheci bir anlayış, her şeye şüphe ile bakan, kimseye güvenmeyen, hileci ve her şeyi inkar eden mutsuz bir anlayışa sahip insan modeli ortaya çıkar. Kısacası her iki tarafta da yarı aydın insanlar oluşmuş olur. Sonuç, eğitim görmüş doktor, avukat, mühendis olmuş ama aynı zamanda terörist olmuş insanlarla karşılaşırız. Sahte inkar tohumları eken öğretmenler ve öğretiler yüzünden kan gölüne dönen ve anlamsız yaşayan dünyanın ve insanların imdadına, aklı ve vicdanı eğitecek, necisin, nereden gelip nereye gidiyorsun sorularına cevap verecek eğitim sistemlerinin ele alınması elzemdir. Kainata, ilimlere,  olaylara “mana-yı harfî” ile bakışı esas alan eğitim esas alınmalıdır. Bu bakış insanı insan yapan bakıştır. Hz. Ali efendimizin  ‘Bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum’ sözündeki harf, “mana-yı harfî” ile bakışı esas alır.

Yaşadığımız dünyadaki sıkıntıların, tecavüzlerin, zulümlerin temelinde  “mana-yı ismî”nin ön plana çıkartılması yatmaktadır. Nasıl ki, Mimar Sinan’ı inkar eden bir adam; Sinan’ı inkara bedel, Süleymaniye’nin her bir taşına Sinan’ın ilim ve yeteneğini yüklemek zorundadır. Öyle de, tek bir İlah’ın varlığını kabul etmeyenler, şuursuz sebepler ve cansız zerreler sayısınca ilahların varlığını kabule mecbur kalmaktadırlar.

“Mana-yı ismî” ile bakış, en korkunç faturasını insana ödetmektedir. Çünkü bu bakış insanın Allah’la, bir Yaratıcıyla bağını kesmiş, Allah’a kul olamayan insan her şeyin kulu olmuştur. Nefsinin, menfaatinin, paranın, zevk ve hazzın… “Halife-i arz” makamımdan, hayvaniyet derekesine düşmüş, bozulmuştur. “Belhum adall” (hayvandan da aşağı) seviyeye düşmüştür. “Mana-yı ismî” bakış ile Allah’a kulluk çizgisinden uzaklaşan, her şeyin kulu olan,  sorumluluğunu bilmeyen, kendini her yönden sınırsız özgür, serbest bilen, heva ve nefsinin zevkine, arzularına göre yaşayan bir insandan, bir idareciden kendine ve insanlığa hayırlı, güzel işler yapmasını beklemek beyhudedir. Çözüm, olaylara, kainata “mana-yı harfî” ile bakan, tefekkür eden insan yetiştirmek.

Not: Bu makale Strateji Rekabet dergisi, Aralık 2018 Sayı:14 Cilt:2 Sayfa: 24-26’da yayınlanmıştır