Bana geri verin Çaldıklarınızı!

Bir zamanlar mâsum bir Anadolu çocuğuydum temiz fıtratı içinde…

Elinde Kur’ân, göğsünde imânın hüküm sürdüğü selîm yaratılışın en güzel nümûnelerini yansıtırken; dünya seyahatindeki yürüyüşüm esnasında etrafımı saran hırsızlar, yolumu kesen şakîler tarafından heybemdeki cevherlerin, terkimdeki değerli eşyalarımın çalındığının yıllar sonra farkına vardım ne yazık ki!

Hani nerede o huşû’ içinde kıldığım namazlar, el açıp yaptığım hâlis niyazlar?

Bir zamanlar, tek vakit namazım geçmesin diye, nefes nefese kalırken, cemaat sevabı almak için camiye koşarken, sistemin çarkları arasında kıskaca alınan benliğim, yitirdiğim değerlerim, kaybettiğim cevherlerim neredisiniz?

Harama nazar etmeyen bakışlarım, Bâtıla/münkere çattığım kaşlarım, zındıkaya eğilmeyen başlarım neredesiniz?

Tarihimin yedi iklimdeki şanlı destanını bir magazin dizisine hapsedenler, ecdat ruhundan tek satır bulamadığım kokuşmuş entrikaların kol gezdiği bir senaryoya mahkum edenler! Bana gerçek tarihimi geri verin.

Saadet devirlerinin nezih ortamını o kadar özledim ki!

Dedemle birlikte sabah namazlarını amcalarımın refaketinde kıldığımız, arkasından Yâsînler okuduğumuz, sıcak tandır ekmeği eşliğinde mütevâzi kahvaltılarda buluştuğumuz o mutlu atmosferimi istiyorum.

Eğitimden, okuldan, öğretmen ve öğrenciden Besmeleyi çaldınız. Gönüllerden ve dimağlardan merhâmet ve şefkati kopardınız. Çıkarcı, korkak, ürkek, tefekkürsüz ve tezekkürsüz bir nesil türettiniz.

Bilmem hangi “izmler” adına onsekiz yıl bu ülkede Ezan-ı Muhammedîleri yasakladınız. Ceridelerde din ve mukaddesat adına tek satıra izin vermediniz. Allah demeyi bile yasakladınız. Topyekûn değerlerle savaştınız. Ve yakın tarihin gerçek yüzünü genç kuşaklardan sakladınız. İrtica yaygarasıyla yıllarca inananlara kan kusturdunuz, dar ağaçlarında nice mâsûmlara kıydınız rejimi koruma adına.

Bir de kalkıp Diyanet İşleri Başkanlığı’nın organizesi ve öğretmenlerin gözetimi altında pırıl pırıl gençlerimizin Umre ziyareti yapmalarına, yüzünüz kızarmadan karşı çıktınız.

Mezuniyet balolarına, bilmem ne gecelerine/günlerine, Eyfel gezilerine (batıl efkâr ve ahvâlinizi örneklerle tasvir ederek safi zihinleri daha fazla bulandırmak istemiyorum) ilericilik adına alkış tutarken, Allah’ın (c.c) kutsal evine, müslümanların kıblesi Kâ’beye, Resûl-i Kibriyâ’ya (a.s.m) müteveccihen yapılacak kutsal yolculuğa bile tahammül edemediniz.

İşte sizin demokrasi (!) anlayışınız bu…

Şimdi ise, anarşi ve terör belasıyla ağır bir imtihanın kıskacında Osmanlı’nın torunlarını şaşkına çevirip eşkiyanın, bâğîlerin tasallutundan maddî/mânevî havamızı kirlettiniz. Kur’ânî ve Nebevî değerleri öcü gibi gösterdiniz. Sulh, sükûn, barış, güven, emn ve emniyet dini olan İslâm’la, Allah’ın dini ile alay ettiniz. Batıda her eğitim kurumunda kilise ve ibadet hürriyeti varken; genç neslimize okullarında bir mescidi çok gördünüz. Bununla da kalmadınız, Cuma namazına giden 3-5 öğrenciyi birilerine gammazlama adına objektiflerinizi şerre odaklı kullandınız. Fişlediniz tek tek muvahhid mü’minleri…Nice suçsuz/günahsız insanların meslekten atılmasına önayak oldunuz.

Yıllarını eğitime ve eğitim idareciliğine hasretmiş biri olarak şahsımda yaşadığım örnekleri yazsam, kitaplara sığmaz.

Cenâb-ı Hak öyle bir musîbet ve bela verdi ki, nice emek ve sermayeyi, enerji ve maddî potansiyelimizi yuttuğu halde doymak bilmedi.
Siyonizmin ve İsrail işbirlikçilerinin dünyayı savaş arenası haline getirmelerine, barış ve sözde demokrasi kılıfı giydirerek zulmün devamına imkân verdiniz. Her fırsatta Müslümanlara terörist damgası vurdunuz.

Elbette bu böyle devam edemezdi.

Allah’tan (c.c) ve Peygamber’den (s.a.v) yüz çevirenleri ağır imtihanlar yakaladı, oyaladı ve hırpaladı.

Maddî ve mânevî havamızı kirlettiniz. Çevreyi, suyu, yeşili, yer küreyi, semâyı, semânın sakinlerini, Esmânın tecellîlerini hal lisanıyla ilân eden mevcûdâtı kızdırdınız. Unsurlar galayâna geldi, yine ders ve ibret almadınız.

Ve hâkeza…

Yeniden diriliş için, Kur’âna ve O’nun getirdiği değerlere sahip çıkmak için tevbe ve istiğfar ile temizlenerek haşmetli mazimize, âsûde geçmişimize, berrak inançlarımıza/akîdelerimize dayanarak hayatımızı dizayn edip daha ileri ve ötelere, zirvelere çıkmanın/çıkarmanın yollarını bulabilir, yüce noktaları yaklayabiliriz.

Geri istiyorum çalınan benliklerimizi, özümüzü, cevherimizi.
Geri istiyorum milletçe özlediğimiz ruh ve mâna iklimlerimizi…
Geri istiyorum kaybettiğimiz huzur esintilerini, bereket sofralarını…
“Edep yâ Hû” diyerek dejenere olan iffet ve hayanın, ar ve edep duygusunun iâdesini istiyorum.
Kaybettiğimiz aile ortamlarını, cennet köşesi hanelerimizi geri istiyorum.
Saygı/sevgi/şefkat/merhâmet odaklı bir toplum olma adına geri istiyorum.
Sokaklarımızda, caddelerimizde, okullarımızda, kurumlarımızda, dağ ve ovalarımızda, bağ ve bahçelerimizde mütebessim çehrelerin ışıl ışıl parıltısını görmek ve kardeşlik nağmelerini duymak istiyorum.

Ve hakkıyla kulluğumu özgürce yaşamak istiyorum engelsiz, baskısız.

Şeâir-i İslâmiyyenin ve Sünnet-i seniyyenin cemiyet hayatında tam ve mükemmel bir vaziyette hükümfermâ olmasını, yer yüzünün adâlet, hakkaniyet, meveddet, meserret ve İlâhî inâyetle dolup taşmasını, İttihâd-ı İslâm’ın gönüllerden tâ çağlara, sınırlar ötesine taşmasını istiyorum.

Duam, arzum, niyetim, özlediğim cemiyetim için istiyorum.

İsmail Aksoy

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: