Başımıza Gelen Musibetlere Kur’anî bakış…

Kur’an’da geçen peygamber kıssalarında önemli dersler vardır. Özellikle ikisinde bize musibetler üzerinden mühim dersler verilir ki bunlar Hz. Yunus (a.s.) ile Hz. Eyyub (a.s.) kıssalarıdır. Bu kıssalardan alınması gereken mesaj şudur: Musibetler, hal diliyle konuşan ve bizleri uyaran mesajlarla doludur. O mesajları iyi algılamak ve onlardan gereken dersi almak gerektir.

Musibetler, hal diliyle konuşan ve bizleri uyaran mesajlarla doludur. O mesajları iyi algılamak ve onlardan gereken dersi almak gerekir. Aksi takdirde musibet bir iken ikileşir, katlanır, hatta gafletle bizi yutan bir isyana dönüşebilir.

Kur’an’da geçen peygamber kıssalarında önemli dersler vardır. Özellikle ikisinde bize musibetler üzerinden mühim dersler verilir ki bunlar Hz. Yunus (a.s.) ile Hz. Eyyub (a.s.) kıssalarıdır. Üstad Bediüzzaman’ın Birinci ve İkinci Lem’alarda ele aldığı bu kıssalardan alacağımız bazı dersleri özet halinde kaydediyoruz. Tafsilat için adı geçen Lem’alar kitabına müracaat edilmelidir.

Hz. Yunus (a.s.) otuz üç yıl kavmini Hakka davet etmiş, ama bir kişi dahi kendisine iman etmeyince kavmini terk ederek cezalandırmak istemişti. Çünkü bir peygamberin kavmini terk etmesi o kavme azap gelmesine sebeptir. Fakat bu terk ilahî izin gelmeden olduğundan, Hz. Yunus (a.s.) Allah tarafından musibete uğramıştır. Ülkesini terk etmek üzere bindiği gemi hareket etmeyince, o günün inancına göre gemide “Efendisinden kaçmış bir köle!” olduğu söylenerek, bu kölenin Hz. Yunus (a.s.) olduğu kanaatine varılmış ve gece vakti dalgalı denize atıldıktan sonra, gemi yoluna devam etmiş. Büyük bir balık Hz. Yunus (a.s.) yutmuş!

Gece, dalgalı deniz ve milyonlarca balıktan bir balık! Bütün bu sebepler kurtuluş esbabını tamamen ortadan kaldırmıştır. Hz. Yunus (a.s.) başına gelen bu musibetin hikmetini anlamış olduğundan ve bütün dünyanın kendisine yardım etmesi halinde bile kurtulmasının imkânsız olacağını idrak ettiğinden dolayı, tam bir teslimiyetle Rabbine yönelmiş, “Senden başka beni kurtaracak, bana yardım edecek, merhamet edecek, fayda verecek hiç kimse yoktur. Seni bütün noksanlıklardan tenzih ederim. Aslında bu başıma gelen, Senin takdirin ve kudretinledir. Ama suç benimdir, benim yüzümdendir. Çünkü ben nefsime zulmedenlerden oldum. Ben buna hak kazandım, kusur bendedir. Sen Sübhan’sın ya Rab!” demiştir.

Bu ilticanın ona süratli bir kurtuluş vesilesi olmasının pek çok sebebi zikredilebilir. Belli başlıları şunlardır:

Evvela, Hz. Yunus’un (a.s.) bu ilticası muztar durumda yapılan bir ilticadır. Muztarın duası ise makbuldür.

İkincisi, duası en yüksek ve halis bir tevhit sırrı içinde yapılmıştır. Çünkü o anda Allah’tan başka imdadına gelecek hiçbir sebep kalmamıştır.

Üçüncüsü, Hz. Yunus (a.s.) kaderi ve başkalarını suçlamayıp doğrudan doğruya nefsini suçlamıştır. Suçu kendi nefsine almış, böylece Allah’ı takdis ve tenzih ederek onun merhametini celb etmiştir.

Bu kıssadan alacağımız dersler var. Evvela, başımıza gelen musibetlerde başkalarından önce kendimizi suçlamalıyız. “Ne kusur işledim de başıma bu musibet geldi?” demeliyiz. Asla kaderi suçlayıp isyan tavrı içine girmemeliyiz. Çünkü musibette kendimizi sorgulamak yerine, kaderi tenkit edip isyan etmek musibeti ikileştirir ve Allah’ın dergâhından uzaklaştırır. Oysa kudret ve rahmetiyle musibeti kaldıracak olan Allah’tır. Onun kapısında acz ve kusuru itiraf ederek durmak ve o kapıdan ayrılmamak gerektir. Ta ki, onun rahmet ve kudreti celb edilsin. Aksi takdirde aciz varlıklardan medet beklemek, o huzurun edebine aykırı olduğu gibi, gizli şirke düşmek ihtimali vardır. O zaman rahmet ve kudret, “Haydi bakalım, medet beklediklerin sana yardım etsin!” dercesine adeta nazlanmaya ve çekilmeye başlar. Ve musibet, bizi Allah’a yaklaştıracak kamçı olacakken, O’ndan uzaklaştırır. İşte asıl musibet, bu şekilde dine ve itikada gelen musibettir. Bizi Allah’tan uzaklaştıran musibettir. Çünkü dünyevî musibetler çok olsa yüz senelik dünya hayatını tehdit ederken, dinî ve imanî musibetler sonsuz bir hayatın saadetini tehdit ederler…

Yunus’un (a.s.) balığı maddî bedenini yutup yok etmeye çalışırken, bizim günahlarımız ebedi bir hayatı sıkıp mahvetmeye çalışıyor. O halde Yunus (a.s.) münacatına biz ondan yüz kat daha muhtacız. Her an o mübarek peygamberin lisanıyla bu duayı okuyalım ve “La ilahe illa ente sübhaneke innî küntü mine’z-zalimin” diyelim…

Musibetin sabır yönü

İkinci örnek “sabır kahramanı” Hz. Eyyub’dur (a.s.). Bilindiği gibi üst üste gelen musibetler ve hastalıklardan sonra Hz. Eyyub (a.s.) öyle bir hale gelir ki, hastalığın yaraları bütün vücudunu sarar. Ancak o, Allah’tan geldiğini düşünüp sabreder ve asla “ah of” deyip şikâyet etmez. Fakat yaralar ne zaman diline ve kalbine ilişir, o zaman, “Ya Rab! Bu hastalık artık dille Seni zikrime, kalben Sana kulluğuma engel olmaya başladı” diye şikâyet eder. Dikkat edilirse bu şikâyet kendi rahatı için değil, kulluğuna zarar verdiği içindir, “Rabbi innî messeniye’d-durru ve ente Erhamü’r-Rahimin”, “Rabbim bu hastalığın zararı işte asıl şimdi bana dokundu. Sen Erhamü’r-Rahimin’sin” demiştir. Onun bu saf, halis, samimi, sırf Allah rızası için yaptığı münacatı kabul edilmiş ve Allah ona içtiği bir su ile harikulade bir şekilde şifa vermiştir.

Bu kıssadan da alacağımız pek çok hisse vardır:

Birincisi: Hz. Eyyub’un hastalığı kısa dünya hayatını tehdit ediyordu. Bizim günahlardan gelen manevî hastalıklarımız sonsuz bir hayatı tehdit ediyor. O halde onun yaptığı bu münacata biz ondan bin defa daha muhtacız.

İkincisi: Musibetler karşısında insanın şikâyet etmeye hakkı yoktur. Çünkü bu vücut Allah’ın mülküdür, mülk sahibi mülkünde istediği gibi tasarruf eder.

Üçüncüsü: Hayat, musibet ve hastalıklarla olgunlaşır, gelişir, tasaffi eder, vazifesini yapar. Sürekli istirahat halinde geçen monoton hayat, esasında şerlerin kaynağı olan yokluğa daha yakındır.

Dördüncüsü: Dünya madem imtihan meydanıdır. O halde hastalık ve musibetler, sabretmek ve sevabını Allah’tan ummak niyetiyle kulluğa kuvvet verir. Çünkü ibadet iki kısımdır. Biri müspet, biri menfi. Musibete uğramış insanın aczini idrak ederek Allah’a yönelmesi menfi ibadettir.

Şükür nimeti ziyadeleştirdiği gibi, şikâyet ve sabırsızlık da musibeti artırır, merhamet liyakatini ortadan kaldırır.

Tekrar edecek olursak, asıl musibet dine gelen musibettir. Böyle bir musibetten her vakit Cenab-ı Hakkın dergâhına sığınıp feryat etmek gerektir. Dinle ilgili olmayan musibetler, Rahman’ın ihtarı, hatta bazıları Rabbin iltifatı sayılır. Çünkü bir hadis-i şerifte, “Bir ağacı silkeleyince meyveleri nasıl düşerse, hastalığın verdiği acı ve titremeden de günahlar öyle dökülür.”

Rabbim, dünyanın imtihan meydanı, hizmet ve meşakkat yeri olduğunu, ücret ve mükâfat yeri olmadığını unutturmadan, hayatımızı tanzim etmeyi bizlere nasip eylesin ve musibet ve hastalıklarımızı, ebedi hayatımızın parlamasına vesile eylesin. (Âmin!)

İhsan Atasoy / Moral Dünyası Dergisi

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: