Bayramlar ve Dargınlıkların Son Bulması

Bayramlar barışmak, dargınlık ve küslüklerin ortadan kalktığı, tüm akraba ve dostların kaynaştığı gün olarak bilinir. Bayram günlerinde tatile gitmek, bayram günlerinde büyükleriyle birlikte olmak yerine denize gitmeyi tercih etmek ülkemizde de çokça karşılaşılan bir durum oldu, oteller doldu taştı, sılairahim unutuldu, yaşlı anneler babalar kapıları gözler oldu, bayramda ellerini öpmesi için, sarılıp okşaması için beklediği torununun, çocuğunun, kızının tatil fotoğraflarıyla avundu. Oysa onlara baklavalar yapmış, börekler açmış, en sevdiği yemekleri hazırlamıştı, torunu seviyor diye bahçeye salıncak bile kurmuştu.

Bilinmelidir Hayat oyun ve eğlence olmadığı gibi, bayram da tatil değildir. Anne, babalarını, nine ve dedelerini mübarek bayram gününde, torun kokusundan, evlat özleminden ayrı bırakanlara söyleyecek pek sözümüz yok, tercih kendilerinin fakat bilmeleri gerekir ki “men dakka dukka”. Konuma dönmek istiyorum, asıl konum küskün durmak, barış olmamak, dargın kalmak dinimizde hoş karşılanmadığı gibi toplumda kötü sonuçlar doğuruyor.

Üstad Bediüzzaman kardeşin kardeşe dargınlığını barut içine kıvılcım düşmesi diye tasvir ediyor, aynen öylede kardeş kardeşe küs olunca eşler,çocuklar, kuzenler, yeğenler, hatta anne, baba, teyze, hala, dayı da bu durumdan müteessir oluyor, o dargınlık taa onlara kadar sirayet ediyor. Müminlerde nifak ve şikak, kin ve adâvete sebebiyet veren tarafgirlik ve inat ve haset, hakikatçe ve hikmetçe ve insaniyet-i kübrâ olan İslâmiyetçe ve hayat-ı şahsiyece ve hayat-ı içtimaiyece ve hayat-ı mâneviyece çirkin ve merduttur, muzır ve zulümdür ve hayat-ı beşeriye için zehirdir.

Böylesi büyük zarar getiren bu durumdan kurtulmak için bayramlar çok iyi fırsattır, Allah’ın Mümin kullarına ikramıdır. Bir gemide dokuz masum bir cani varken o caniyi cezalandıracağım diye dokuz masuma zarar vermemek için gemiyi batırmadığın gibi kardeşinde de hoşuna gitmeyen bir huyu ve kötü hasleti yüzünden diğer iyi ve güzel hasletlerini hiçe sayıp dargın ve küs olamamalısın. Hatta gemide dokuz cani bir masum varken bile o masum hatırına insafı olan yine gemiyi batırmaz.

Evet, mü’min, kardeşini sever ve sevmeli. Fakat fenalığı için yalnız acır. Tahakkümle değil, belki lütufla ıslahına çalışır. Onun için, Peygamberimiz (sav) “Üç günden fazla mü’min mü’mine küsüp kat-ı mükâleme etmeyecek. “Buyurmuştur. Bir hocamız sohbette şöyle demişti, ben bir kardeşime kırıldığımda şöyle düşünüyorum “Bu arkadaşımın Kâbe den daha ehemmiyetli imanı, Uhud dağından daha azametli İslamiyet gibi özellikleri, muhabbeti var yine aynı zamanda birçok ortak yanımız var, küsmem gereken şeye bakıyorum adi taş hükmünde bile değiller. Diyorum ve ona küsemiyorum. 

Dünyalık meta için kalp kıranlara şu hatırlatmayı yapmak istiyorum, dünya Âdem (as)’ mın ceza olarak gönderildiği yer Üstadın tabiriyle hapishane. Neyin kavgasını veriyorsun? Hapishanenin kavgasını yapıyorsun, aklını başına topla tövbe et helalleş. Acaba birgün adâvete değmeyen birşeye bir sene kin ve adâvetle mukabele etmeyi hangi insaf kabul eder, bozulmamış hangi vicdana sığar?

Evet, tevhid-i imanî, elbette tevhid-i kulûbu ister. Ve vahdet-i itikad dahi, vahdet-i içtimaiyeyi iktiza eder. İmanda birsek kalpte inançta ve sosyal hayatta da bir olmalıyız İslam olmak mümin olmak bunu gerektirir. Askerde bir olduğun arkadaşına neden muhabbet ediyorsun, bazı ortak şeyleriniz yüzünden, aynen öylede iman kardeşine de muhabbet etmelisin çünkü Allah’ımız bir, peygamberimiz bir, kitabımız bir, kıblemiz bir, vatanımız, bayrağımız binlerce birlerimiz var. Bu kadar bir birler vahdet ve tevhidi, vifak ve ittifakı, muhabbet ve uhuvveti iktiza ettiği ve kâinatı ve küreleri birbirine bağlayacak mânevî zincirler bulundukları halde, şikak ve nifâka, kin ve adâvete sebebiyet veren örümcek ağı gibi ehemmiyetsiz ve sebatsız şeyleri tercih edip mü’mine karşı hakikî adâvet etmek ve kin bağlamak, ne kadar o rabıta-i vahdete bir hürmetsizlik ve o esbab-ı muhabbete karşı bir istihfaf ve o münasebât-ı uhuvvete karşı ne derece bir zulüm ve i’tisaf olduğunu, kalbin ölmemişse, aklın sönmemişse anlarsın.

En’âm Sûresinde Mevlam “Hiçbir günahkâr başkasının günahını yüklenmez.” Buyuruyor. Buna göre bir mü’minin fena bir sıfatından darılıp, küsüp, o mü’minin akrabasına adâvetini teşmil etmek, gayet büyük bir zulümdür, hakikat ve şeriat ve hikmet-i İslâmiye sana ihtar ettiği halde, nasıl kendini haklı bulursun, “Benim hakkım var” dersin?  Üstad böyle davrananlar için “Muhakkak ki insan çok zalimdir.”ayetini hatırlatıyor. İşin doğrusu bu küslüğü başkasına sirayet ettirmemeli sevmediğin bir adamın sevimli kardeşine düşmanlık edilmemeli.

Adâvet etmek istersen, kalbindeki adâvete adâvet et, onun ref’ine çalış. Hem en ziyade sana zarar veren nefs-i emmârene ve hevâ-i nefsine adâvet et, ıslahına çalış. O muzır nefsin hatırı için mü’minlere adâvet etme. Eğer düşmanlık etmek istersen, kâfirler, zındıklar çoktur; onlara adâvet et. Evet, nasıl ki muhabbet sıfatı muhabbete lâyıktır. Öyle de, adâvet hasleti, herşeyden evvel kendisi adâvete lâyıktır.

Eğer hasmını mağlûp etmek istersen, fenalığına karşı iyilikle mukabele et. Çünkü eğer fenalıkla mukabele edersen, husumet tezayüd eder. Zâhiren mağlûp bile olsa, kalben kin bağlar, adâveti idame eder. Eğer iyilikle mukabele etsen, nedâmet eder, sana dost olur. Fena bir adama “İyisin, iyisin” desen iyileşmesi ve iyi adama “Fenasın, fenasın” desen fenalaşması çok vuku bulur. Bu dargınlıklarda bütün suçu karşı tarafa veremezsin çünkü onda kaderin bir hissesi var, nefsin ve şeytanın hissesi var.

Güya ebedî dünyada durup ebedî beraber kalacak gibi şedit bir hırsla ve daimî bir kinle, mütemadiyen bir adâvetle mukabele etmek, sîga-i mübalağa ile, bir zalûmiyettir veya bir sarhoşluktur, bir nevi divaneliktir. “Dünya öyle bir metâ değil ki nizâa değsin.” Çünkü, fâni ve geçici olduğundan kıymetsizdir. Koca dünya böyle ise, dünyanın cüz’î işleri ne kadar ehemmiyetsiz olduğunu anlarsın.
İki cihanın rahat ve selâmetini iki harf tefsir eder, kazandırır: dostlarına karşı mürüvvetkârâne muaşeret ve düşmanlarına sulhkârâne muamele etmektir.

Mevlam hakiki bayramlara eriştirsin inşallah.

Çetin KILIÇ

Kaynak;
Risalei Nur 
Abdurrahman Dilipak