Bedensel Lezzetlerden, Zihinsel Hazlara

İnsan bedeni hazların ve lezzetlerin deposudur

EY İNSAN RUHUNU YÜKSELT

Dinler insanın bu iki yönlülüğüne göre düzenlenmiş, adeta Allah kulunu bedensel hazların kıskacından, onların ruhu burkan ve katılaştıran yapısından kurtarmak yeni iklimlere ve ruhsal bulutlara çekmek için dinin emirlerini önüne koymuş. Varlığın taciz eden yapısından, ruhun ve mananın, dinin ve uhrevi ve rabbani ve nebevi süreklilik mevsimlerine çekerek ona; “Bak sen insansın, çık o varlığın dar hendesesinden, o hazlara boğulmuş ve esir olmuş ruhunu yükselt, yüksel ve ta ki Allah’a muhatab ol.” der.

Bediüzzaman Dokuzuncu Söz’de bu yükseltme ve yükselme denilen ruhun en büyük amalini görülmemiş bir perspektiften çizer. Neden namaz en büyük ibadettir, çünkü insanın ki varlığın en mümtaz canlısı, Allah ki âlemin mülk ve melekûtun sahibi, bizim de zihinlerimizin maliki, şu koca sema ve arzın ve bütün âlemlerin hâkimi bu ikilinin buluşması namaz merdiveni ve miracı ile gerçekleşiyor. Bir evin odalarında, çeşitli mekânlarında dünya ile farklı şekillerde münasebetlerde bulunan yiyen, içen; konuşan, niza çıkaran insan, evinden çıkar, şehrin sokaklarının hay huyu içinde kafasındaki bir hedefin peşinden gider, adeta dünyanın yarı tatlı yarı acı yapısı içinde gider gelir, birden bir semavi sada ona küçük işlerin mahiyetini anlatır.

Allahuekber, bu sada dolaşır beyninin arkasında, nefsinin, adesesinden baktığı dünyaya bu büyük çağrının yansıması ile bakar, çık bu küçük işlerin içinden senin sahibin seni çağırıyor!

O koşar bedenini Rabbi ile buluşmaya uygun şekilde hazırlar,

ağzını yıkar O’nunla konuşmak için,

kollarını yıkar O’na teslimiyetle el bağlamak için,

gözlerini yıkar O’nunla mülakat için

ayağını yıkar, O’na varmak için

üzerindeki kirleri yıkar, O’na ulaşmak için

kulaklarını yıkar, O’nun iklimini lahuti sesini duymak için

ayetlerde gizli olan sesini, Sana geldim deyip Allah’ın evine adımını atar, “Bismillahirrahmanirrahim” der, birden insandan arza, oradan arşa çıkan çok süratli bir ruh asansörüne biner, birden Rabbi ile karşı karşıya kalır. Eleri bağlı yüzü yerde, bir tekbir getirir bütün dünyayı kovar ve onlardan kaçar gibi, şimdi büyük buluşma gerçekleşmiştir.

Buluşma âlemin özüdür, toprak içine, ana rahmine yerleşen cenin gibi onun ile buluşan tohum birden âlem ile ülfet kesbeder, her şey ona koşar, onu büyütmek için, buluşma büyümek içindir, kul Rabbinin ağuş-ı nazdaranesine koşar, O’na kalbinin dertlerini, kötülerin, ilkellerin baskısından ruhuna bir dayanak arar. O’nu överek başlar, bütün nimetleri için O’na hamdeder, bütün âlemleri O’nun yönettiğini, O’na ikrar eder, her Canlının doğduğundan öldüğü güne kadar bütün isteklerini tanzim edip farklı yerlerde ve zamanlarda ona sunan Rabbinin âlemleri yönettiğini O’na anlatır, kul olduğunun sağlamasını yapar, isbat-ı vücut eder.

SEN BİZİM RABBİMİZSİN

Seni bu büyük niteliklerinle övdüm Allah’ım din günü, bütün amellerin Sana arzedildiği anda bana sahip ol, o herkesin kendi elemine gark olduğu günde bana sahip ol, mutlak hâkim sensin, ben neyim ki… Sen bizim ibadet ettiğimiz Rabbimizsin, Mabudumuzsun yalnız Sana ibadet ederiz, bunu böyle kabul et, buna bizi muvaffak kıl. Günde beş defa huzuruna gelip bütün mahlûkatın bizim adımıza çektikleri gayret ve çileleri sana tesbih olarak sunuyoruz, onların sana olan itaatini biz onlar adına senin huzuruna çıkarıyoruz. Senden başka kimden yardım isteyebiliriz. Bizi Sana gelinceye kadar bütün kötü yollardan koru, müstakim yola isal et, bizi sapık ve sana varmayan, sana ulaşmayan yollardan koru, Allah’ım.

Bütün boynunu Sana eğmiş, Senin emrine inkıyat etmiş mahlûkat gibi Sana boynumuzu eğdik, halden hale girdik, ama yere kapanıp Senin arşına en yakın kapıda Senin büyüklük ve azametini dile getirdik, Sana en yakın yerde, Senden yine istiane istedik.
Senin Habibin Senin ile buluştuğunda Sana ilettiği durumları bize lütfedip siz de Habibim gibi Bana geldiğinizde onun kullandığı kelimeleri kullanın ve bu iltifatımı fark edin, siz ve o ve Ben üçümüz ve âlem hepsi tahiyyat içinde gizli, bütün kâinat ve insanlar, bütün varlıklar, büyük kâmil insanlar, böcekler, kuşlar, tırtıllar, elmalar, meyveler, o güzelim çiçeklerin ansiklopedisi bu kelime, tahiyyat, Sana bu büyük hediyeleri sununca Sen de bize Habibinden yansıyan bir selam verdin Allah’ım yüreğim çatlamalı ama yok çıt yok.

Bu büyük buluşmanın ruhtaki tesirleri yüreği çatlatacak kadar yüce.

Akif, Necit Çöllerinden Medine’ye isimli şiirinde yıllarca Peygamber aşkı ile onun ile buluşma isteği ile tutuşan bir bedevinin ruh halini ve buluşma anını anlatır.

Büyük şair bedevinin halini anlatır, büyük buluşmanın onu nasıl yere serdiğini ifade eder.

Henüz dua ediyordum ki, “Ya Resullallah”
Nidası kükreyerek, bir kanatlı tayf-ı siyah
Basıp eşikleri tutmuş yığınla gölgelere
Süzüldü uçtaki Babü’s-Selam önünde yere
Mehib sayhası hala fezada çınlardı,
Ki yükselip yeniden yardı geçti ebadı
Düşünce Ravza-i Peygamberin ayaklarına
Sarıldı göğsüne çarpan demir kuşaklarına
Dikildi Cephe-i Didar önünde, müstağrak
Diyordu inleyerek:
Ya Nebi şu halime bak!
Nasıl ki bağrı yanar, gün kızınca sahranın
Benim de ruhumu yaktıkça yaktı hicranın
Harim-i pakine can atmak istedim durdum
Gerildi karşıma yıllarca ailem yurdum.
Tahammül et dediler… Hangi bir zamana kadar?
Ne bitmez olsa tahammül, onun da bir sonu var.
Gözümde tüttü bu, andıkça yandığım toprak;
Önümde durmadı artık, ne hanüman ne ocak…
Yıkıldı hepsi… Ben aştım diyar-ı Sudan’ı,
Üç ay Tihame deyip çiğnedim beyabanı
Kemiklerim bile yanmıştı belki Sahra’da;
Yetişmeseydin eğer, ya MUHAMMED imdada;
Eserdi kumda yüzerken serin serin nefesin
Akar sular gibi çağlardı her tarafta sesin!
İradem olduğu gündür senin iradene ram,
Bir an için bana yollarda durmak oldu haram
Bütün heyakil-i hilkatle hasbihal ettim
Leyale derdimi döktüm cibali söylettim!
Yanıp tutuşmadan aylarca yummadım gözümü…
Nücuma sor ki bu kirpikler uyku görmüş mü?
Azab-ı hecrine katlandım elli üç senedir…
Sonunda alnıma çarpan bu zalim ö r t ü nedir?
Beş altı sineyi hicran içinde inleterek,
Çıkan yüreklere hüsran mı merhamet mi gerek?
Demir nikabını kaldır m e z a r –ı p a k i n d e n
Bu hasta ruhumu artık ayırma hakinden
Nedir o meşale? Nurun mu Ya RESULLALLAH
…..
Sükun içinde bir an gcçti, sonra bir kısa ah…
Ne gördüm, oh Serilmiş zemine Sudanlı
Başında ağlayarak bir zavallı Seylalı
Öpüp üpüp kapıyor elleriyle gözlerini …

Bitince harice nakliyle gazli, tekfini
Bakia gitti şehidin vücud-ı fanisi
Harem de kaldı fakat ruh-ı cavidanisi (Safahat . 359)

Sudanlının Peygamber özlemi, Akif’in anlatım dehası ve ben fakir bir buluşmayı anlatmak istedim, bedensel lezzetlerden ruhsal ve dini hazlara çağıran büyük buluşmayı anlatarak. O Sudanlı gibi hepimize bir yürek temennisi ile…

Prof. Dr. Ahmet Nebil Soyer

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: