Bediüzzaman ve Siyaset (2)

İman hizmeti ve siyaset:

“Hey efendiler! Ben imanın cereyanındayım. Karşımda imansızlık cereyanı var. Başka cereyanlarla alâkam yok“ Mektûbat

Üstadın gayesi insanların imanlarının kurtulmasına Nurlarla vesile olmak. Mutlak rakibi ise imansızlık… O halde, Üstadın siyasete bakışı da bu ölçüye göre olacaktır. İnsanları güç ve kuvvetle imana getirmek mümkün değil; zaten dinde zorlama da yasak kılınmış. Karşımızdaki insana birşeyler anlatabilmemiz için falan partinin iktidarda olması diye bir şart da yok. Üstadın siyasîlerden bu noktada beklediği fazla bir şey de olmamış.

“Bütün mücedditler de iman cereyanında oldukları halde Üstad bunu özellikle niçin ifade ediyor?” diye bir soru akla geliyor. Ve maziye baktığımızda, diğer mücedditlerin daha çok, İslâm’a sokulmaya çalışılan fitnelerle, hurafelerle, bidatlarla çarpıştıklarını, Müslümanları mânevî tekâmüle erdirecek yollar, vasıtalar üzerinde durduklarını görürüz.

Tâ asr-ı saadete kadar, dahilde, doğrudan doğruya imansızlıkla mücadele edilen bir asır göremiyoruz. Şirkin ve putperestliğin dünyayı sardığı o asr-ı cahiliyetten sonra, imansızlığın yeniden canlandırılmaya çalışıldığı, Ateizm, Materyalizm ve Darwinizm için dünya çapında büyük bir seferberliğe girildiği bir başka devir görmüyoruz. İşte Üstad, “ben imanın cereyanındayım, karşımda imansızlık cereyanı var” demekle davasının ulviyetiyle birlikte yükünün ağırlığını ve düşmanının dehşetini de nazara veriyor. Bir başka risalesinde “iki elimiz var, yüz elimiz de olsa ancak nura kâfi gelir” buyurarak, aynı mânâyı kuvvetlendiriyor.

“Bu zamanda ehl-i İslâm’ın en mühim tehlikesi, fen ve felsefeden gelen bir dalâletle kalblerin bozulması ve imanın zedelenmesidir. Bunun çare-i yegânesi: Nurdur, nur göstermektir ki, kalbler ıslah olsun, imanlar kurtulsun.” Lem’alar

Üstad, büyük bir ruh hekimi, kalp tabibidir. Zengini, fakiri, âmiri, memuru, oy vereni ve alanı hep onun ilgi alanı içindedirler. Ve Onun gayesi hepsine tahkiki iman dersi vermek, hepsinin imanlarını tehlikeden muhafaza etmektir.

Siyaset kalp ve ruha zarar veriyor:

Üstad, siyaseti, “gaflet ve dalâletin en boğucu, aldatıcı, en geniş perdesi” (Emirdağ Lâhikası) olarak değerlendirir. İnsanın dar dairedeki gerçek vazifesini bırakıp, geniş dairelerdeki siyasî ve içtimaî hadiselerle gereksiz olarak ilgilenmesini zararlı bulur ve şöyle buyurur: “Hem iman ve hakikat noktasında bu çeşit merakların büyük zararları var. Çünki gaflet verecek ve dünyaya boğduracak ve hakikî vazife-i insaniyeti ve âhireti unutturacak olan en geniş daire ise, siyaset dairesidir. Hususan böyle umumî ve mücadele suretindeki hâdiseler, kalbi de boğuyor.” Emirdağ Lâhikası

Evet bu zamanda siyaset, kalbleri ifsad eder ve asabî ruhları azab içinde bırakır. Selâmet-i kalb ve istirahat-ı ruh isteyen adam, siyaseti bırakmalı.” Kastamonu Lâhikası

“Siyaset-i hazıra, o kadar çok yalan ve hile ve şeytanet içine girmiş ki, vesvese-i şeyatîn hükmüne geçmiştir.” Sözler

Siyaset onuncu derecede:

Üstadın siyasete bakışında bir başka nokta, siyasî ve içtimaî yollarla İslâm’a hizmet etmeyi, iman hizmeti yanında ancak onuncu derecede görmesidir. Kastamonu Lâhikasındaki bir mektubunda, “Ehl-i dünya ve ehl-i siyaset ve avamın nazarında birinci derece ve hakikat nazarında, imana nisbeten ancak onuncu derecede bulunan siyaset-i İslâmiye ve hayat-ı içtimaiye-i ümmete dâir hizmeti, kâinatta en büyük mes’ele ve vazife ve hizmet olan hakaik-i imaniyenin çalışmasına racih gördüklerinden…” diyerek hem kendisine cephe alanların gafletini sergiler, hem de Nur Talebelerine, sanki şu ince mesajı verir: Eğer sizler de siyasî ve içtimaî hadiselere iman hizmetinden daha fazla ilgi duyar, onlarla daha çok meşgûl olursanız ve sohbetlerinizde o gibi hadiseler iman hizmetinden daha fazla yer tutarsa siyasîlere benzemiş olursunuz.

Nur Talebeleri bu mesajı çok iyi aldıklarından bütün himmetlerini, imansızlık ateşinde yanan, tereddüt ve şüpheler içinde bocalayan ve sefahat çamuruna düşen insanların kurtuluşlarına hasrederler.

www.SorularlaRisale.com