Bediüzzaman, “Batı uygarlığı”nı beş esas üzerine oturtuyor ve bir bir sayıyor:
Birincisi: Kuvvet,
İkincisi: Menfaat,
Üçüncüsü: Savaş,
Dördüncüsü: Irkçılık,
Beşincisi: Heva ve heves (eğlence).
Bu yüzden Batı zorbadır, gaddardır, zalimdir, ahlâksızdır, ilkesizdir. Açıkçası, “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın” havasındadır. Meselâ Suriye’de Esed’in attığı sarin gazı ile boğularak ölen çocuklar, göç esnasında batan teknelerden sahile vuran çocuk cesetleri, bir diktatörün bekası için yüzbinlerce insanın ölmesi, milyonlarcasının yerinden-yurdundan ayrılmak zorunda kalması yüreklerinde zerre kadar iz bırakmaz.
Biz de hayret eder durur, “Bunlar nasıl insan?” diye diye ömrümüzü bitiririz. Çünkü Haçlı seferleri sırasında yaptıkları iğrençlikler bize unutturuldu.
“Büyük” dedikleri İskender’in cinayetleri unutturuldu…
Bırakınız eski dönemi, yeni dönemde sivillerin üstüne attıkları atom bombasının etkileri unutturuldu…
Dresden katliamı (İkinci Dünya Savaşı), Ruanda katliamı, Cezayir katliamı unutturuldu…
Afrikalılara yaptıkları zulüm unutturuldu…
“Batılı değerler” diye (politikacılarımız bu sözü pek severler) köksüz ve mazisiz bir safsata icat edip hepimize yutturdular. Sandık ki, Batı’da vicdan var, acıma hissi var, demokrasi var, merhamet var, insanlık var, yardımseverlik var, insan hakları var…
Oysa Batı’da bunların hiçbiri yoktur. Bunların yerine kuvvet, menfaat, savaş, ırkçılık, heva ve heves var. Bir kuruş çıkarları uğruna dünyayı ateşe vermekten çekinmezler. Nitekim aynı hırsla iki büyük savaşı başlattılar, petrol yataklarına el koydular.
Bediüzzaman’ın bu konuda tespitleri gerçekten muhteşemdir. Şöyle diyor:
“Sefih, mütemerrid, gaddar, mânen vahşi şu medeniyet-i habise” (lütfen bu kelimeleri öğrenmeye çalışın, böylece kelime dağarcığınıza yeni bir şeyler eklenirken, bir yandan da dedelerinizin lisanına âşina olunsunuz), insanlığın mutluluğunu temin hülyasına, insanlığı kurban etmiş; çevreyi bozmuş, kâinatın dengesiyle oynayıp ozon tabakasını dahi delmiştir, ama “beşeriyetin yüzde seksenini meşakkate, şekavete atmış”tır… Üstelik maddî refahın yanısıra mânevî tatmin, huzur ve saâdeti sağlayamamıştır.
Bugün içki, uyuşturucu, savaş, terör, intihar, boşanma gibi mutsuzluk göstergesi sayılan hadiselerin en yoğun biçimde yaşandığı ülkeler, maddî refahın zirvesinde bulunan ülkelerdir. Bunu göre göre, geri bırakılmış Müslüman ülkelerin gelişmiş Avrupa ülkelerine özenmeleri ve “medeniyet-i hazıranın” (Batı uygarlığı) seyyiatlarına (günahlarına) da talip olmaları ne büyük gaflettir.
Alternatif mi yok? Bir yandan teknolojik gelişmeyi temin ederken, öte yandan, zemin yüzünü ahlâksızlık gibi pisliklerden temizleyip barışı sağlayacak ve insanlara insanlıktaki lezzeti tattıracak “Vahiy Medeniyeti” ne güne duruyor?
Ona da yarınki yazımızda bakalım inşallah.
Yavuz Bahadıroğlu – yeniakit.com