Bediüzzaman’ın Aşkı – 2

Bediüzzaman’ın aşkı, zindanları ona cennet eylemiştir. Ama bu aşktan mahrum olanların sarayları kendileri için zindan olmuştur. Bu sebepten dolayıdır ki Bediüzzaman:
 
O’nu (Allah’ı cc) tanıyan ve itaat eden zindanda dahi olsa bahtiyardır. O’nu unutan saraylarda da olsa zindandadır, bedbahttır.” demiştir.
 
Bediüzzaman’ın aşkı şiddetli bir muhabbettir. Bediüzzaman bu muhabbetini mecazi mahbuplara, sahte ve çakma sevgililere harcamaz. Onun aşkının hedefinde Allah vardır.
 
Allah’ın, insanın kalbineyerleştirdiği sevgiyi Allah’a değil de fani sevgililere harcarsa insan, bir önceki makalemizde de ifade ettiğimiz gibi o aşk ve sevgi, sahibini sürekli bir azap ve acıya mahkum eder. 
 
Bediüzzaman, kalbin ebedi aşk için yaratıldığını, bu aşkın Ezeli ve Ebedi Sevgili’ye harcanması gerektiğini söyler.Çünkü kalbe konulan bu aşkın konuluş gayesi budur. Bu aşk, bundan başka neye harcanırsa harcansın, çok ucuza ve bir hiçe kurban gitmiş olur.
 
Hac için hazırlanan ve tahsis edilen uçağı, siz Sibirya’ya kaçırır ve uçurursanız, uçağı size hazırlayan ve tahsis edenden şiddetli cezaya çarpılırsınız. Mevla’yı sevmek için yaratılan bir kalbi, Mevla’nın rızasını ve iznini almadan Leyla’ya harcayanın hac için hazırlanan uçağı, Sibirya’ya kaçırandan farkı yoktur.
 
Bediüzzaman,”Güzel değil batmakla kaybolan bir mahbup. Çünkü zevale mahkum, hakiki güzel olamaz. Ebedi aşk için yaratılan ve Samed’in aynası olan kalb ile sevilmez ve sevilmemeli.” der.
 
Ebedi aşkın maşuku ve mahbubu, batmakla kaybolan bir sevgili olamaz. Batmayan ve batıp ta kaybolmayan sevgili kimse, her an seni kim görüyor, gözetiyorsa; her yerde kim sizinle beraberse ebedi aşka ve ebediyyen sevilmeye de o layıktır. O da Allah’tır. İşte bundan dolayıdır ki Bediüzzaman, “fıtratı aşkla yoğrulmuş” dediği Mevlana Cami’den şu beyti taşımış Külliyatına:
 
Biri iste; başkaları istenmeye değmiyor. 
Biri çağır; başkaları imdada gelmiyor. 
Biri talep et; başkaları istenmeye layık değiller. 
Biri gör; başkalar her vakit görünmüyorlar, zeval perdesinde saklanıyorlar. Biri bil; marifetine, onu tanımaya yardım etmeyen başka bilmekler faydasızdır. 
Biri söyle; Ona ait olmayan sözler, malayani sayılır.”
 
Bunları naklettikten sonra Bediüzzaman hem Mevlana Cami’yi onaylıyor, hem de gerçek aşkını ve sevgilisini şu sözleriyle ilan ediyor:
 
Evet Cami, pek doğru söyledin. Hakiki mahbub, hakiki matlub, hakiki maksud, hakiki ma’bud, yalnız Odur.” 
 
Adı üstünde “kalb, Samed’inAynası”dır. Allah’ın isimleri içinde “Samed”in seçilmesi de manidardır. “Samed”in anlamı, “Allah hiçbir şeye muhtaç değil, her şey Allah’a muhtaçtır.”demektir. Kalbin en büyük ihtiyacı aşk ve muhabbettir. Her şeyin olduğu gibi, kalbi de, kalbin ihtiyacını da Allah yaratmıştır. Organlar içinde Allah’a en güzel ayna olacak organ kalbdir. Onun içindir ki kudsihadisde: “Ben yerlere-göklere sığmadım, mümin kulumun kalbine sığdım.”denilmiştir.
 
Dünyadan bir milyon üçyüzbindefa büyük olan güneşi, mini minnacık bir ayna içine alıp gösterdiği gibi; mümin insanın kalbi de sınırsız büyüklükteki bir Allah’ı içine alır, görür, gösterir ve sever.
 
Bu keyfiyette yaratılan bir kalp, Allah’ı sevmez, sevdiklerini de Allah için sevmezse, sevdiği her şey onun başına bela olur. Onun için Allah uyarıyor ve buyuruyor: “Dikkat edin, kalpler ancak ve ancak Allah’ı zikretmekle, (Allah’ı sevmek ve göstermekle) huzur bulur.” 
 
Bediüzzaman, insanın fıtratındaki şiddetli merakın ve hararetli muhabbetin, dehşetli hırsın, inatla bir şeyi istemenin ve benzeri şiddetli duyguların ahireti kazanmak için verildiğini söyler. Bunlar fani dünyaya ve dünyanın fani işlerine harcamak, fani ve kırılacak şişelere, baki elmas fiyatlarını vermek demektir. der.
 
Soru:
-Burada akla şöyle bir soru gelebilir: İster istemez Allah’tan başka sevdiklerimiz de var. Onları sevmek Allah’ı sevmeye engel midir? Veya onları sevmekle Allah’ı gücendirmiş mi oluruz?
 
Cevap:
-“Aşk ferman dinlemez” diye bir söz var. Bu sözü, Risale-i Nur’da, her halde en iyi karşılayan söz “Muhabbet ihtiyari değil.” Cümlesidir. Yani adam kalkıp diyebilir: “Ne yapayım, elimde değil, seviyorum, lezzetli yemekleri seviyorum, meyveleri seviyorum, anne-babamı seviyorum, çocuklarımı seviyorum, peygamberleri ve velileri seviyorum, eşimi, dost ve ahbabımı seviyorum, hayatımı, gençliğimi seviyorum, dünyayı, baharı ve güzel şeyleri seviyorum. Nasıl bunları sevmeyeceğim? 
Bdiüzzaman’ın bu soruya cevabı şu:
 
Saydığın bu sevdiklerini sevme demeyiz. Bu sevdiklerini sev, ama Allah için sev, deriz. 
Mesela, lezzetli yemekleri, güzel meyveleri, Cenab-ı Hakkın ihsanı ve o Rahman-ı Rahimin in’amı açısından sevmek, Rahman ve Mün’im isimlerini sevmektir; hem manevi bir şükürdür. Şu muhabbetin, yalnız nefis hesabına olmadığını ve Rahman’ın namına olduğunu gösteren ölçü şu üç maddedir:
 
1-Meşru dairedekanaatkarane kazanmak,
2-Mütefekkirane ve
3-Müteşekkirane yemektir. 
 
Peder ve valideyi şefkatle teçhiz eden ve seni onların merhametli elleriyle terbiye ettiren Allah’ın hikmeti ve rahmeti hesabına onlara hürmet ve muhabbet etmek, Cenab-ı Hakkın muhabbetine aittir. 
 
O muhabbet, hürmet ve şefkat, Allah için olduğunun alameti şudur: Onlar ihtiyar oldukları ve sana hiçbir faydaları kalmadığı ve seni zahmet ve meşakkate attıkları zaman, daha ziyade muhabbet, merhamet ve şefkat ediyorsun. Niçin? Allah için. 
 
 
Hayat arkadaşını, (eşini), rahmet-i İlahiyeninmunis, latif bir hediyesi olduğu için sev. Fakat çabuk bozulan suretindeki güzelliğine muhabbetini bağlama. Belki kadının en cazibedar, en tatlı güzelliği, kadınlığa mahsus bir letafet ve nezaket içindeki iç güzelliği ve ahlak güzelliğidir. En kıymetli ve en şirin cemali ve güzelliği ise, ulvi, ciddi, samimi ve nurlu şefkatidir. Şu şefkatin cemali ve iç güzelliği, ömür boyu devam eder, hatta gittikçe artar. Ozaif, latif ve narin mahlukun hürmet hakları ancak bu şekildeki bir muhabbetle muhafaza edilir. Yoksa,fiziki güzelliğin zamanla yok olup gitmesiy en muhtaç olduğu bir zamanda biçare hakkını kaybeder. 
 
Bir gün Rasul-i Ekrem (sav), Hazret-i Ali’ye sorar:
 “–Ya Ali! Allah Teala’yı,O’nun Rasulü’nü, kızım Fatıma’yı, Hasan ve Hüseyin’i seviyor musun?”
 “–EvetyaRasulallah!”
 
 Bunun üzerine Rasul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-:
 “–Ya Ali! Gönül bir, sevgi dört. Bir kalbe bu kadar sevgi nasıl sığıyor?” buyurur.
 Hazret-i Ali -radıyallahuanh- bu suale bir türlü cevap veremez. Düşünceli bir halde evine döner. Hazret-i Fatıma (ra), Hazret-i Ali’yi durgun ve düşünceli görünce sorar:
 
 “–Sizi durgun görüyorum; üzücü bir şey mi oldu?Eğer üzüldüğünüz şey, bu dünya ile ilgili ise kederlenmeye değmez. Ahiret ile ilgili bir husus ise, nedir sizi üzen?” 
 
 Hazret-i Ali (ra) durumu anlatır. Hz Fatıma (ra) gülümser ve:
 “–Haydi babamın yanına var ve bu suali şöyle cevaplandır:
 “–YaRasulallah! İnsanın sağı, solu, önü, arkası diye yönleri vardır. Kalbin de böyle. Ben Allah’ı aklım ve imanımla, Siz’iruhum ve imanımla, Fatıma’yı insani nefsimle, Hasan ve Hüseyin’i de babalığın tabii icabı ile seviyorum.” 
 
Hz. Ali (ra) gelip aynı şeyleri söyleyince, Sevgili Peygamberimiz tebessüm buyurur ve şöyle der:
 “–Ya Ali! Bu sözler ancak nübüvvet ağacının dalından alınmış meyvelerdir.”
 
Burdan çıkarılan ders şudur: Allah rızasına yönelik bulunan bütün muhabbetler makbuldür. Allah’ınrazı olmadığı muhabbetler ise, kalbin manevi kanseridir. 
Doç. Dr. Vehbi Karakaş
RisaleAjans