Bediüzzaman’ın Ayasofya’da Yaptığı Konuşma

Bediüzzaman’ın Ayasofya’da 1909 Yılındaki Mevlid Merasiminde Yaptığı Konuşma

(Bu konuşmanın metni Mevlid sonrası hemen Volkan’da neşredilmemiştir. Ancak sonradan 31 Mart Olayından iki hafta önce neşr olunmuştur)

Biz sadece özetini nakledeceğiz.

Dağ Meyvesi Acı Da Olsa Devadır

Biz Kalu Bela’dan Cem’iyet-i Muhammedi’de (Aleyhissalatü Vesselam) dahiliz. Cihet’ül-vahdet-i ittihadımız tevhiddir. Peyman ve yeminimiz imandır. Madem ki Allah’ı bir biliyoruz, bir ve beraberiz.

Herbir mü’min i’la-yı Kelimetullah ile mükelleftir. Bu zamanda en büyük sebebi, maddeten terakki etmektir. Zira yabancılar teknoloji ve sanayi silahıyla bizi manevi istibdadları altında eziyorlar. Biz de, fen ve san’at silahıyla i’la-yı Kelimetullahın en müdhiş düşmanı olan cehil ve fakr ve ihtilaf-ı efkarla cihad edeceğiz.

Biz muhabbet fedaileriyiz, husumete vaktimiz yoktur. Meşrutiyet ki, adalet ve meşveret ve kanunda inhisar-ı kuvvetten ibarettir. Onüç asır evvel Şeri’at teessüs ettiğinden, kanunlarda Avrupa’ya dilencilik etmek, din-i İslama büyük bir cinayettir ve kuzeye doğru namaz kılmak gibidir. Kuvvet kanunda olmalı. Yoksa istibdad tevzi olunmuş olur.

İnsanlar hür oldular, ama yine abdullahtırlar. Herşey hür oldu, Şeri’at da hürdür, meşrutiyet de. İslamın meselelerini rüşvet vermeyeceğiz. Başkasının kusuru, insanın kusuruna sened ve özür olamaz.

Ümitsizlik her hayra manidir. “Neme lazım, başkası düşünsün” istibdadın yadigarıdır.

Bunu daha evvelki yazılarından tatmin olmayanlar için bütün fikirlerini özetlediği ve arka arkaya neşredilen diğer makaleleri takip eylemiştir. Üslubunun ağır ve biraz da garib olduğunu beyan ettikten ve sadece işaret nevinden zekilere hitab ettiğini belirttikten sonra şu tavsiyeleri sıralamaktadır:

Beni İslamiyete, İslami eğitime, alimlere, talebeliğe, Osmanlılığıma, Hilafete, İttihad-ı Muhammediye ve Kürdlüğüme intisabım cihetiyle dinleyin diyen Bediüzzaman Hazretleri söyleyeceklerini dokuz madde altında toparlar. Bunlar arasında geçmişte yayınladığı makalelerdeki bazı fikirlerinin tekrarı bulunsa da bu dönem açısından ehhemiyet arz ettiği için özetle tekrar edeceğiz.

Birinci Madde: İslam aleminde Şura Meclisini temsil eden meşrutiyetin ukde-i hayatiyesi Şeri’attır. Bu konuda dört mezhebin izahları ve ictihadları esas alınmalıdır. Milyonlarca alimlerin Kur’an’dan ilham alarak ortaya koyduğu şer’i hükümler varken Avrupa’dan hukuk ve ahlak dilenmek doğru değildir. Hakim kanun olmalı ve kanun ağacının temelini İslam hukuku teşkil etmeli. Aksi takdirde, zakkum ağaçları olan dinsizlik, ihtilaf, münafıklık, günahlar ve israflar bizi perişan edecektir. Medeniyetin hiçbir hakiki güzelliği yoktur ki, İslamiyette açıkça yahut zımnen mevcut olmasın.

Çocukları aldatan medeniyetin bazı heva ve heveslerini papağan kuşu gibi taklit etmeye başladılar. Halbuki meşrutiyet Şeri’atın kölesidir. Şeri’at ile hiç alakası olmayan eski istibdadları ona mal edemezsiniz.

İkinci Madde: İslami eğitim ordusunun tümenleri olan Medrese, Tekye ve Mekteb ehli maalesef ifrat ve tefrit ile birbirini dalalet ile suçlamaktadır. Halbuki bunlar İslamiyet sarayının kapıları ve hükumet de onun salonu olmalıdır. Mekteblerde İslami hakikatler okutulmalı, Medreseler müsbet ilimleri ihmal etmemeli ve tekyelerde de alimle söz sahibi olmalıdır.

Üçüncü Madde: Osmanlı Devletinde akademik bir meşrutiyet de kurulmalıdır. Zira her bir alimin kendi fikrini herkese kabul ettirmek manasındaki ilmi istibdad, bizi perişan eylemiştir. İdarede kuvvet kanunda olmalı; ilimde ise kuvvet hakda olmalı; yoksa istibdad hakim olur.

Dördüncü Madde: Talebelik alanındaki disiplinlere ayrılma meselesi medreselerde de tatbik edilmelidir. Nasıl ki devlette kamuoyu hakimdir; İslamiyette müftü de alimlerin kamuoyu olmalıdır. Böylece icma’-i ümmet manasına yaklaşılır.

 

Beşinci Madde: Mürşid-i umumi olan va’iz ve hatipler hem alim-i muhakkik olmalıdır, ta bürhan ile ikna’ eylesin. Zira iddiaların tasvir ve süslenmesi, hakikatı arayana karşı faidesizdir. Ve hem de hakim-i müdakkik olmalıdırlar, ta ki bir şeyi terğib veya terhib ile ondan daha mühim şeyin önemini azaltıp muvazene-i Şeri’atı bozmasınlar. Ve hem de beliğ-i hakim olmalıdırlar. Ta ki, mukteza-yı hale mutabık ve ilcaat-ı zamana muvafık ve teşhis-i illete münasib söz söylesinler.

 

Altıncı Madde: Osmanlılığın ilerlemesini faal hale getirmektir.. Şöyle ki: Bu devletin hayatı ve dini, Din-i İslam olduğundan; her bir Osmanlı İ’la-yı şevket-i İslamiyeye mükellef ve her bir mü’min İ’la-yı Kelimetullaha muvazzaftır. Ve bu zamanda i’la’nın en büyük sebebi maddeten terakki olduğundan ve terakkinin en müthiş düşmanı olan cehalet ve zaruret ve ihtilafa; marifet kılıcı, çalışmak ve ittihad ile din namına ittihad edeceğiz. Ama harici düşmanlar, medeni olduklarından fikren galebe çalmak lazımdır.

Yedinci Madde: Hilafete dair bir rüyadır. Alem-i ma’nada padişahı gördüğünü ve ona “Sen ömrünün zekatını Ömer bin Abdülaziz’in mesleğinde sarfet!.. Ta ki, meşrutiyet riyasetine lazım ve biatın ma’nası olan teveccüh-ü umumiyeyi kazanasın.”

Padişah’ın nasıl yapacağını sorması üzerine, “İstibdad, memleketin kalbi olan İstanbul’da kan bırakmadığından hüsn-ü niyeti göster. Şefkatle meşrutiyeti kansız kabul ettiğin gibi; menfur olmuş Yıldızı kalplere sevdirmek için, eski zebaniler yerine melaike-i rahmet gibi muhakkik alimlerle doldurmak… ve Yıldızı Dar’ül-Fünun gibi etmek… Ve ulum-u İslamiyeyi ihya etmek ve meşihat-ı İslamiyeyi ve hilafeti, mevki-i hakikisine yükseltmek… Ve milletin kalb hastalığı olan za’f-ı diyanet ve baş hastalığı olan cehaleti, servet ve iktidarınla tedavi etmekle Yıldızı Süreyya kadar i’la et. Hem de havaic-i zaruriyeye iktisad et. Ta alıştırılmış olan israfa iktidarı olmayan biçare millet de iktida etsin. Madem ki, İmamsın…”

Sekizinci Madde: İleride tava’if-i mülük temelleri hükmünde olan muhtelif milletlere ait kuluplerin ittihadının temeli olan “İttihad-ı Muhammedi”den anasır-ı gayr-ı Müslime ürkmesinler. Zira mesleğimiz sırf ahlaki ve dini olduğundan, onlara faide-i azimeden başka zarar vermez. Bizi kendilerine kıyas etmesinler. Zira milliyetleri çoktan vicdani olan dinlerine galebe çalmış… Hem de onları medeni biliriz. Medenilere ikna’ ile muhabbetle galebe çalınır. Özellikle bizde “Dinde ikrah yoktur” düsturu hakimdir.

Cemiyyetimizin meşrebi, Müslümanlar arasında muhabbetin ma’nasına muhabbet ve husumetin herşeyine husumettir. Ve mesleği: “Ahlak-ı Ahmediye (A.S.M.) ile tahalluk ve Sünnet-i Nebeviyeyi ihya etmektir. Ve rehberi Şeri’at-ı Garra ve seyfi berahin-i katıa ve maksadı İ’la-yı Kelimetullahdır….”

Dokuzuncu Madde: Kürdlerin ihtilafı sebebiyle zayi’ olan büyük kuvvetlerinden istifade etmek için iki temel esas, ittihad-ı milli ile ve ma’arifdir. Halbuki müsbet ilimlerden dört sebepten tevahhuş ediyorlar (Daha önce açıklamış idi). Bahusus şimdiki bazı gençlerimizin dinlerindeki laubaliane hareketleri daha ziyade milleti vahşete düşürüyor. Bu gibi laubaliler Meşrutiyete hizmet değil, bilakis Meşrutiyete ve millete büyük bir darbe vurarak terakkinin yolunu sedde sebep oluyorlar.

Kürdistan’a müsbet ilimlerin girmesinin tek yolu: Hamidiye alaylarında askerlik münasebetiyle; mekteblerde alışılmış olan medrese adı altında dini ilimlere müsbet ilimleri; üç muhtelif noktasında (Padişaha takdim ettiği dilekçede bunlar zikrediliyor) talebenin tayinatının te’miniyle beraber üç dar-ul-ilim açılması… Ve bunlardan neş’et eden Kürd alimleri de, ihya olacak medreselerde Kürdlerin isti’dadlarına göre tedris-i fünun etmektir.

Onuncu Madde (Zeyl bu şekilde tarafımızdan ifade edilmiştir): Müsbet ilimlerin bir mecrası da medreseler olmalı, ta ki zihinleri safileşsin ve müsbet ilimler de Şeri’at ile süzdürülmüş olsun Bu da ehl-i medresenin himmetine havale edilmelidir.

Bediüzzaman bu uzun makalesindeki hakikatleri ve tavsiyeleri aynı gazetede yazmaya devam etmiştir. Bu makaleden iki gün sonra yayınladığı makalede de, Tarik-i Muhammedi (Aleyhissalatü Vesselam) şübhe ve hileden münezzeh olduğundan, şübhe ve hileyi ima eden gizlemekten de müstağnidir. Hem o derece azim ve geniş ve muhit bir hakikat, bahusus bu zaman ehline karşı hiçbir cihetle saklanmaz.

İttihad-ı İslam hakikatında olan İttihad-ı Muhammedi’nin (Aleyhissalatü Vesselam) birlik kaynağı tevhid-i İlahidir. Peyman ve yemini de imandır. Encümen ve cem’iyetleri, mescidler, medreseler ve zaviyelerdir. Müntesipleri umum mü’minlerdir. Nizamnamesi Sünnet-i Ahmediye’dir (Aleyhissalatü Vesselam). Kanunu, şer’i emir ve yasaklardır.

Bu ittihadın meşrebi, muhabbettir. Husumeti ise, cehalet ve zaruret ve nifakadır. Gayr-ı Müslimler emin olsunlar ki; bu ittihadımız, bu üç sıfata hücumdur. Gayr-ı Müslime karşı hareketimiz ikna’dır. Zira onları medeni biliriz. Ve İslamiyeti mahbub ve ulvi göstermektir. Zira onları munsif zannediyoruz. Laübaliler iyi bilsinler ki, dinsizlikle kendilerini hiçbir ecnebiye sevdiremezler. Zira mesleksizliklerini göstermiş olurlar. Mesleksizlik, anarşilik sevilmez. Ve bu ittihada tahkik ile dahil olanlar, onları taklid edip çıkmazlar. İttihad-ı Muhammedi (Aleyhissalatü Vesselam) olan ittihad-ı İslamın efkar ve meslek ve hakikatını efkar-ı umumiyeye arz ederiz. Kimin bir itirazı varsa etsin, cevaba hazırız.

Volkan, No: 83, 11 Mart 1325/23 Mart 1909; Bu makale, Volkan 83 ve 84 sayılarında yayınlan-mıştır. 31 Mart Olayından bir iki hafta öncedir.

Prof. Dr. Ahmed Akgündüz

www.NurNet.org

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: