Bediüzzaman’ın, Diyarbekir Seyahati, Umman Denizinden Bir Portre…

Diyarbekir deyince Peygamber ve sahabeler şehri akla geliyor. Hz.Zülkifl (a.s) ile Hz. Elyesa (a.s)’ın kabirleri Diyarbakır-Eğil ilçesinde bulunmaktadır. Kabirlerinin bulunduğu yerde Dicle barajın yapılması nedeniyle 3 bin 200 yıl önce yaşamış olan bu Peygamberlerin naaşlarının su altında kalmaması için başka yere nakil edilmesi gerekmiştir.

14–17 Eylül 1995’te kabirleri yeminli bir heyet tarafından açılmış, aradan 32 asır geçmesine rağmen, her iki Peygamberin de vücutları sağlam olduğu heyet tarafından açıklanmıştır. Ayrıca, Nebi Harun Asefi (a.s)’in de kabri Eğil ilçesindedir. Hz.Anuş (a.s)’ın kabri ise Diyarbekir- Ergani arasındadır.

Beş ay gibi zorlu bir muharebe neticesinde bu günkü Diyarbakır adı ile anılan “Amid” şehri Miladi 27 Mayıs 638 tarihinde fethedilmiştir.

Diyarbekir, fethedilip bir İslam şehri olması Hz. Peygamber dönemine dayanır. Bağrına barındırdığı 40 şehit sahabeyle büyük mazhariyete ulaşan Diyarbekir, 27’si Hazreti Süleyman camisinde, 13’çü ise şehrin muhtelif yerlerinde medfundur.

Hz. Süleyman Camisi’nde medfun bulunan şehit sahabelerin isimleri:

  1. Hz. Süleyman bin Halit bin Velid (r.a)
  2. Hz. Rıdvan (r.a)
  3. Hz. Mesut (r.a)
  4. Hz. Beşir (r.a)
  5. Hz. Hamza (r.a)
  6. Hz. Amr (r.a)
  7. Hz. Sabe (r.a)
  8. Hz. Sabit (ra)
  9. Hz. Zeyd (r.a)
  10. Hz. Zeyd (r.a)
  11. Hz. Halid (r.a)
  12. Hz. Halid (r.a)
  13. Hz. Numan (r.a)
  14. Hz. Muhammed (r.a)
  15. Hz. Muhammed (r.a)
  16. Hz. Abdullah (r.a)
  17. Hz. Abdullah (r.a)
  18. Hz. Abdullah (r.a)
  19. Hz. Hasan (r.a)
  20. Hz. Hasan (r.a)
  21. Hz. Kab’ı Zişan (ra)
  22. Hz. Fudayl (r.a)
  23. Hz. Malik (r.a)
  24. Hz. Fahr (r.a)
  25. Hz. Ebul Hamd (r.a)
  26. Hz. Ebu nasr (r.a)
  27. Hz. Mugire (r.a)

Bediüzzaman’ın Diyarbakır’a teşrifleri!

Peygamber ve Sahabeler diyarı olan Diyarbakır’a, 20 yaşlarında, tahminen 1898 yıllarında nadire-i cihan, hadim-i Kur’an, Bediüzzaman Said Nursi hazretleri teşrif etmişler. Diyarbakır’da kaldığı kısa bir zaman içinde yörenin tanınmış âlimleri ve aile reisleri tarafından büyük bir teveccüh gören Bediüzzaman ile ilgili Diyarbakır hatıraları, Esat Cemiloğlu ile Hamit Ekinci ağabeyden naklen anlatan Askeri Yıldız ağabeyden dinleyelim:

Esat Cemiloğlu Diyarbakır’da bilinen meşhur Cemiloğlu ailesindendir. Babası Hamidiye Paşalarından Cemil Cemiloğlu’dur. Bediüzzaman Diyarbakır’a geldiğinde bir hafta Cemil Cemiloğlu’nun evinde kalır.

Esat Cemiloğlu: Bediüzzaman, Diyarbakır’a geldiğinde tahminen 20 yaşlarında, ben de 7–8 yaşlarında idim. Bediüzzaman,  evimizde bir hafta kalır, o süre içerisinde, evin bir hizmetçisi üstadın hizmetine verilmişti, zaman zaman Mesudiye medresesine gider, Ulu Camide vaaz ederdi.

Babam, Bediüzzaman’a çok kaliteli ve pahalı bir takım şal ve şappık aldı, (yöresel bir kıyafet) ısrarla ona hediye etti. 2–3 gün sonra biri kapıyı çaldı, Bediüzzaman Hazretleri, hizmetçiye sordu “ kimdir?”  Hizmetçi “ eski elbise isteyen bir fakir” dedi. Babamın hediye ettiği ve hiç açmadığı o elbiseyi aldığı gibi fakire verdi. Babama, “ Senin hediyeni aldım, kabul ettim, hayrına da fakire verdim.” dedi.

Bediüzzaman Hazretleri çok şık giyiniyordu. Tabancası belindeydi, kabı ve kabzası gümüş bir kaması ve sedef bir tespihi vardı, tespihi kabzaya bağlıyordu. Bediüzzamanı çok seviyor, hürmet ediyorduk. Fakat bir hafta gibi kısa bir süre bizde kaldı. Bir gün Üstad beni yanına çağırdı, “gel sana bir dua ezberleteceğim,” dedi. Üstat birkaç kez okuduğu duayı bana ezberletti, o günden beri her gün o duayı okuyorum, diyen Esat Cemiloğlu, üstada büyük özlem duyduğunu belirtmiştir.

Keza, Askeri Yıldız ağabey, Molla Hamit ağabeyden de şöyle nakleder: “Mola Hamit Ekinci ağabey 1930 yıllarında askerlik yapmıştır. Molla Hamit ağabey dindar olduğu için, arkadaşları ona kaderle ilgili soru sorarlar. Molla Hamit ağabeyde bu meseleyi iyice öğrenip, arkadaşlarına izah etmek için Diyabakır’da Âlim ve müderris olan, Molla İbrahim’e gider. Kaderle ilgili meseleyi anlatır. Molla İbrahim “ benden ne istiyorsun? Sa’di taftazani’nin halledemediği bir meseleyi ben nereden bileyim, git Bediüzzaman’ın eserlerini oku, o bu meseleleri halletmiştir.” der.

Mola Hamit: “Seyda (molla İbrahim’e) sen Üstadı nereden tanıyorsun?”

Molla İbrahim: “Bediüzzaman Hazretleri Cemil Paşagillerdeyken Said-i meşhur ismiyle yâd ediliyordu. Bende Mesudiye medresesinde talib (mezün) idim. O zaman Bediüzzaman Hazretleri Diyarbakır’da çok konuşuluyordu. Mesudiye müderrisleri en muğlâk 14 soruyu hazırladılar. Said-i meşhur adındaki âlimi medreseye davet edip, imtihan etmeye karar verdiler. Bu davet işini de bana verdiler. Bir arkadaşımla beraber Bediüzzaman’ın kaldığı Cemil Paşa konağına gittik.

Cemil Paşanın evine gittiğimizde, bir genç bizi misafir odasına aldı, orada oturan bir kişi, üzerinde çok güzel şark kıyafeti, belinde gümüş bir kama ve tabanca vardı. Çok asil bir duruşu vardı. Her halde bu Cemil Paşaların ileri gelenlerindendir, dedik. Bize kahve ikram edildi. Kahvemizi içtikten sonra, Erkan-ı harp gibi başında sarıklı oturan zat, dedi ki: “ bizim şark adetlerimizde, misafir geldiği zaman ya yemeğini yedikten veya kahvesini içtikten sonra muradını sorarız.” dedi.

Bende dedim ki:  Efendim sizde misafir bulunan Said-i meşhur ismindeki zatı, Mesudiye medresesine davet etmek üzere, hocalarımız tarafından geldik.

Bediüzzaman Hazretleri: “Said benim; ama meşhurluğu filan yoktur. Madem davet ediyorsunuz geleyim” dedi.

Mesudiye medresesine vardığımızda arkadaşlar çay hazırlamışlardı, Bediüzzaman çay esnasında, “denilebilir ki”; diye sözlerine başladı. Hocaların hazırladıkları soruları kimse sormadan, ayni hazırlandığı şekliyle, 1.sorudan başladı, hem soruyu sorar, hem de cevabını da mükni bir şekilde verirdi. İşte o zamandan beri ben Bediüzzamanı tanıyorum, dedi.

Bediüzzaman, Diyarbakır’da kaldığı kısa süre içerisinde, Mesudiye medresesinde âlimlerle yaptığı ilmi sohbet ve münazaralarla, ilminin rüchaniyetini ispat etmiş, yöre halkından da büyük teveccüh görmüştür.

Keza Hamidiye paşalarından Cemil Paşa gibi tanınmış birinin ikramı çevirmek, hakaret sayılacağından, usulen kabul etmiş ise de; ne var ki: daha paşanın evinde iken, aldığı hediyeyi bir fakire iade etmesi, hem kaidesine sadık kalmış hem de paşanın gönlünü kibarca almıştır. Bediüzzaman’ın, Diyarbakır seyahati, umman denizinden bir portre…

Rüstem Garzanlı/Diyarbakır

29.1.2014

www.NurNet.org

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: