Bediüzzaman’ın Hafızası

Çok iddialı bir başlık değil mi? Bir çay bardağının koca bir bahr-i muhit-i okyanusu ölçmesine benzer. Ama ölçer mi, ölçmese de bir yorum imkânı verebilir mi?

Ben de siz de düşünelim. Bediüzzaman’ın eserlerinden hareketle o sonu gelmez hafızanın hakkında mülahazalar yapabiliriz. Sadece konuşmak değil örnek metinlerden hareket edeceğiz. Mu’cizat-ı Kur’an’iye isimli eserin tamamı o büyük hafızanın bazı görüntülerini almış. İkinci Şule’de şu cümleye bakalım: “Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyan’ın heyet-i mecmuasında,

Raik bir selaset
Faik bir selamet
Metin bir tesanüd
Muhkem bir tenasüb

Cümleleri ve heyetleri mabeyninde ulvi bir tecavüb olduğunu ilm-i beyan ve fenn-i maani ve beyaninin Zemahşeri, Sekkaki, Abdulkahir-i Cürcani gibi binlerce dahi imamların şehadetiyle sabit olduğu” (Sözler, 448)

Bu cümlenin sahibinin Kur’an’ın haritasını gören bir ihatası ve hafızası vardır.

Bu sözü söyleyen Kur’an’ın bütünü gören şahıstır. Kur’an’ın 6666 ayetini birden gören ve onlarda raik selaset, faik selamet, metin tesanüd, muhkem tenasüb, ulvi tevavübü genelinde gören ve yorumlayan bir hafıza ve zekâ vardır. Bu kelimelerin anlatamayacağı bir büyüklüktür.

İkinci Şu’le devam eder

Bu beş değişik özellik bir metinde düzen içinde genel tenasübü bozmayacak şekilde ifade edilmiştir, bunu da görmek ve ifade etmek aynı derecede zor.

Her surenin iniş nedeni nüzul nedeni farklı olduğu halde, onlar öyle birbiri ile dayanışma halindedir ki sanki iniş nedeni birdir, Kur’an bazı olaylara farklı ve tekrar tekrar cevap olduğu halde cevaplar o kadar iç içe girmiş, o kadar birbirine kuvvet verir ki sanki tek sualin cevabıdır.

Hem Kur’an değişik sayılarda, farklı farklı hadiselerin hükümlerini beyan için geldiği halde, öyle tam bir intizamı gösteriyor ki, bir hadisenin beyanıdır.

Hem farklı ve çeşitli halette muhatapların anlayışlarına göre uygun üslublarda hepsinin zihin derecelerine göre tenezzül ettiği halde, öyle güzel bir benzerlik ve güzel bir akıcılık gösteriyor ki güya haller birdir, bir anlayış derecesidir, su gibi akar bir selaset ve akıcılık gösteriyor.

Hem o Kur’an birbirinden uzak, sayısız muhatapların sınıflarına yönelik konuştuğu halde, öyle bir beyan kolaylığı, düzgün ve kurallı sözlerden oluşan bir nizamı, bir kolay anlatışı vardır ki, güya muhatabı bir sınıftır. Hatta her bir sınıf zanneder ki gölgesiz ve engelsiz muhatab kendisidir.

Hem Kur’an değişik ve birbirine derc olmuş irşadi bazı gayelere kavuşturmak ve hidayet etmek için nazil olduğu/indiği halde, öyle bir doğru istikamet, doğru hedef, öyle dikkatli bir denge, öyle bir güzel intizam vardır ki güya maksat birdir.

İşte bu sebepler karışıklığın nedeni iken, Kur’an’ın mu’cize beyanında akıcılık ve tenasübünde uygunluğunda kullanılmışlardır. Bu cümleyi kurmak ve ifade etmek bir büyük zekâ ve hafıza olduğu kadar, Kur’an’ın bütününde bunları tespit etmek daha müşkül bir meseledir. İşte Hadi-i azam bu demektir, bu cümleyi kuran adam Hadi-i azamdır. Bu cümleyi tüm zamanlar içinde kimse kurabilir mi? O da ayrı bir mesele.

Bahsin son paragrafında yine aynı hafıza, yorum, hayal gücü ve ihata konuşur. “Evet, kalbi sakamsız, aklı müstakim, vicdanı marazsız, zevki selim bir adam, Kur’an’ın beyanında güzel bir selaset, rana bir tenasüb, hoş bir ahenk, yekta bir fesahat görür.

Hem basiresinde selim bir gözü olan görür ki Kur’an da öyle bir göz vardır ki, güya o göz bütün kainatı zahir ve batını vazıh, göz önünde bir sahife gibi görür.” (Sözler, 449)

Burada göz ve görmek ile ilgili harika bir cümle kurmuş.

Göz bir hassedir ki ruh bu âlemi o pencere ile seyreder. Göz asgari düzeyde eşyanın güzelliğini görür. Ve daha birçok gözle ilgili imajların şahikasında bu göz imajı yatar. Bu gözü gören göz de onun gözüdür. Düştük bir okyanusa sahile var ey kalbim.

Şimdi hazır olalım son cümle ne kadar azametli:

“İstediği gibi çevirir. İstediği bir tarzda o sahifenin manalarını söyler.

“Şu birinci Nur ‘un hakikatini misaller ile tavzih etsek, bir kaç mücelled lazım”. Birkaç cilt eser ile bu paragraflar örneklenebilir, o örnekleri gören de onu yorumlayan da o, seni anlatamadık Üstadım. Sevenler bir âlem, sevmeyenler bir âlem. Elimde şaşkın kalem, neyleyem ?

Prof. Dr. Ahmet Nebil Soyer

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: