Bediüzzaman’ın Penceresinden “Hastalıklar, Musibetler Ve Dini Musibetler “

“Evet mü’mini üzen, ona eziyet veren her şey musibettir”(Hadis-i şerif)

İnsanın başına ansızın gelen bela, sıkıntı, hoşlanılmayan şeylere, hedefine isabet eden mermi gibi insana şiddetle dokunan hâdise ve felaketlere musibet denir.

İnsanoğlu yaşadığı sürece başına bazen musibetler bazen hastalıklar gelebilir.  İnsanın canına da malına da musibet gelebilir. Deprem, sel, heyelan, Tsunami gibi doğal afetler, savaşlar birer musibettir.1. ve 2.Dünya savaşları yakın tarihin en önemli musibetleridir.

Bediüzzaman, Kur’an’da geçen Hz.Eyyub kıssasını 2.Lem’ada analiz ederken onun maddi hastalıklarına karşı bizim “batıni ve ruhi ve kalbi  hastalıklarımız” vardır, diyerek gözlerimizi bu hastalıklara çevirmemizi ister. Nedir bu hastalıklar? İslamın yasakladığı bütün işlerdir, yani yapılması günah olan işler, içki, kumar,zina gibi günahlar ile gıybet,gaflet ve bidatlar gibi günahlardır. Eğer günah işleyen hemen tövbe edip bu günahtan pişman olmazsa itikadi konularda akla gelecek şüpheler kişiyi inkara kadar götürebilir. Melekleri, Cehennemi inkar edip hatta Allah’ın varlığına ait bir şüpheyi bile delil olarak görmeye başlayabilir. Çünkü “Herbir günah içinde küfre gidecek bir yol var. ”  dır. “işlediğimiz herbir günah, kafamıza giren herbir şüphe, kalb ve ruhumuza yaralar açar.

Hazret-i Eyyub Aleyhisselâmın yaraları, kısacık hayat-ı dünyeviyesini tehdit ediyordu. Bizim mânevî yaralarımız, pek uzun olan hayat-ı ebediyemizi tehdit ediyor.”

Bediüzzaman’a göre dünyadaki en önemli musibet cana, mala gelen musibetler değil “batıni, ruhi ve kalbi hastalıklar” ile dine gelen musibetlerdir. Bediüzzaman bu konuyu da şöyle açıklar:

*Asıl musibet ve muzır musibet, dine gelen musibettir. Musibet-i diniyeden her vakit dergâh-ı İlâhiyeye iltica edip feryad etmek gerektir. Fakat dinî olmayan musibetler, hakikat noktasında musibet değildirler. Bir kısmı ihtar-ı Rahmânîdir. Nasıl ki çoban, gayrın tarlasına tecavüz eden koyunlarına taş atıp, onlar o taştan hissederler ki, zararlı işten kurtarmak için bir ihtardır, memnunâne dönerler.

Öyle de, çok zâhirî musibetler var ki, İlâhî birer ihtar, birer ikazdır. Ve bir kısmı keffâretü’z-zünubdur. Ve bir kısmı, gafleti dağıtıp, beşerî olan aczini ve zaafını bildirerek bir nevi huzur vermektir. Musibetin hastalık olan nev’i, sabıkan geçtiği gibi, o kısım, musibet değil, belki bir iltifat-ı Rabbânîdir, bir tathirdir. Rivayette vardır ki, “Ermiş bir ağacı silkmekle nasıl meyveleri düşüyor; sıtmanın titremesinden günahlar öyle dökülüyor.(LEMALAR, 2.Lema)

Dine gelen musibetler; en zararlı musibetlerdir ve 3 başlık altında incelenebilir. Bunların içinde İslamı hedef alan düşünce akımları, İslam hukukuna aykırı kanunları İslam toplumuna uygulama girişimleri ile devlet idarecilerinin Müslümanların dini hayatlarına zorla müdahale ederek yasaklar koymalar kabul edilebilir.

    A- FEN VE FELSEFEDEN GELEN DİNİ MUSİBETLER

Materyaliz, Darwinizm, Naturalizm ve Ateizm gibi dünyayı sarsan maddeci akımlar, dine karşı olan felsefi görüşler ve Fen bilimlerindeki ilerlemeler nedeniyle dinin söylemlerine karşı görüşlerin(örneğin Evrim teorisi gibi) yaygın bir şekilde devlet eliyle İslam dünyasını etkisi altına almış,  kalbe şüpheler atmış ve imanları sarsmıştır. Dinsizlik, bu asırda cehaletten gelmemiş, fen ve felsefe kapısıyla içeriye girmiştir. Bunlar son yüzyıl içindeki    “dine gelen musibetler” olarak kabul edilir.

*Eskide fen ve ilim ile dalalete girip inad ve temerrüd ile hakaik-i imana karşı çıkana nisbeten şimdi yüz derece ziyade olmuş. Bu mütemerrid inadcılar, firavunluk derecesinde bir gurur ile ve dehşetli dalaletleriyle hakaik-i imaniyeye karşı muaraza ettiklerinden, elbette bunlara karşı atom bombası gibi -bu dünyada onların temellerini parça parça edecek- bir hakikat-ı kudsiye lâzımdır ki; onların tecavüzatını durdursun ve bir kısmını imana getirsin.(15.Şua)

Bunlara karşı aklı ve kalbi ikna eden, imanların kurtarılması ve onu taklit mertebesinden tahkiki denilen sarsılmaz ve köklü bir iman seviyesine çıkarmak için asrın insanına Kur’an’ın hakikatlerini, akılları ve kalbi ikna edecek bir şekilde anlatmak gerekiyor.

*Fen ve felsefenin tasallutuyla ve maddiyun ve tabiiyyun tâunu, beşer içine intişar etmesiyle, herşeyden evvel felsefeyi ve maddiyun fikrini tam susturacak bir tarzda imanı kurtarmaktır. (E.LAHİKASI)

*imanı kurtarmak ve imanı, tahkikî bir surette umuma ders vermek, (E.LAHİKASI)

  B-ZAMANIN GETİRDİĞİ MUSİBETLER

İslam toplumu içinde zamanın geçmesiyle olan bazı değişiklikler olmuş, Kur’an’ın hükümlerine karşı olan uygulamalara bazı müslümanlar kayıtsız kalmış, gereken önem ve bağlığı göstermemiş ama bazı Şeyhülislamlar gerçekleri padişah da olsa yüzüne haykırmaktan korkmamıştır. Mesela dönemin Şeyhülislâmı olan Zenbilli Ali Efendi, Kanuni’nin menfi batılılaşma hareketini tenkit eder.

Bu olayı Bediüzzaman şöyle anlatır:

*İnkılâbât-ı zamaniye ile çok ahkâm-ı Kur’âniyenin zedelenmesiyle ve şeriat-ı Muhammediyenin (a.s.m.) kanunları bir derece tâtile uğramasıyla(E.LAHİKASI)

“Sultan Süleyman Kanunî, kesretli kırk çeşme sularını İstanbul’a getirdiği vakit, Şeyhülislâm Zenbilli Ali Efendi ona demiş: “Hilâf-ı şeriat kanunları Avrupa’dan getirdiğin cihetle, İstanbul’a öyle bir bok sıçtın ki, o getirdiğin suların cümlesi üzerinden akıp geçse yüz senede temizleyemez. (SİKKE-İ TASDİK-İ GAYBÎ, Sekizinci Lem’a)

      C-DEVRİMLER ve REJİMLERİN GETİRDİĞİ DİNİ MUSİBETLER

İslamiyet Arap yarımadasında orta çıkmış, oradan dünyaya yayılmıştı. Ancak bazı ülkelerin rejimleri Müslümanların dini yaşamalarına dokunmazken belli zamanlarda o ülkedeki rejimler Müslümanlar için dini musibetlerin kaynağı olmuştur.

Bu konuda  aşağıda 4 örnek verilmiştir:

1-Endülüs’de kurulan Emevi devleti 1031 de yıkıldıktan sonra ardından kurulan beylikler, hanedanlıklardan sonra İspanya’da yönetim Kral 3.Felipe’nin eline geçti. Onun zamanında Müslüman halkın çoğu cami, kümbet, medrese, köşk, saray ve eşsiz yapıları yıkıldı veya tahrip edildi. Müslümanlar kadın, çocuk fark etmeksizin katledildi, din değiştirmeye, domuz eti yemeye veya İspanya dışına göç etmeye zorlandı.

2-Rusya’da 1917 yılında Bolşevik devrimden sonra  Marx ve Engels’in  bilimsel sosyalizm ideolojisinin dini tümden reddeden tutumu , Lenin ve Stalin’in Rusya’da bütün dinlere karşı oluşu nedeniyle Ortodoks kilisesi de baskı altına girdi, rejimin emrine girmesiyle baskılar azaldı ama  oradaki Müslümanlar uzun yılların  baskı altında yaşamalarına neden oldu.

 Camilerin kapatılması, dini bayramların ve orucun yasaklanması, din eğitiminin suç sayılması,kadınların örtünmesi gibi dini musibetler yaşandı. Ancak Ateist devletin din ile münasebetinin II. Dünya Savaşı zamanında değiştiğini kaydetmek gerekir. Çünkü bu savaşın ilk üç ayında bir kaç milyon asker (ölü veya esir olarak) kayıp verilir ve Kızıl Ordu yenilmeye başlar. İş ölüm-kalım safhasına gelince Sovyetler bir yönteme başvuruyorlar: kontrollü tarzda inanç hürriyetine kapıları açıyorlar. Alelacele ateizm propagandasıyla meşgul teşkilatlar ve idareler kapatılır, yıkılmayan camiler açılır, birkaç yasak kaldırılır ve sağ kalan din erbabından Diyanet Başkanlıkları oluşturulur. Ancak savaş bittikten sonra yine eskiye dönülür, baskılar başlar ve ateist toplum oluşturmaya kaldıkları yerden devam edilir, camilere el konur amacına zıt işlerde kullanılır.

3-Çin imparatorluğunun kuruluşu çok eskidir, m.ö  211 yılında kurulur ve 1912 yılında yıkılır. Aradaki geçen otorite boşluğundan sonra bu sefer de 1949 yılında Komünist bir rejim olan bir Çin Halk Cumhuriyeti kurulur. Komünist bir diktatör olan Mao, başa geçtiğinde 1966-1976 yılları arasındaki “Kültür Devrimi “ adını verdiği yeni bir idari tarz kurar. Bu dönemde Çin’de Müslüman halkı İslam’dan vazgeçirmek için her türlü yıldırma ve baskı yöntemi kullanır, camileri yıktırır, toplu ibadetleri yasaklar ve Kuran kurslarını kapattırır. Dini ilimlerin öğrenilmesi ve dini bilgilere sahip öncü kişilerin halkı eğitmelerini de tamamen yasaklar. Doğu Türkistan’da Uygur Müslümanlarına namaz, oruç ve başörtüsü takma yasağı,  lokantalara, oruç saatlerinde açık olma zorunluluğu getirilir.

4 Türkiye’de Cumhuriyetin ilanından sonra “Kemalist devrim” yapılır, 1932-1950 yılları arasında 18 yıl boyunca bütün Türkiye’de ezanın camilerden Arapça okunması yasaklanır, yerine zorla Türkçe ezan okutturulur. Arapça okuyanlara ceza verilir, sala da Türkçe okutturulur, Yıllardır cami olarak kullanılan Ayasofya camisi müzeye çevrilir ve orada da namaz kılmak yasaklanır.

Şapka kanunuyla devlet memurlarına zorunlu olarak şapka giydirilir, din alimlerine bile zorla şapka giydirilmeye çalışıldı. İskipli Atıf Hoca‘nın yazdığı «Frenk Taklitçiliği ve Şapka» adlı risalesi, kışkırtıcılığın etkeni olarak kabul edildi, hoca Ankara İstiklal mahkemesinde yargılandı ve asıldı.

Şapka kanuna muhalefetten Erzurum(Sıkı yönetim mahkemesi), Ankara, Sivas, Tokat, Amasya, Rize, Giresun ve Maraş İstiklal mahkemelerinde idam cezaları verilenler asıldı, hapis cezası alanlar yılarca hapis yatırıldı.

Kur’an öğretilmesi yasaklandı ama yine de gizli şekilde bu faaliyetler devam etti. Süleyman Hilmi Tunahan isimli bir din alimi İstanbul’da gizli bir şekilde 1924-1959 yılları arasında kendine has metotla din dersleri verdi, Kur’an öğretti. Ama bu arada birçok din alimleri(Bediüzzaman Said-i Nursi gibi)  de çeşitli bahanelerle memleketlerinden alınıp uzak yerlere, ücra köşelere sürgüne gönderildi.

Uzun yıllar TCK 163. madde balyozu Müslümanların tepesinde durdu,  “laikliğe aykırı hareket” bahanesiyle yıllarca Müslümanların okuduğu dini kitaplar, yaptıkları dini toplantılar suç sayıldı, tutuklandı ve hapse atıldılar ve sonrasında sürgün edildiler.

70 li yıllarda başlayan ve zaman zaman kalksa da ülkemizin Üniversitelerinde yıllarca başörtüsünün yasaklanması, ikna odalarında zorla kız öğrencilerin başlarının açtırılması da dine gelen bir musibet hareketidir. Başörtüsüne birilerine yaranmak için o günlerde füruat diyenlerin gerçek amaçlarının ne olduğu “15 Temmuz 2016 darbe teşebbüsü” ile ortaya çıkmış oldu. Çok şükür Türkiye’de milli irade, askeri vesayetlerden tam kurtulunca dini musibetlerden de kurtuldu derken başka bir musibete yakalanıyorduk.  Yıllarca din, iman, millet ve himmet diyenler bizi yeni bir musibete sürükleyeceklerdi, 241 şehidin ve binlerce gazinin sayesinde bu musibet akim kaldı.

Bugünlerin kıymetini iyi bilmek gerekir. Evet herkesin başına dünyevi musibetler gelebilir ama önemli olan o kişinin dini hürriyetlerine gelen musibetlerdir. İnananlar, dünyevi musibetlerin sıkıntılarında kurtulmak için yaptıkları mücadele ve sabırdan daha önemlisini dinlerine getirilen musibetlere karşı mücadelede göstermeli, zalimlere boyun eğmemelidir. Nemrut’lara, Firavun’lara ve Ebu Cehil’lere, Ebu Leheb’lere veya din hocası gibi görünüp, sinsice hareket edenlere, terör örgütü kurup onları idare edenlere ve bu örgütü maddi manevi destekleyenlere karşı eliyle, diliyle, kalemiyle veya seçimlerde kullandığı oyu ile savaşmalıdır.

Kur’an, dini musibetleri Müslümanlara yaşatanlar için şöyle diyor:

 “Allah’ın mescitlerinde, Onun adının anılmasına engel olan ve mescitlerin harap olması için çalışan kimseden, daha ZALİM kim vardır? Böylelerinin, oralara korku içinde girmekten başka bir hakkı olmaz. Onlar için dünyada bir rezillik, ahirette ise büyük bir azap vardır…” (Bakara, 114)

Son söz: “Zalimler için yaşasın Cehennem”(D.H.ÖRFİ)

Dr. Selçuk Eskiçubuk

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: