Bediüzzaman’ın Sürgün Belgeleri!
u ay Bediüzzaman özel sayısı ile çıkan Derin Tarih Dergisi’nde farklı bilgi ve belgeler yer alıyor. Bunlardan biri de Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin sürgün edilmesine dair cumhurbaşkanları Mustafa Kemal ve İsmet İnönü’nüye ait belgeler.
Nurettin Ceylan’ın araştırması şöyle:
Bediüzzaman hayatını öyle bir şekilde üç devre ayırmıştır ki, hangi veçheden bakılırsa bakılsın, hangi usuller esas alınırsa alınsın hayatı tıpkı kendi ayırdığı gibi üç devre ayrılır. O, bu devirleri Eski Said, Yeni Said ve Üçüncü Said şeklinde isimlendirmiştir. Devletle olan ilişkisi bakımından ele alınırsa bunlar Hürriyet, Esaret ve Muhtariyet dönemleri olarak adlandırılabilir.
Doğumundan 1926 yılına kadarki bölüm Hürriyet bölümüdür. Bu devirde bir iki istisna dışında devlet Bediüzzaman’a karışmaz, ne yaptığıyla ilgilenmez. Yani devlet klasik liberalcilerin devletidir. Vatandaş Bediüzzaman’a karışmaz, dokunmaz, gölge etmez. Bediüzzaman kanunların her vatandaşa çizdiği dairede istediğini yapmakta hürdür. Devlet Bediüzzaman’a diğer vatandaşlardan farklı davranmaz.
1926 ile 1950 arası ise Esaret devridir. Burada devlet mütemadiyen Bediüzzaman’ı dikizler, ne yaptığını gözler. Gerektiğini düşündüğü zaman ise göz hapsi, mecburi ikamet, ihtilattan men, yani insanlarla görüşmesine mani olma, tutukluluk, kılıfına uydurabilirse mahkumiyet cezaları ile kontrol altında tutmaya çalışır. Bediüzzaman’ın iradesi tamamen yok sayılmıştır. Hayatındaki bütün deveran devletin marifetidir. Burada devletin tavrı otoriterliği çoktan aşmış, totaliter olmuştur. Devlet onu vatandaşı gibi değil, adeta bakmak zorunda kaldığı bir esir olarak görmektedir.
Demokrat Parti iktidarı dönemine rastlayan 1950 ile 1960 yılları arası ise Muhtariyet faslıdır. Bu bölüm her bakımdan Hürriyet ve Esaretin ortasındadır. Devlet burada Bediüzzaman’ı ne tamamen hür bırakmış, ne de tamamen esir almıştır. Yine aynı şekilde ne tamamen Bediüzzaman’la ilgilidir, ne de tamamen ona kayıtsızdır. Bediüzzaman’ın iradesi kısıtlıdır. İdaresine tamamen ket vurulmamışsa da, her vatandaşa tanındığı gibi bir serbestliği de yoktur.
Bu üç dönemden sürgünler faslı öyle bir hal almıştır ki, vefatının ardından iman davasından sonra hakkında en çok konuşulan şey, kendisine çektirilen cefalar olmuştur. Bu dönem hakkında Bediüzzaman’ın şu ifadelerine kulak vermemiz gerekir:
“Ben şimdi düşünüyorum. Yirmisekiz senedir vilayet vilayet, kasaba kasaba dolaştırılıyorum. Mahkemeden mahkemeye sevkediliyorum. Bana bu zalimane işkenceleri yapanların atfettikleri suç nedir? Dini siyasete alet yapmak mı? Fakat niçin bunu tahakkuk ettiremiyorlar? Çünki hakikat-ı halde böyle bir şey yoktur. Bir mahkeme aylarca, senelerce suç bulup da beni mahkum etmeye uğraşıyor. O bırakıyor; diğer bir mahkeme aynı mes’eleden dolayı beni tekrar muhakeme altına alıyor. Bir müddet de o uğraşıyor; beni tazyik ediyor; türlü türlü işkencelere maruz kılıyor. O da netice elde edemiyor, bırakıyor. Bu defa bir üçüncüsü yakama yapışıyor. Böylece musibetten musibete, felaketten felakete sürüklenip gidiyorum. Yirmisekiz sene ömrüm böyle geçti. Bana isnad ettikleri suçun aslı, esası olmadığını nihayet kendileri de anladılar.”1
Sürgünler faslına devlet bir bahane bulamamış olsa da, bu dönemin temellerinin atılmasında Bediüzzaman‘ın 1922’de Mecliste bulunduğu sırada yaşanan tartışmaların sebep olduğunu tahmin etmek zor değil. Peki esaret dönemi nasıl başlamış Bediüzzaman Hürriyet’ten Esaret’e geçerken neler yaşamıştı?
1923 yılında Ankara’dan ayrılan Bediüzzaman Van’a gelerek Erek Dağı’nda hayatını devam ettirmiştir. 1925 yılında Şeyh Said hadisesi başlayıp kanlı bir şekilde bastırılmış ve idamlar haricinde Doğu Anadolu’nun birçok yerinde bu olayla ilgisi olduğu düşünülenler sürgüne yollanmıştır.
Burada az bilinen bir nokta var ki, Bediüzzaman bu sırada sürülenler arasında değildir. Zira o olayın cereyan ettiği 1925’te değil, 1926 Şubat’ında sürgüne yollanmıştır.2 Dolayısıyla sürgüne gönderilişinin Şeyh Said olayıyla hiçbir ilgisi yoktur. Nitekim aynı şeyi kendisi de söyler:
“Bu biçare Said, Van’da ders-i hakaik-i Kur’aniye ile meşgul olduğum miktarca Şeyh Said hadisatı zamanında vesveseli hükümet, hiçbir cihette bana ilişmedi ve ilişemedi.”3
1926 Şubat’ında Erek Dağı’nda, bulunduğu mağaraya üç kişilik bir jandarma müfrezesinin gelmesiyle 28 senelik çileli hayat başlamıştır. Bediüzzaman’ı Jandarma nezaretinde gören talebeleri ve halktan bir grup ona yönelerek: Aman Seyda, bizi bırakıp gitme! İrşadlarınızdan bizi mahrum bırakma, bize müsaade buyur, sizi göndermeyelim. Başka bir yere, diğer bir İslâm ülkesine de götürebiliriz. İzin veriniz, emrinize hazırız.
Fakat tahmin edileceği üzere Bediüzzaman talebe ve dostlarının bu teklifini kabul etmemiş, kendisine nezaret eden askerlerin talebeleri hükmünde olduğunu söyleyerek “Merakı mucib bir hal yoktur. Anadolu’ya ben kendi rızamla gidiyorum” demiştir.4 Van’dan alınan Bediüzzaman Trabzon ve İstanbul’dan sonra ilk sürgün yeri olan Burdur’a gelir. Burdur hayatına dair enteresan bir hatırayı şöyle nakleder:
“O vakit sebebsiz beni aldılar, nefyettiler, Burdur’a getirildim. Orada yine hizmet-i Kur’aniyede bulunduğum miktarca o vakit menfilere çok dikkat ediliyordu. Her akşam isbat-ı vücud etmekle mükellef oldukları halde, ben ve halis talebelerim müstesna kaldık. Ben hiç bir vakit isbat-ı vücuda gitmedim, hükümeti tanımadım. Oranın valisi, oraya gelen Fevzi Çakmak Paşa’ya şikayet etmiş. Fevzi Paşa demiş: Ona ilişmeyiniz, hürmet ediniz!” Bu sözü ona söylettiren hizmet-i Kur’aniyenin kudsiyetidir.”5
Burdur’da yaklaşık 7 ay kalan Bediüzzaman bu kez Isparta’ya sürülür. Isparta’da Müftü Tahsin Efendi Medresesi’nde ders vermeye başlar. Fakat 20 günden sonra burası da ona çok görülünce Isparta’nın Barla ilçesine sürülecektir. Zaten Burdur’dan Isparta’ya sürülmüş olan Bediüzzaman’ın, sadece 20 gün sonra başka bir yere sürülmesinin sebebi neydi? Bu sorunun cevabını Bediüzzaman’ın talebelerinden Mehmed Sözer (Tenekeci Mehmed) şöyle vermektedir:
“Üstad burada haftada iki gün ders yapıyordu. Isparta uleması bu derslere devam ediyordu. Derse bir defasında ben de gitmiştim. Çok kalabalıktı. Sadık Hoca’nın satın almış olduğu medrese tıklım tıklım doluydu. Ben ancak kapının eşiğinde oturabildim. Daha sonraları Vali Ekrem Bey evhamlanarak tedirgin oldu. Umumun nazarına çarpmasın diye ücra bir yere nakledelim dedi ve Üstad’ı Barla’ya nefyetti.“6
İşte bu ve benzeri hatıralar Bediüzzaman’ın sürülmesiyle ilgili birçok istifhamı beraberinde getirmektedir. Zira bu hatıraların birikmesiyle oluşacak soru şudur: Acaba Bediüzzaman’ın diyar diyar sürülmesinde korkak, pısırık, kraldan çok kralcı taşra idarecilerinin rolü büyük müdür?
Elbette bu, mantıksız bir sorudur. Çünkü 28 yıl boyunca bir insanın iradesine ipotek koyacak yegane güç, merkezi idare, yani devletin kendisidir. Durum bu kadar açıkken ve geçmişte bu sürgünlerin sebebi olacak olaylar yaşanmışken bile ortaya belgeleri dökemiyorsanız ikna edemeyeceğiniz bir kesim var demektir.
Bunun yanında bu sürgünler tamamen Kemalist hükümetin işi olsa bile hükümetin hangi kademesinde bu sürgün kararları alınmış, hangi toplantılarda Bediüzzaman’a hayatı zindan etme yeminleri edilmiştir?
İşte aşağıda ilk kez yayınlayacağımız resmi belgeleri görmeden bu sorulara cevap vermemiz imkansızdı. Bütün verileri toplasanız dahi ortaya sadece kuvvetli bir tahmin çıkardı, müdellel bir bilgi değil. Öyle ki, Bediüzzaman’ın hayatını sürgünlerde geçirdiği ifade ediliyor fakat buna dair herhangi bir belgenin adı geçmiyor, ibraz edilemiyordu.
Aşağıda Bediüzzaman’ı sürgünden sürgüne yollayan Bakanlar Kurulu kararlarını ilk kez okuyacaksınız.Belgeleri yayınlamadan önce bunları tarafıma verme lütfunda bulunan Necmeddin Şahiner Ağabey’e teşekkürü borç bilirim.
ATATÜRK İMZALI İLK BELGE
Cumhurbaşkanı M. Kemal Atatürk ile Başbakan İsmet İnönü’nün bizzat imzalarının yer aldığı Bakanlar Kurulu kararının yer aldığı bu belgenin, imzaların bulunmadığı, 20 gün sonra (15 Mayıs 1935) çıkarılan suretini kısa bir süre önce Ahmed Akgündüz Hocamın yayınladığını belirterek aslını ilk kez burada yayınladığımız belgeyi kısaca tahlil edelim.
En başta göze çarpan husus, devletin Bediüzzaman’ı eski Darü’l-Hikmeti’l-İslamiye üyesi olarak görmesi. Bu oldukça önemli. Zira Bediüzzaman ismiyle anılabilecek derecede önemli ya da kritik başka bir cemiyete üye olmuş olsa şüphe yok ki onunla anılacaktı. (Örneğin Kürdistan Teali Cemiyeti ya da Teali-i İslam Cemiyeti gibi.) Hele ki kendisini yalanlama pahasına Şeyh Said meselesiyle ilişkisinin olduğunu söyleyen, ona hala “Said-i Kürdi” deyip irticadan dem vuran zihniyet bu fırsatı asla kaçırmazdı. Dolayısıyla cemiyetin kapanmasının üzerinden 13 yıl geçmesine rağmen Kemalist hükümetin Bediüzzaman‘ı Darü’l-Hikmet ile anması, onu Kürdistan Teali Cemiyeti’ne üye göstermeye meraklı Kemalistlere başlı başına bir cevap teşkil eder.
İkincisi, Bediüzzaman’ın Isparta’ya sürülmesine sebep olarak Şeyh Said meselesinin gösterilmesidir. Burada devlet Bediüzzaman’a daha önce atmadığı ve o konuda temiz olduğunu bildirdiği (Şeyh Said isyanından dolayı sürülmediğini yukarıda arz etmiştik) bir konuda iftira etmektedir. Hem de kendini yalancı çıkarmak pahasına…
Göze çarpan diğer garabet ise kararda Bediüzzaman’ın Isparta’ya sürülme tarihinin 1929 yılı olarak verilmesidir. Oysa Bediüzzaman’ın Barla’da mecburi ikamete alındığı tarih kesin olarak 1 Mart 1927’dir.7Bundan 20 gün önce Isparta’da olduğuna göre 1929 tarihi anlaşılan çalakalem yazılmış olup Kemalist devrin devletinin hal-i pürmelalini göstermekten başka bir işe yaramaz.
Dikkate değer bir başka nokta, İçişleri Bakanlığı teklifinin 24 Nisan’da, Bakanlar Kurulu kararının ise hemen ertesi gün, 25 Nisan’da alınmasıdır. Tesadüf olma ihtimali olmakla birlikte Bakanlar Kurulu’nun sırf bu gündemle toplandığını veya kararın imzaya açıldığını söylemek de ihtimal dahilinde. Araştırmaya değer doğrusu.
Bakanlar Kurulu, yani devletin yürütme organı Bediüzzaman’ı 25 Nisan 1935 günü sürme kararı almıştır.Peki bu, Bediüzzaman‘ı kontrol etmek için yeterli mi? Devletlularımız bunu yeterli görmemişler anlaşılan. Çünkü aynı gün Bediüzzaman hakkında Eskişehir Ağır Ceza Mahkemesi tarafından tutuklama kararı çıkarılmış ve 8 Mayıs’ta tutuklanmıştır.8 Daha sürgün yeri olan Kastamonu’ya sürülmeden Eskişehir’de tutuklu olarak hapse girdiğini görürüz. Böylece bu tutuklamayla birlikte yürütmeden sonra yargı da Bediüzzaman’ın yakasına yapışmıştır.
İKİNCİ BELGE: ŞİMDİ DE İNÖNÜ
Barla’dan Kastamonu’ya sürülen Bediüzzaman, Eskişehir hapsinden sonra mecburi ikamet gereği hayatını burada devam ettirirken 1943 yazında Denizli’nin Homa nahiyesinde bir Nur talebesinin üstündeki elyazma Beşinci Şua risalesinin bulunmasıyla başlayan tutuklamalar neticesinde 20 Eylül 1943’te tutuklanmış ve Denizli Ağır Ceza Mahkemesi’nde dava görülmeye başlanmıştı.9 Üstelik tutuklamalara sebep olan Beşinci Şua bundan bir yıl önce Isparta’da birçok kitapla birlikte dava konusu olmuş ve mahkeme bu kitapların iadesine karar vermişti.10 15 Haziran 1944’te beraat etmiş ve dava konusu olan bütün kitaplar iade edilmişti.11
Bediüzzaman Denizli’de beraat ettikten sonra Delikli Çınar semtinde bir otele yerleşir.12 Fakat orada da çok duramaz. Zira daha mahkeme kararını vermeden İçişleri Bakanlığı, Bakanlar Kurulu’na Bediüzzaman‘ı sürmeyi teklif etmiş, kurul da maalmemnuniye kabul etmiştir.
İlk belgeye göre daha günahsız, daha derli toplu olan bu metinde sadece şu söyleniyor: Daha önce sürmüştük, yine sürüyoruz. Bunun dışında anlamlı olan tek nokta, teklifin tarihi. Dahiliye Vekaleti Bediüzzaman’ı sürme teklifini 21 Nisan’da yapmış. Bu sırada Kastamonu sürgünüdür ve üstüne Denizli’de 7 aylık tutukludur.13 Mahkeme kararını henüz vermemiş olup Bediüzzaman’ın hürriyetine kavuşup kavuşmayacağı belli değildir. Ama olsun, Bediüzzaman için bunlar azdı bile. Günahı o kadar büyüktü ki, bir şehirde sürgündeyken başka bir şehirde tutuklanmayı, tutukluyken de başka bir şehre sürülmeyi hak etmişti.
Sahi ne yapmıştı? Devlet onu neden cezalandırıyordu? Ne yaptığını zannediyordu? Zannetmese bile neyi isnad ediyordu? Hata yapmaz hükümetimiz Bediüzzaman’a neyi yakıştırıyordu? Dava dosyalarındaki savcıların uydurduğu üç beş suçtan söz etmiyorum, zira siyasi iktidar yol verdi mi satılık bir savcı için şereftir minareyi kılıfına uydurmak.
Bediüzzaman’ın temel üç sürgün yerinden de (Barla-Kastamonu-Emirdağ) bahseden bu iki Bakanlar Kurulu kararında onun suçuna dair tek bir cümle yer almaktadır. O da şudur:
“Burada (Barla’da) da rahat durmayarak dini ve irticai tahrikatta bulunduğu ve bu muhitte kalması da zararlı olacağı anlaşıldığından…”
Bu ifadeden anlaşılan o ki, daha önce Van’da rahat durmayan Bediüzzaman Barla’ya sürülmüş, burada da rahat durmadığı için Kastamonu’ya sürülmektedir. Herhalde devamını yazsalar şöyle olurdu: Kastamonu’dan da sürersek anlayın ki, orada da rahat durmamıştır. Rahat durmamanın tanımı da şöyle veriliyor: Dini ve irticai tahrikatta bulunmak. İrticai tahrikat ifadesi tevil edilebilir ise de dini tahrikat ne ola? Emin olduğumuz husus şu ki, dinin tahrik edilmesi hususunda Bediüzzaman, sürgün kararlarının altında imzası bulunanları memnun etmemiş olmaktan fazlasıyla memnundur. Ve bu yolda başını vermeye çoktan hazırdır. Nereden mi biliyorum? Şuradan:
Tarih 31 Mayıs 1944’tür. Denizli Ağır Ceza Mahkemesi’nde savcının iddianamesi okunduktan sonra Bediüzzaman savunmasını şöyle yapıyor:
“Ey dinini dünyaya satan ve küfr-ü mutlaka düşen bedbahtlar! Elinizden ne gelirse yapınız! Dünyanız başınızı yesin ve yiyecek!.. Yüzer milyon kahraman başlar feda oldukları bu kudsihakikata başımız dahi feda olsun, her cezanıza ve idamınıza hazırız!..”14 Bu izahın ardından bahsettiğimiz iki sürgün belgesini yayınlıyoruz.
“En başta göze çarpan husus, devletin Bediüzzaman’ı ski Darü’l-Hikmeti’l-İslamiye üyesi olarak görmesi. Bu oldukça önemli. Zira Bediüzzaman, namıyla anılabilecek derecede önemli ya da kritik başka bir cemiyete üye olmuş olsa şüphe yok ki onunla anılacaktı. Hele ki kendisini yalanlama pahasına Şeyh Said meselesiyle ilişkisinin olduğunu söyleyen, ona hala “Said-i Kürdi” deyip irticadan dem vuran zihniyet bu fırsatı asla kaçırmazdı.”
“Dahiliye Vekaleti Bediüzzaman’ı sürme teklifini 21 Nisan’da yapmış. Bu sırada Kastamonu ürgünüdür ve üstüne Denizli’de 7 aylık tutukludur. Mahkeme kararını henüz vermemiş olup Bediüzzaman’ın hürriyetine kavuşup kavuşmayacağı belli değildir”
Kaynak ve Dipnotlar:
Belge Esas/Karar Numaraları:
Belge-1:
T.C. Başvekalet Muamelat Müdürlüğü
Şube/Sayı:2/2406
Tarih:25/4/935
Belge-2:
T.C. Başvekalet Muamelat Umum Müdürlüğü-Kararlar Müdürlüğü
Karar sayısı:3/1389
Tarih:9/8/1944
Metin Dipnotları
1 .Bediüzzaman Said Nursi, Tarihçe-i Hayat, s.685
2. http://www.risaletashih.com/index.php/tashih-cesitlemeleri/186-sueguen-btunc
3. Nursi, Lemalar, s.41
4. Abdülkadir Badıllı, Bediüzzaman Said Nursi Mufassal Tarihçe-i Hayatı, s.702
5. Nursi, Lemalar, s.41
6. Necmeddin Şahiner, Son Şahitler-2, s.16
7. http://www.zaman.com.tr/pazar_said-nursinin-adim-adim-fislendigi-raporlar_1076175.html
8. Badıllı, Bediüzzaman Said Nursi Mufassal Tarihçe-i Hayatı, s.984
9. Bekir Berk, Türk Hakiminin Millet Adına Verdiği Kararlar, s.126
10. Badıllı, Bediüzzaman Said Nursi Mufassal Tarihçe-i Hayatı, s.1189
11. Berk, Türk Hakiminin Millet Adına Verdiği Kararlar, s.130
12.Badıllı, Bediüzzaman Said Nursi Mufassal Tarihçe-i Hayatı, s.1340
13. 20 Eylül 1943 ile 21 Nisan 1944 arası.
14. Badıllı, Bediüzzaman Said Nursi Mufassal Tarihçe-i Hayatı, s.1302