Bediüzzaman’ın Yaver-i Azamı

Zübeyir Gündüzalp, üstadı Bediüzzaman’a sadece lisanı ile değil  lisan-ı haliyle de bağlıydı ve bunu “Ya! Üstadım Bediüzzaman! Anam babam, tatlı canım, her şeyim Nur’a feda olsun!” cümlesi ile anlatıyordu. Bu tablo sahabe hayatına ve bakışına sahip ender insanlardan olduğunu da ortaya koyuyordu.

Asıl ismi Ziver’di, ama Bediüzzaman ona ilk görüşmelerinden itibaren Zübeyir diye hitap etmişti. 1920 yılında Konya Ermenek’te doğdu. O yıllarda eğitim almak çok zor olsa da Gündüzalp ortaokulu bitirdi. Risale-i Nur’larla tanışmadan önce Doğu ve Batı klasiklerini okumuştu. Bugünün ölçüleriyle bile entelektüel bir kişiydi. Konya postanesinde telgraf – muhabere memuru olarak çalıştı. Üstadın en gözde talebelerindendi. Gündüzalp’in en dikkat çekici özelliği gayret-i diniyyesi idi. Allah’ın sevip hoş gördüğü şeyleri fevkalade bir iştiyakla yerine getirip, hoşlanmadığı hususlara karşı olabildiğince kararlı davranmış, Allah sevgisiyle dolu olup O’nun herkes tarafından sevilmesi için çalışıp çabalamıştır. Zübeyir  Gündüzalp, ayrıca  bir “vakar abidesi”dir. O, iddiası olmayan, şakası olmayan bir insandı… İnandırıcı ve de ikna ediciydi.

Zübeyir Gündüzalp, üstadının kardeşleri içinde fena bulmak düsturunu, yani tefaniyi en iyi şekilde hayata geçirmişti. Kendisinden bahsederken bile ‘ideal bir Nur talebesini’ anlatıyordu. Onların şiarı “vazife cümleden âlâ, nefis cümleden edna” düsturu ile yaşamalarıydı. Zübeyir Gündüzalp bakî aleme göçmeden önce fani ömründeki son görüşmelerinden birinde “Kardeşim, kimse benim geride bir şey bıraktığımı sanmasın. Kimseye ne borcum var ne de alacağım.” demiştir. Gündüzalp’in en değerli varlığı; Üstadı, dolayısıyla Üstadıyla yaşadığı anlarıydı. Evinin başköşesine Bediüzzaman’ın kullandığı seccadesini yerleştirmişti. Onunla tanıştıktan sonra manevi bir değişim yaşamış ve risalelerin hayatındaki önemini her yerde, her zaman anlatmıştı.

Zübeyir Gündüzalp genç bir ‘ağabey’di ve bütün himmetini gençlere yöneltmişti. İşte onun gençlik hakkındaki her biri inci değerinde sözlerinden bazıları : “Gençlik ve hevesat sarhoşluğuyla genci mahveden çevre… Gençlik ve ruh zindeliğiyle, gencin yükseklere çıkmasına sebep olan, gene o çevre… Ne yazık, hem pek çok yazık ki, ben, beni manevi uçurumlara sürükleyen bir muhitte büyüdüm, bu muhitte gençlik çağına geldim. Çevrem beni bir fikre sürükledi. O da : para ve zevk, ve bu iki nesnenin bitmez tükenmez, zehirli boş hülyaları. Erişemediğim ve eriştiğim takdirde beni mesut edemeyeceğini anladığım o neticesiz hayaller. Ben neyim? Niçin yaşıyorum? Nereden geldim ve nereye gidiyorum? Başıboş yaşayışım acaba insanca yaşayış mıdır? İnsan olan insan böyle mi hayat geçiriyordu?”

Paylaşan: Abdülkadir Haktanır

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: